Argo, maske dil

YORUM | SEYİD NURFETHİ ERKAL

Bilindiği gibi; “Argo”, Yunan mitolojisinde zenginliği ve iktidarı temsil eden “Altın Post”u ele geçirmek üzere yola çıkan geminin adıdır. Hikâye bu ya; İason, kendisine âşık olan büyücü Media’nın yaptığı zırh sayesinde Altın Post’u çalar ve onu da alarak gemisi Argo’yla memleketi Yunanistan’a döner. Yolda peydahladıkları nesebi gayr-i sahih veledlerine de “Argos” adını verirler.

Mitin tedai ettirdikleri bir tarafa, “argo” asırların lügatini sırtında taşıyan bir kelime. Bu lügati biraz karıştırdığımızda argu’nun kavga’dan, gergo’nun hırsız‘dan, arigote’nin ise kaba sabadan geldiğini görürüz. T.D.K.’nın “serserilerin, külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim.” olarak tanıttığı sözcüğün zihnimize kazınan karşılığını merhum Cemil Meriç’e borçluyuz. Argo; “kanundan kaçanların dili”, “korkunun ördüğü duvar”, “günâhlara peçe”…

Kelimenin gerek dil, tarih kökleri gerekse de Meriç’in argo kullanıcısının psikolojisine dair ciddi teşhisleri bir tek ortak noktaya dikkatimizi çekiyor. Bu alt kültür jargonun suçlu veya kendisini suçlu hissedenlerin arkasına gizlendiği bir “maske dil” olduğuna… Zira kelimenin etimolojik kökeni -pek de zorlama olmayan bir kolajla-; “kaba saba hırsızların kavgada silah olarak istimal ettiği bu külhanbeyi ağzı”nın suçluluk psikolojisine ait bir savunma mekanizması olduğunu resmediyor.    

İlk okunduğunda, bu nahoş tarihçe ve lügatçeye müşteri bulmak mümkün görünmese de tarih boyu en az muhalifleri kadar taraftar ve kullanıcısı olduğu da muhakkak. Zira dilsiz millet, argosuz dil bilmiyoruz. Hatta argoya övgüler dizen ciddi bir literatürden bahsetmek de mümkün. Dil ve toplum gerçeğinden haberdar olanların yadsıması mümkün olmayan bu sınırsız sözlüğün, iki kapak arasında kalmak şartıyla, bir zenginlik olduğu da söylenebilir. Lakin kutunun kapağı açılıp, içindekiler etrafa pervasızca saçıldığında, söz konusu olanın “basitlik” ve “kötülük”ten ibaret olduğu anlaşılıyor.

Demek bizim için problem cinin lambadan çıkmasıyla başlıyor. En azında biz insanlar yani ahlak sahipleri için… Bu yüzdendir ki ahlak, dolayısıyla hukuk sahibi olmak “hayvan-ı natık”ı zoolojik benzerlerinden ayırıyor. Yine bu yüzden bazen övmek bazen sövmek için istimal ettiğimiz bu lügatin bilinmesine değil ama kullanmasına sınırlar konmuş. Bu ahlaki sınır, bilgi, görgü, örf gibi şeffaf unsurlarla çizilmiş olsa da lügatimizin “sövgü” fasikülünün eşref-i mahlûkat olan diğer fertlere yönelik “hakaret” amaçlı kullanılmasına karşı, gerek ilahi gerek beşerî hukukta belli hadler vâz edilmiş.

T.D.K.’nın “hakaret” kelimesine verdiği “onur kırma, onura dokunma, küçültücü söz veya davranış.” anlamından fetva alan T.C.K. madde 125 [1] -işlerliği bir tarafa- öyle hassasiyetle kaleme alınmış ki, beşerî de olsa kanun va’z edicileri tebrik etmememiz mümkün değil. Zira hakarette bulunanın kendisini cezadan korumaya yönelik muhtemel cinlikleri dikkatle hesaba katılmış. Sonraki madde 126 [2] da bu anlamda mağdurun belirlenmesine yönelik muğlaklığı ortadan kaldıracak yerinde ifadeler içeriyor. Fakat media/medya’nın kendilerine giydirdiği sihirli zırhı geçirenlerin bu “hakaret” fiilini pervasız bir surette, alenen işlediklerini görebiliyoruz.

Peki karşısındakilerin ahlaki çıtası gereği aynıyla mukabele görmeyeceğinden emin olanların “hadi kolaysa söylesene, yapamaz ki…” haylazlığında sarf ettiği hakaretlerin muhatabı olanların yapması gerek nedir? Cevabımız; mevcut durumda maalesef hemen hemen hiçbir şey. Belki, hukuki yola başvurmakla yapılabilecek olanlar, söylenenlerin bir hakaret olduğunu tespit etmekten ibaret. Aslına bakılırsa bu dahi hayli müşkül, zira argoyu hakaret âmiz kullanmaya alışılan hatta haz alan bir toplulukta bu tespiti yapmanız zora girmiş, işiniz rûz-u mahşere kalmış demektir. Meselemizin “hakaret” cürmünün kendisinden daha ağır, yaralayıcı olan ve insanı ümitsizliğe sevk eden tarafı da bu olsa gerek.

Hakaretin tasdiki ve “hakaret etme özgürlüğü”nün fiili savunusu anlamına gelen bu “kötülüğün” toplum önünde alenen işlenmesinin, söylenenleri haklı veya ahlaki kıldığını söyleyebilir miyiz? Elbette ki hayır, bu vicdani maraza müptela olanlar için olsa olsa musibette bir olmaktan gelen kuru bir teselliden bahsedilebilir.

Ezilenin gücü yetmediği için can acısından, muktedirin zulmünü bedenden öte ruha tattırma hırsından kaynaklanan argo kullanımının sâri bir illet halini aldığı mecralardan biri de “sosyal media”. Geminin dümeninde olduğunu mitten öğrendiğimiz Medianın klavyeye taşınmasının, argonun yayılımına bu denli katkı yapması da ancak arsızlığın saklandığı “maske dil” olmasıyla açıklanabilir. Bu “maske dil”e başvuranların gerçek adlarını kullanmaktan içtinap edip, kişiliksizleşmeyi tercih etmeleri de Argo’nun mitik doğasıyla izah edilebilir.

Bütün bu acıklı manzaraya rağmen siz hala “hakaret etme özgürlüğü”nü savunmamakta ısrarcıysanız, ümitsizliğe düşmeyin; zira Argo “kanundan kaçanların” limanda beklettikleri geminin adıdır.

*

[1] Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi…

[2] Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Yazı için çok teşekkür ederiz. Argo için olmasa dahi ‘Maske Dil’ kapsamında rumuz kullanan (ya da kullanmak zorunda bırakılan) birisi olarak istifade ettim. Kalbinizde kişiliksizleşmemek dileğiyle 🙂

    • Maske dil kullanma gereksinimlerinden bir başkası da rencide etmemek için sanki dide-i huffaşı ziyadan… Gereksiz yere ayrışma, polimik ve kavgalara sebebiyet vermektense Süleyman aleyhisselam gibi kuş dilinde / sembolizmalarla konuşmak da gerekebiliyor sanki… Konu hakkında bizleri düşündürdüğünüz için tekrar teşekkür ederiz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin