Augusto Pinochet örneği; ‘neşe’ yine gelebilir!

AV. HÜSEYİN TANRIVERDİ | YORUM

“Zülfü Livaneli’nin “Son Ada”sından Şili’ye, oradan Türkiye’ye uzanan bir direniş ve umut hikâyesi”

Zülfü Livaneli’nin “Son Ada” romanını okuyanlar bilir; kitap, başlangıçta huzur ve doğa ile iç içe bir yaşam süren bir adada, bir liderin gelişiyle her şeyin nasıl çöküşe sürüklendiğini anlatır. O lider, martılara bile tahammül edemez, insanları ayrıştırır, korku yayar, düzeni bozar. Başta ‘kurtarıcı’ gibi görünen figür, zamanla adanın felaketine dönüşür.

Bu kurgu sadece bir hikâye değil. Aslında modern çağların defalarca tekrarlanan bir döngüsüdür.  Ve işin en çarpıcısı, bu döngüye karşı direnen halkların bazen yalnızca cesareti ve umudu sayesinde karanlıktan çıkabilmiş olmasıdır.

Bu bağlamda, Şili’de 1988 yılında gerçekleşen referandumun tarihi önemi büyüktür. Augusto Pinochet, 15 yıl boyunca ülkeyi demir yumrukla yönetmişti. Fakat kendi yazdırdığı anayasa, ona bir sürpriz hazırladı: 1988’de, halktan ‘devam mı, tamam mı’ demesini istemek zorundaydı.

Şili halkı, tüm baskılara rağmen sandığa gitti. Günde yalnızca 15 dakika televizyon süresiyle yürütülen “Hayır” kampanyası, umut, mizah ve yaratıcılıkla şekillendi. “Neşe geliyor!” sloganı, Şili sokaklarında yankılandı.

Sonuç: Halkın yüzde 56’sı “Hayır!” dedi. Diktatör, seçimle gitmek zorunda kaldı.

Bugün Türkiye’de yaşananlara baktığımızda, “Son Ada” romanı da, Şili’nin referandumu da bize ayna tutuyor.

Augusto Pinochet, Şili’yi 15 yıl demir yumrukla yönetti.

Medyanın büyük oranda tek sesli hale geldiği, yargının bağımsızlığının kalmadığı, ifade özgürlüğünün daraldığı, muhalif kesimlerin sürekli baskılandığı, terör suçlaması ile binlerce insana soruşturmalar açıldığı ve  muhalif liderler de dahil muhaliflerin bir bir  tutuklandığı bir dönemdeyiz. Ekonomik krizin her geçen gün daha da derinleştiği ülkede; her şey yolundaymış gibi davrananlar kadar, her şeyin bittiğine inananlar da çok.

Oysa ne her şey yolunda, ne de her şey bitti!

Çünkü tarih defalarca gösterdi ki, hiçbir baskı sonsuz değil. Yeter ki halk hafızasını kaybetmesin, umudunu yitirmesin. Zülfü Livaneli’nin “Son Ada”sında halk, sonunda liderin kurduğu korku düzenine karşı ayağa kalkar.

Tıpkı Şili halkının Pinochet’ye “Hayır” dediği gibi.

Bugün Türkiye’de en çok ihtiyacımız olan şey belki de tam olarak bu:

Korkunun değil, umudun sesini çoğaltmak.  

Sessiz kalanların cesaretini uyandırmak.  

Ve zamanı geldiğinde, bir “Hayır”ın nasıl yepyeni bir başlangıç olabileceğini hatırlatmak.

Çünkü neşe yine gelebilir.  

Yeter ki  sabır ve gayretle inanalım.  

Unutmayalım ki; son sözü daima millet söyler. 

Nokta…

1 Yorum

  1. “Zülfü Livaneli’nin “Son Ada”sında halk, sonunda liderin kurduğu korku düzenine karşı ayağa kalkar.”

    Hikayenin sonun hiç de iyi bitmiyor. Diktatör ölür ancak adada huzur ve insalar gider. Ada sakinlerinin bazıları da bir daha gün yüzü görmemek üzere karanlığa, zidana gömülür.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin