Ana Sayfa HABER Artık ‘merkez sağ’ yok, ‘merkez İslam’ var

Artık ‘merkez sağ’ yok, ‘merkez İslam’ var

M. AHMET KARABAY | YORUM

‘Merkez sağ’, Türkiye siyaseti ile ilgilenen hemen herkesin dilinde olan ama kimsenin ne olduğunu pek bilmediği bir kavram. Her nedense son yıllarda birileri için siyaset ne zaman çıkmaza girse, can simidi gibi gündeme getirilen bu kavramın artık marjinal bir kitleye hitap ettiği unutuluyor.

Kalkınmacı, bir miktar özgürlükçü merkez sağ aslında bir kokteyl. İçinde bir tutam dindarlık, bir tutam milliyetçilik, bir tutam liberallik, eser miktarda solculuk olan bir karışım. Bunların bazılarının oranları, dönemine göre azaltılıp ya da çoğaltılır.

Bu tanımla bakıldığında ilk merkez sağ iktidar, Rauf Orbay’ın 12 Temmuz 1922-4 Ağustos 1923’te TBMM İcra Vekilleri Heyeti Başkanı (Başbakanlık) olduğu kısa dönem idi. Ancak Rauf Orbay’ın başvekilliği, sonradan yaşadığı talihsiz olaylardan dolayı pek gündeme getirilmez.

Cumhuriyeti takip eden yıllarda Mustafa Kemal Atatürk, sırtını taşradaki toprak ağalarına dayayıp bir teşkilatlanma yoluna gitmeyip, devleti hızla dinden ayrıştırdığında toplumla devlet arasında bir boşluk oluştu. İşte toplumsal koalisyonun dağılmaya yüz tuttuğu bu dönemde halk ile devlet arasındaki bu boşluğu dolduran grup merkez sağ olarak adlandırılır oldu.

DEMOKRAT PARTİ KOKTEYLİ

14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ve Adnan Menderes’in başbakan olmasıyla merkez sağda kalkınmacılık dozu yüksek bir uygulama ortaya çıktı. Toplumsal değişim gündeme geldiğinde DP yönetimi, geniş kitleleri elinde tutabilmek amacıyla bu kez kokteylin dindarlık dozunu, ardından milliyetçilik dozunu artırma yoluna gitti.

Ardından benzeri süreç 1965’te iktidara gelen Adalet Partisi (AP) döneminde yaşandı. 1970’li yılların ortasına gelindiğinde adına ‘Milliyetçi Cephe’ denilen yapı yukarıda anlatılan kokteylin vücut bulmuş şekli idi. Bülent Ecevit’in ‘Ortanın Solu’ yaklaşımıyla iktidara asıldığı dönemde Süleyman Demirel’in AP’si merkez sağ parti olarak kokteyl yapıda iken dindarlık dozunu artırabilmek için Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi, Alparslan Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisi ve Turhan Feyzioğlu’nun Cumhuriyetçi Güven Partisi ile işbirliği yaptı. Feyzioğlu’nun partisi ılımlı muhafazakarlıkla, liberal sağcılığa dönük orta demokrasi çizgisinde bir sol kokteyl idi.

Ülkeyi kavga ortamından çekip çıkarmak iddiasıyla iktidarı devralan 12 Eylül 1980 darbe yönetimi, ayrışmanın izlerini silmek amacıyla siyasi partileri kapattı. Siyasi partilere izin verildiği dönemde ülkeyi Amerikan siyaseti gibi iki partili bir yapıya kavuşturmak amacıyla Turgut Sunalp’e Milliyetçi Demokrasi Partisi adında merkez sağ, Necdet Calp’e de Halkçı Parti adında merkez sol parti kurduruldu. Ancak 6 Kasım 1983’te yapılan seçimlerde iki elini başının üzerinde buluşturarak bütün akımları birleştirme iddiasında olan Turgut Özal’ın ANAP’ı aradan sıyrılıp iktidar oldu.

Siyasi yasakları kaldıran 6 Eylül 1987’deki referandumdan sonra Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş yeniden siyasete döndü. “Tapulu arazime gecekondu yaptırmam” diyen Demirel’in sahneye çıkmasıyla bu kez hem ANAP, hem DYP merkez sağa talip oldu. 1990’lı yıllar, liderleri değişse bir anlamda iki merkez partinin çekişmesiyle geçti. Önce Tansu Çiller, Erbakan’ın Refah Partisi ile ardından da Mesut Yılmaz DSP ve MHP ile koalisyona gitti.

ÖĞRETMENLER KÖYDEN ÇEKİLİP MEYDAN İMAMA BIRAKILDI

3 Kasım 2002’de gidilen sandıkta ise “Muhafazakar Demokrat” olduğunu iddia eden Tayyip Erdoğan’ın AK Partisi, yüzde 34,3 oyla parlamentoda neredeyse Anayasayı değiştirecek sandalye sayısına ulaştı. İslamcı, milliyetçi ve merkez sağcı partiler yüzde 10 barajına takılarak Meclis dışı kaldı.

İktidarı eline geçiren AK Parti, ülkenin bütün yapısını değiştirmeye girişti. İktidarda kaldığı zaman içerisinde, devletin yapısını toplumun DNA’larını değiştirmeye başladı. Medyanın tek ses hale dönüştürülmesi, taşımalı eğitime hız verilmesi ve 4+4+4 ile 12 yıllık zorunlu eğitime geçilmesi adı altında köy okulları neredeyse tamamen kapatılmış oldu.

Bu uygulama öğretmenlerin çekilmesiyle birlikte köyler iki kutuplu yapıdan tek kutuplu yapıya dönüştü. Çocuklar okulda öğretmenden bir ölçüde sorgulamayı öğrenirken imamlar köy halkının beynini dogmalarla doldurmaya başladı. Bu dönemden itibaren köylere tek bilgi girişi imamlar ve tek sese dönüştürülen televizyonlar oldu.

Bu tablo sadece okulsuz köylerde yaşanmadı. Köy kültürünü kentlere taşıyan ama kafa olarak köylülükten kopmayan kentlerdeki yapı da cemaat ve tarikatlar aracılığıyla benzeri bir sürece tabi tutuldu.

BATI’DA VE BİZDE ‘AHLAK DIŞI’ ANLAYIŞI

Süreç içinde toplumun ahlak anlayışı değişti. Batı’da ‘ahlak dışı’ denildiğinde insanların aklına önce yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet ve yalan gibi kavramlar gelirken bizde aynı kavram kadın ve seksi çağrıştırır oldu. Bizdeki anlamda ‘ahlaksızlığın’ yapılması için iki kişi gerekirken nedense bu yük bütünüyle kadın tarafına yıkıldı.

Toplumun değişen yapısı içerisinde bu tablo giderek kökleşmeye başladı. Birileri hâlâ merkez sağın Türkiye siyasetinde etkin bir rol oynayabileceği iddiasında. Merkez sağ, Batılılaşma yolunda ilerleyen bir Türkiye’nin dinamizmi idi. Türkiye artık bir Orta Doğu ülkesi. Sığınmacı akınının durdurulması için Batı’nın göçmen kampı konumunda.

Öteki Batılı liderler, ülkeyi para karşılığı göçmen kampına çeviren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kapalı kapılar ardında teşekkür ederken, Avrupa Birliği’nin yaramaz çocuğu Macaristan Başbakanı Viktor Orban, geçtiğimiz haftalarda Türkiye ziyaretinde düşüncelerini kameralar önünde ortaya koydu. Orban, “Erdoğan Avrupa kıtasını kurtardı. Türkiye olmasaydı AB ülkeleri istikrarını kaybederdi.” dedi.

Batı için, Türkiye’de tek merkezden yönlendirilen bir toplum yapısına ihtiyaç vardı. Bunu da ancak dindarlıkla yapılabileceği bilindiğinden yıllardır bu kanal beslenmeye devam etti. Bu besleme de ülkenin toplum yapısını değiştirdi. Artık Türkiye’de merkez sağ partinin iktidara uzanabilmesi çok zor bir ihtimal.

YRP’NİN ÇIKIŞINA ŞAŞIRANLARA ŞAŞIRMAK GEREK

Son dönemde Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın Yeniden Refah Partisi (YRP), baba Erbakan’ın partisi kadar katı bir İslamcı yaklaşım sergileyerek öne çıkmaya başladı. DNA’sı değiştirilip İslamcı kodlar girilen toplumda YRP’nin yükselişine şaşırmak, toplumdaki değişimi algılayamamak olur.

Avrupa’da sağ partilerin yükseldiği bir dönemde Türkiye’de bunun karşılık bulmaması mümkün değil. Özellikle de Batı’nın Anadolu’yu sığınmacı kampı gibi kullanmaya kalkışmasına tepki olarak Türkiye’de MHP türevi partilerin yükselişi önlenemeyecek.

Devlet Bahçeli’nin başında bulunduğu MHP, yandaşlarına sorumluluk almadan menfaat paylaştırırken Batı’ya tepkinin doğurduğu milliyetçi düşünce, bu alanda mevcut ya da doğacak yeni partileri güçlendirmeye devam edecek.

Türkiye’de bundan sonra sosyolojik yapıda köklü bir değişik yaşanmazsa milliyetçi ve İslamcı partiler tarafından yönetilecek. Ya da bunların ülke nimetlerini üleştirmek için kuracakları ittifaklar şekil verecek.

Bundan dolayı artık bu ülkede “Hangi merkez sağ” değil, “hangi İslamcı parti” iktidara gelecek onu konuşacağız.

Yeniden Refah Partisi’nin Şanlıurfa mitingine Fatih Erbakan’ın tabiriyle “200 bin kişi” katılıyor, YRP bazı önemli merkezlerde başa güreşecek noktaya geliyorsa bu yeni dönemin nasıl olacağını gösteriyor. Ancak, bu dini yapıların güçleniyor gibi görünmesinin sürdürülebilir olma ihtimalinin bulunmadığını da son bir not olarak eklemem gerekiyor.

4 YORUMLAR

  1. Ufuk Tandoğan
    "Bu uygulama (taşımalı eğitim) öğretmenlerin çekilmesiyle birlikte köyler iki kutuplu yapıdan tek kutuplu yapıya dönüştü. Çocuklar okulda öğretmenden bir ölçüde sorgulamayı öğrenirken imamlar köy halkının beynini dogmalarla doldurmaya başladı. Bu dönemden itibaren köylere tek bilgi girişi imamlar ve tek sese dönüştürülen televizyonlar oldu" Ölçü: "Öğretmenler" (yani bilim) -bir ölçüde de olsa- sorgulamayı öğretir. "İmamlar" (yani din) insanların beynini dogmalarla doldurur. Bu milletin bu kadar uyumasının nedeni, dine skolastik bataklığındaki dogmaların ürünü diye bakan entelektüel (!) kesime duyduğu tiksintidir... Bir tarafta, dinine birbir türlü şenaat ve denaatlerle saldıran "mimsiz medeniyetin" temsilcileri, diğer taraftan Müslüman saydığı "görüntü Müslümanları". Bir tarafta, "Batılı görünen" ve Batılılaşma adı altında -en az yüz yıldır- dinden uzaklaştırmak için her adımı atmış, Kur'an okumayı bile yasaklamış, sarık saranları asmış ama sahtekarlık, ahlaksızlık (sadece cinsellik anlamında değil), hırsızlık, yolsuzluk, adam kayırma, hukuka takla attırıp başörtülüleri üniversitelere sokmamayı başarmış, "Eşi başörtülü olan Cumhurbaşkanı olamaz" diyen, 8 ayda öğretmen yetiştiren, "elbette ki bizim teşkilatlara duyuracaktım, filancalara mı duyuracaktım" diyen Moğoltayların, "Kahrolsun Şeriat" naralaları, Diğer tarafta "Müslüman görünen" Kur'an okuyan, eşi başörtülü, Ayasofya'yı yeniden Cami haline getiren bir Cumhurbaşkanı... İkisinin arasında tercihte bırakılan bir halk, elbette ki doğru (diye) bildiğini/düşündüğünü/sandığını ortaya koyacak, sandığa gittiğinde seçimini ona göre yapacaktır...
  2. Selim
    Sayın Karabay o kadar önyargılı ki konkret/somut gerçekleri bile çarpıtıyor, hadi yumuşatalım yanlış hatırlıyor, yanlış yazıyor. Köylerdeki okulları AKP kapatmadı, 28 Şubatçıların 8 yıllık kesintisiz eğitim saçmalığı kapattı. AKP şehirlerde dindar insanların çocuklarının iyi eğitim almalarına imkan sağlayan Hizmet okullarını kapattı. Herkesin hakkını kendine verelim. Şimdilerde ilk dört yılı köylerde okutma imkanı doğduğundan bir çok köy okulu yeniden açıldı. Ancak köyden kente göçten dolayı ve de nüfus artışının durması nedeniyle bir çok köy okulu öğrencisiz kaldı ve kapandı. Bu kadar zırvaları yazı diye yazılınca AKP'yi savunmak zorunda kalıyorum, gerçekten ayıp oluyor. Yazarın yazısına müdahale gibi bir niyetim yok ama sayın yazarın şuuraltı o kadar dolu ki konuyla/bağlamla ilgisi olmadığı halde muhafazakarlara sataşmadan geçemiyor. Ben merkez sağ ile bizdeki ahlaksızlık anlayışının sadece kadınlara indirgenmesi arasında bir bağlantı kuramadım. Ama sayın yazarın kafasında bu bağlantı çok sağlam olarak var ki buralara değinmeden geçemiyor. Ya şuna ne demeli: "Batı için, Türkiye’de tek merkezden yönlendirilen bir toplum yapısına ihtiyaç vardı. Bunu da ancak dindarlıkla yapılabileceği bilindiğinden yıllardır bu kanal beslenmeye devam etti." Eğer okuduğumu doğru anlayabiliyorsam Türkiye'de dindarlaşma olmasını Batı destekliyormuş (Yahut yazar ne yazdığının farkındaysa). Halk deyimiyle "buyurun, buradan yakın!" Bu iddia tipik Kemalist-sol batıcı ama batılı değerlere karşı olan bizim arkaik laikçilerin söylemi. Oysa Batı kendi menfaatine hangisi gelirse onunla iş tutar. Bir tane Batı yok ki zaten. Ama genel anlamda Batı ülkelerinde Türkiye kökenlilerden solcular, laikler, liberaller, dindar olmayanlar... vs daha makbuldur, zira hayat tarzlarına daha yakındırlar. Şu anda yaşadığımız Batı ülkelerinde de bu böyledir. ABD Başkan Yardımcısı Can Dündar için Cumhuriyet'i ziyaret etti, Hidayet Karaca için Samanyolu TV'yi değil. Sahi bu dindarlığı nasıl besliyormuş, bari onu da yazsaydı da öğrenseydik. Lütfen ne yazdığımıza dikkat edelim e mi? Saçmalamanın da bir sınırı olmalı değil mi?
    • Ali Er
      Selim bey, sanırım siz de yanlış hatırlıyorsunuz. Zira 4+4+4 düzenlemesi 2012-2013 eğitim-öğretim yılından itibaren uygulanmaya başlandı. Bakınız >>> https://tr.wikipedia.org/wiki/4%2B4%2B4_E%C4%9Fitim_Sistemi
      • Selim
        Ali Er Bey, Ben 4+4+4 uygulamasının başlaması ile ilgili bir tarih vermedim. Yanlış hatırladığım nedir anlamadım. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulaması köylerdeki okulları otomatikman kapattığı için taşımalı eğitim ön plana çıktı. Kısmen hala devam ediyormuş, son yıllardaki durumu yakinen bilemiyorum. Şimdiki uygulamada ilk dört yılı köyünde okuma şansı var.