Arayış içinde bir Osmanlı aydını: Prens Sabahaddin 

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Osmanlı Devleti’nin son dönem aydınlarının en önemli özellikleri, sürekli bir arayış içinde olmalarıdır. Bu aydınlardan birisi de Prens Sabahaddin’dir. 

Sabahaddin hanedan mensubu birisi olsa da sürgün yaşamış, İttihat ve Terakki liderlerinin önde gelenleri içinde yer almışsa da sonradan onlarla da yolu ayrılmıştır. 

Bu yönüyle “müzmin muhalif” denebilecek Sabahaddin, II. Meşrutiyet devrinde İttihatçılara muhalefet edecek, cumhuriyet devrinde de kendini ölümüne kadar devam edecek yeni bir sürgünde bulacaktır. 

BİTMEYEN SÜRGÜN

1878 yılında dünyaya gelen ve asıl adı “Mehmed Sabahaddin” olan Sabahaddin Bey’in babası Damat Mahmut Celaleddin Paşa, annesi ise Abdülmecid’in kızı, II. Abdülhamit’in kız kardeşi Seniha Sultan’dır. Annesinden dolayı bizde “Sultanzade” denilse de batılılar tarafından “Prens” olarak adlandırılmıştır. 

Osmanlılarda “Prens” unvanı sadece erkek çocuklara verildiğinden annesi Seniha Sultan’dan dolayı böyle bir isimlendirme yapılması doğru olmamasına rağmen “Prens Sabahaddin” olarak tanınmıştır. Sabahaddin’e devrin önde gelen kişilerinden Arapça, Farsça, Fransızca, resim ve piyano dersleri aldıran Mahmut Paşa, oğlunun evlerine gelen pek çok edebiyatçı ve fikir adamıyla tanışmasına da vesile olmuştur.

Paşa, Adliye Nazırlığı yapsa da padişaha karşı planlanan bir suikasta adı karışınca Abdülhamit’le arası açıldı. Suçsuzluğu anlaşılsa da padişaha küskünlüğü devam etti. Bir taraftan da saraya devletin kötü gidişine ve çözüm yollarına dair layihalar sunan Paşa’nın diğer özelliği ise İngiltere yanlısı bir siyaseti savunmasıydı. 

Mahmut Paşa daha sonra Abdülhamit’le yurt dışında mücadele etmeye karar vererek eşi Seniha Sultan’ı İstanbul’da bırakıp oğulları Lütfullah ve Sabahaddin’le birlikte Avrupa’yı kaçtı. O bundan sonra Avrupa’da İttihatçıların lideri olarak görülecek, Sabahaddin de kısa sürede öne çıkan bir şahsiyet olacaktır.

Prens Sabahaddin, Paris’te Le Play ekolünün temsilcilerinin kurduğu “La Sience Social” cemiyetinin faaliyetlerine katılmış ve Türkiye’nin kurtuluşuna dair görüşlerini bu çerçevede şekillendirmiştir. Diğer taraftan da Jön Türkler arasında önemli bir konuma ulaşmış, 1. Jön Türk Kongresi’nde başkanlık yapmış hatta bazı delegelerin yol masraflarını karşılamıştır.

Kongrede Sabahaddin Bey ve İttihatçıların diğer lideri Ahmet Rıza Bey grubu karşı karşıya geldi. Sabahaddin Bey ve arkadaşları, rejim değişikliği için yabancı devletlerden destek alınması görüşünü Hınçak, Taşnak ve Rumların da desteğini alarak kabul ettirdiler. Bu durum İttihatçıların bölünmesiyle sonuçlandı.

Sabahaddin bu aşamada İsmail Kemal’le birlikte Abdülhamit’e karşı “ütopik” denebilecek bir darbe gerçekleştirmek amacıyla örgüt kursa da başarılı olamadı. Ayrıca Ahmet Rıza ve Mizancı Murat gruplarından sonra “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet” adlı bir örgütlenme oluşturdu. 

Sabahaddin Bey 1907’de de 2. Jön Türk Kongresi’nin toplanmasına öncülük etti. Bu dönemde yazılarında öne çıkan düşünceler, “teşebbüs-ü şahsi (liberalizm)” ve adem-i merkeziyetçilikti”. Bu kongrede ise dış müdahale konusu gündeme gelmedi.

Sabahaddin’in Türkiye’ye dönüşü 1908 Meşrutiyetiyle gerçekleşti. Yıllar önce babasıyla sürgüne giden Prens Sabahaddin, bu sefer 1903’te vefat edip Paris’te defnedilen babasının naaşıyla yurda dönüyor ve büyük bir coşkuyla karşılanıyordu. Ancak İttihatçılarla arası yine düzelmeyecek ve Prens, bu sefer de İttihatçılara muhalefet edecektir.

Sabahaddin kendi görüşlerini benimsemesine rağmen Ahrar Fırkası’na da girmedi. 31 Mart Olayı’na karıştığı iddiasıyla tutuklansa da annesi Seniha Sultan’ın ricasıyla serbest kaldı. Bundan sonra da muhalefetten vazgeçmedi. Ancak 1913 yılında adı bu kez de Mahmut Şevket Paşa suikastına karışınca yine tutuklandı. Serbest kalsa da gıyabında idama mahkûm edilince bir kez daha yurt dışına kaçtı ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında da sürgün hayatı devam etti. 

LİBERALİZM

Sabahaddin, Le Play’in görüşlerinden hareketle siyasi düşüncelerini ilmi bir temele oturtmaya çalışmıştır. Onun bu yaklaşımı diğer İttihatçılarda günlük siyaset ön planda iken, fikirlerinin üst seviyede görülmesini sağlamıştır.

Sabahaddin Bey’in diğer etkilendiği kişi ise Le Play’in takipçilerinden Edmond Demoulins’dir. Onun kaleme aldığı “Anglo-Saksonların Üstünlüğünün Sebebi Nedir?” adlı kitabını rehber kabul eden Sabahaddin, onların başarı sırrının “bireycilik” olduğundan hareketle kendisi de Türkiye için benzer görüşleri savunacaktır. 

Anglo-Saksonların bu özelliğinin gelişmesinde eğitimin temel belirleyici olduğu tespitinden hareketle de Türkiye’nin kurtuluşunun eğitim yoluyla olacağı düşüncesindedir. Çünkü bugünkü sefaletin nedeni, “terbiyemizin çürüklüğüdür”. Ona göre; bireysel yetenekleri gelişmiş ve hükümete kapılanıp memur olmak yerine değişim ve dönüşüme yönelmiş fertler yetiştirilmelidir. Bunun sonucunda da girişimcilik yoluyla bir “Osmanlı burjuvazisi” oluşacaktır.

Sabahaddin’e göre Türkiye’de istibdat sadece bir kişi veya gruptan kaynaklanmıyor, baskı ve zulümler “tarz-ı maişet ve nekais-i içtimaiyeden (toplumsal eksikliklerden)” ileri geliyordu. Bunun için de eğitim sistemi yeniden şekillendirilmeli ve merkezdeki yetkiler vilayetlere dağıtılmalıdır. Çünkü, “vilayetler merkez için değil, merkez vilayetler içindir”. 

Yetkilerin yerel yönetimlere devrini Selanik ve Yemen karşılaştırması yaparak açıklayan Sabahaddin, iki vilayetin tarz-ı maişetinin farklı olduğunu, buraların sorunlarını başkentteki memurların değil oralarda yaşayanların bileceğini, çözümün yerel yöneticilerin yetkisini artırmaktan ve yerel halkın eğitimden yönetime kadar bütün süreçlere katılmasından geçtiğini, böylece halkın ödedikleri vergileri “tayin ve teftiş edebileceklerini” belirtir.   

İstibdat gibi geri kalmanın nedenini de Osmanlı toplum yapısına bağlayan Prens Sabahaddin, toplumun yakından tanınması gerektiğini, dinin toplumun geri kalmasının birinci nedeni olmadığını ancak dini yapının da toplumsal yapıya göre alçalıp yükseleceğini savunur.

Sabahaddin Bey’in ilginç görüşlerinden birisi de memurluk mesleğinin genişlemesiyle hükümet gücünün alanının genişlediği, bunun da toplumsal çöküş ve gerilemeye neden olduğudur. O bu düşüncesiyle, yıllardır gündemde olup bir türlü başarılamayan “bürokrasinin küçültülmesi” fikrini de yıllar önceden söylemiştir. 

ADEM-İ MERKEZİYET

Sabahaddin, Balkan Harbi sırasında Sultan Reşad’a hitaben yazdığı makalede asıl düşmanın dışarıdan değil toplumsal yapıdan geldiğini ve temel problemin tembellik ve merkeziyetçilik olduğunu belirtiyordu.

O adem-i merkeziyetin “muhtariyet idaresine geçiş” anlamına gelmediğini söylüyor ve “Eğer meşrutiyet Mebusan Meclisi vasıtasıyla teftiş hakkının merkezde tesisi demek ise idari adem-i merkeziyet de şüphesiz vilayet umumi meclisleri vasıtasıyla aynı hakların vilayetlere teşmili demektir” diyordu.

Bir taraftan da Bulgar, Rum, Ermeni Hristiyan vatandaşların muhtariyet arzu etmeden Müslümanlarla dayanışma içine girmelerini savunuyordu. Ancak bu görüşlere, Sabahaddin karşıtları ve özellikle “merkeziyetçiliği” esas alan İttihatçılar çok sert eleştirilerde bulundular. 

Onlara göre adem-i merkeziyet, imparatorluğun parçalanmasına yol açacak, her unsur kendi muhtar idaresini kuracaktı. Hatta onun muhtariyet isteyen Ermenilerin programlarını kabul ettiği iddia ediliyordu. Gerçekten de onun bu düşüncesinin daha çok Makedonyalı Hıristiyanlar, Ermeni ve Rumlar tarafından desteklendiği görülmektedir.

Ayrıca, Alman askeri sistemiyle yetişmiş İttihatçı genç subaylar bu fikri çok tehlikeli bulmuşlardır. Bu durum İttihatçıların onun karşısına Ziya Gökalp’i çıkarmalarıyla sonuçlanmış ve Osmanlı’nın yüzyıllardır devam eden “nizam-ı alem” için her şeyi feda eden felsefesi devam ettirilmiştir.

 YOKSULLUK İÇİNDE ÖLÜM

Sabahaddin 1919’da Türkiye’ye dönmüş ve Padişah Vahdeddin tarafından da kabul edilmiştir. Bu dönemde Millî Mücadele’yi destekleyen bir tutum sergilese de aktif bir görev üstlenmemiştir. Bu desteğinden dolayı kapsam dışı kalacağı beklentisinde olsa da 3 Mart 1924 tarihli Osmanoğulları hanedanının yurt dışına çıkarılmasıyla ilgili 431 sayılı kanunla bir kez daha yurt dışına sürgüne gitmiştir.

Sabahaddin’in son dönemi yoksulluk içinde geçti. Bu dönemde bazı kişilerin desteğiyle hayatını devam ettiren Prens Sabahaddin Katolik kilisesinden de yardım aldı. 1948’de de İsviçre’nin Neuchatel kasabasında vefat etti. 

Cenazesinin İstanbul’a götürülmesini istediğinden naaşı, dört yıl bir hastanede bekletildi. Naaşı 1952 yılında Osmanlı hanedanının kadın mensupları ve onların çocuklarının dönüşüne izin veren kanundan sonra Türkiye’ye getirildi. Beyazıt Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra da Eyüp Sultan’daki aile kabristanına defnedildi.

Sabahaddin son dönem Osmanlı aydınlarının arayışlarının tipik bir örneği olarak gösterilebilir. O bir “Sultanzade” olmasına rağmen babasından devraldığı muhaliflik özelliğinin de etkisiyle ülkenin en buhranlı devrinde çeşitli fikirler geliştirmiştir. Onun bütün gayreti, son kitabının adı olan “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir” sorusuna cevap aramaktır. 

O bir taraftan Osmanlı’nın kurtuluşu için realist çözümler önerirken diğer taraftan “ütopik darbe” yapmaya kalkışacak bir karaktere sahiptir. Bu yaklaşımı da gerek 31 Mart Olayı’na gerekse M. Şevket Paşa suikastına karıştığı iddiasıyla tutuklanmasına neden olacaktır. 

İlginç yönlerinden birisi de Abdülhamit’i tahttan indirmek için dış devletlerin desteğini almaya çalışmasıdır. İngilizlere yakınlığı ile bilinse de bunun için Alman İmparatoru ile bile görüşmek istemiş ancak böyle bir görüşmeyi Abdülhamit’le yakın ilişkilerine uygun görmeyen Alman hükümetinin reddetmesi üzerine görüşme yapılmamıştır.

Buna karşılık dış destek için Papa ile görüşmekten bile çekinmeyecektir. O dönemde artık Papalık’ın ve Papa’nın Avrupa siyasetinde bir etkisinin olmadığı düşünüldüğünde Sabahaddin’in nasıl bir yanılgı içinde olduğu görülecektir. Aslında bu yönleri, onun kötü bir siyasetçi olduğunun da göstergesi sayılabilir. 

Sabahaddin sadece tek kişinin istibdadına değil bir partinin ya da meclisin istibdadına da karşıdır. Diğer yandan bilimsel yöntemlerle toplumsal çözümler geliştirme gayreti içinde olmuştur. Ancak ülkenin şartlarından dolayı düşüncelerini Kur’an’dan ayetlerle de desteklemekten kaçınmamıştır. 

Onun şu sözü herhalde temel yaklaşımlarının kısa bir özeti gibidir: “Ecnebi istilasına uğrayan bir millet, ahlakı büsbütün bozulmamışsa hukukunu yavaş yavaş istirdad edebilir, fakat, ahlaksızlığın damarlarına işlendiği bir milleti hiçbir şey kurtaramaz”.    

Kaynaklar: C. O. Tütengil, “Prens Sabahaddin”, Sosyoloji Dergisi,  1949, S. 4-5; , Ş. Hanioğlu, “Prens Sabahaddin’in Katolik Kilisesi İle İlişkileri”, Ümit Yaşar Doğanay’ın Anısına Armağan II, İstanbul, İÜ SBF Yayını, 1982; B. Bayraktar, “Günümüzde Yeniden Değerlendirilmesi Gereken Bir Düşünür: Prens Sabahaddin Bey”, TAD, 1996, S. 18; A. Uçman, “Prens Sabahaddin”, DİA, C. 34; B. Koçak, Prens Sabahaddin: Siyasi, Toplumsal ve İktisadi Fikirleri, İÜ SBE Doktora Tezi, İstanbul, 2019. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin