Ankara Barosu’nun eğitimci Orhan İnandı’ya yönelik işkenceyle ilgili hazırlanan raporu ‘sümenaltı’ etmek için yoğun çaba harcadığı ortaya çıktı. İnandı, MİT tarafından kaçırılarak işkenceye maruz bırakılmıştı. Bir kolu kırılan Orhan İnandı, yapılan işkencelerle yürüyemez hale getirilmişti. Ankara Barosu’nun konuyla ilgili hazırlanan ve işkenceyi kayda geçiren raporu ‘kaybetmek’ için olağanüstü çaba sarf ettiği öğrenildi.
Kronos’tan Sevinç Özarslan, raporun hazırlanmasında görevli avukat Gizay Dulkadir’in beyanlarına da dayanarak kalema aldığı konuyla ilgili yazısında önemli detaylar veriyor. Özarslan, “Düşünün aradan 3 yıl geçmiş ve Ankara Barosu ‘eksikleri var’ gerekçesiyle raporu sümenaltı ediyor. Yani bir baro, işkence raporunu örtbas ediyor. Bu kabul edilebilir mi? Üstelik skandal raporun kamuoyuna açıklanmaması da değil sadece. ‘Mahkemeye sunacağım’ diyen Orhan İnandı’ya bile verilmemiş rapor.” diyor.
Yazının tamamı şöyle;
MİT tarafından kaçırılan Orhan İnandı’ya yapılan işkenceyle ilgili raporun kamuoyundan neden gizlendiğini sorduğum “Ankara Barosu, Orhan İnandı raporunu neden yayınlamıyor?” başlıklı yazım bir skandallar dizisini ortaya çıkardı. İşkence raporunun baronun çeşitli kademelerince çok bilinçli bir şekilde hasıraltı edilmiş olduğunu öğrendim. Hem de o raporu yazan avukat Gizay Dulkadir’in şahitliği ve anlatımıyla.
Yazı yayınlandıktan sonra avukat Gizay Dulkadir aradı ve Orhan İnandı raporunun hazırlanmasıyla ilgili sürecin tanığı olduğunu, raporun ortaya çıkarılmasının baro yönetimi tarafından engellendiğini söyledi. Rapor için kendisinin ve avukat Rümeysa Budak’ın görevlendirildiğini belirten Dulkadir, bugüne kadar işkence mağduru Orhan İnandı dahil hiç kimseye verilmeyen bir rapor da gönderdi.
Ben yazıda avukat Gizay Dulkadir’in ismine yer vermemiştim ancak konuyu bilen meslektaşlarının yazıdaki eleştiriler nedeniyle kendisini aradığını ve bu nedenle olanları detaylıca anlatmak istediğini iletti. Yazdıklarıma ilişkin eleştirilerini de sıraladı.
Bir saatten fazla süren telefon görüşmemizde haberdeki bazı bilgilerin eksik ve yanlış olduğunu söyledi -ki teknik ve maddi hatalar olabilir, bunlar düzeltilir- ama ben anlattıklarını dinleyince tabiri caizse az bile yazdığımı fark ettim. Çünkü baronun Orhan İnandı işkence raporunun ortaya çıkmasına ‘bazı eksiklikler olduğu’ gerekçesiyle engel olduğunu dile getirdi.
Düşünün aradan 3 yıl geçmiş ve Ankara Barosu ‘eksikleri var’ gerekçesiyle raporu sümenaltı ediyor. Yani bir baro, işkence raporunu örtbas ediyor. Bu kabul edilebilir mi? Üstelik skandal raporun kamuoyuna açıklanmaması da değil sadece. ‘Mahkemeye sunacağım’ diyen Orhan İnandı’ya bile verilmemiş rapor.
Yazımda raporun yayınlanmamasıyla ilgili ailenin ya da Orhan İnandı’nın herhangi bir talebinin olmadığını yazmıştım ki bu doğru. Orhan İnandı’ya ‘Raporun kamuoyuyla paylaşılmasını istiyor musunuz’ diye sorulsaydı buna kesinlikle hayır demezdi. İnandı’ya bu soru yöneltilmemiş bile.
Avukat Gizay Dulkadir, Orhan İnandı’nın ablasının eşi olan avukat Halil İbrahim Yılmaz’in başvuru formunda yer alan “Kamuoyuyla paylaşılmasını istemiyorum” kutucuğunu işaretlediği için baronun raporu kamuoyuyla paylaşmadığını söylüyor. Acaba öyle mi?
Avukat Halil İbrahim Yılmaz’ı aradım ve işkence gibi önemli bir olayın gizli kalması için neden böyle bir şerh koyduğunu sordum. Kendisi baroya başvururken sadece dilekçe yazdığını söyledi. O dilekçesi de zaten 3 sayfadan oluşan başvuru formunda var. Ancak Yılmaz başvuru yaparken başka bir form doldurduğunu, kutucuk işaretleyip işaretlemediğini hatırlamadığını söyledi.
“Bir avukat doldurduğu başvuru formunu nasıl unutur. Bu zayıf bir ihtimal. Acaba bu formu siz doldurmamış olabilir misiniz?” diye sordum. “Olabilir bilemiyorum ama kimseyi töhmet altında bırakmak istemiyorum.” diye cevap verdi.
Görüldüğü gibi başvuru formunda soru işaretleri var. Raporun kamuoyuna duyurulmasını geçtim. Orhan İnandı, mahkemeye sunmak üzere raporu barodan talep ediyor ama baro raporu vermiyor. Yani işkence nedeniyle suç duyurusunda bulunmamak için her türlü bahane üretilmiş baro tarafından. Bu işkence raporunun kamuoyundan gizlenmesi kadar önemli.
Rapor hazırlama sürecinde üzerine düşeni yaptığını savunan Gizay Dulkadir, başta da söylediğim gibi açıkça Ankara Barosu’nun eski yönetimini suçladı ve süreci özetle şöyle aktardı:
“Biz bu raporu yazdıktan sonra Ankara Barosu Yönetim Kuruluna gönderdik. Ancak o dönemki yönetim kurulu bu raporu Orhan İnandı’ya vermemek ve suç duyurusu yapmamak için bize tonlarca eksiklik bildirimi yaptı. ‘Orhan İnandı’nın avukat var, onlar suç duyurusunda bulundu mu, bunu araştırın. Bulundularsa suç duyurusu evrakını bize getirin’ vs. dediler. Bu eksiklik bildirimi üzerine defalarca yönetimle görüştük. Onlar suç duyurusunda bulunsun bulunmasın, raporu teslim edin dedim. Çünkü Orhan beyin bizden tek bir talebi vardı. ‘Biz ilk duruşmaya çıkacağız. Mahkemede ben zaten başımdan geçenleri anlatacağım. Bunları Ankara Barosu’ndan tarafsız üçüncü kişilere de anlattık ve onlar da bir rapor düzenlediler. O rapor da budur diye mahkemeye sunmak istiyoruz’ dediler. Bu tabi ki çok haklı bir talep. Biz raporun İnandı’ya ve avukatına verilmesi için elimizden geleni yaptık ama o dönemki yönetim eksiklikleri bahane ederek raporu onlara vermedi. Her seferinde yönetimden bize gelen cevap şuydu; ‘Bu başvurucunun avukatı var, neden onlar suç duyurusunda bulunmuyor. Biz Ankara Barosu’nun kullanıldığını düşünüyoruz. Bunu da en çok dile getiren kişi, baroda genel sekreter olan, daha sonra Kemal Koranel’in istifası üzerine ne yazık ki başkan olan Eren Turan’dır. Eren Turan bana şunu bile söyledi: Sizin emsal kararlarınızla bu raporun uyuşmadığını düşünüyorum.’ Neden diye sordum. ‘Bir emsal kararda zorla kaybedilen kişi ölmüş ama Orhan İnandı hayatta’ dedi. Daha sonrasında da bizim bir sürü yayınımızı sansürlediler. Açıklama yapmamıza müsaade etmediler ve en sonunda da işkence krizi raporundan sonra biz istifa ettik. Aslında o dönemki yönetim, bu işkence raporlarının böyle açıklanmasını, baronun işkencenin peşinde böyle aktif bir şekilde koşmasını isteyen bir yönetim değildi. Daha doğrusu yönetim kurulundaki çoğunluk ekip böyle bir şey olmasını istemiyordu.”
Baro içinde bir ekipler savaşı olabilir, konumuz bu değil. Tekrar ediyorum, Ankara Barosu’nun yaka paça kaçırılıp Ankara’ya getirilen ve işkence gören İnandı hakkındaki raporu hasıraltı etmesi ‘efendim o ekipti, bu ekipti’ denilerek geçiştirilecek bir konu değil. Hele İnandı’ya verilmemesi akıl alacak gibi değil.
Gizay Dulkadir’in bu tanıklıkları önemli. Görüşmemiz sırasında kendisine söylediğim bir şeyi aktarmam gerek. Gizay Dulkadir hazırlama aşamasında görevini yapsa, hatta baro yönetiminin raporu yayınlama kararına karşı mücadele etse bile -öyle söylüyor- işkenceye duyarlı bir avukat olarak kamuoyuna, “Bu rapor hazırlandı ama baro tarafından eksik bulunarak ortaya çıkması engellendi’ diye bilgi vermemesi kabul edilemez.
Üstelik işkence raporlarını yakından takip eden milletvekilleri var. Düşünün ki onların bile düne kadar böyle bir rapordan haberi yoktu. Gazeteciler olarak biz de ancak üç yıl sonunda ilk elden bilgi alabildik. Belki de “Ankara Barosu, Orhan İnandı işkence raporu’nu neden yayınlamıyor?” diye sormasaydık, bunları da öğrenemeyecektik.
Ankara Barosu’nun insan hakları merkezinden arayan bazı avukatlar, ‘merkezin pasifleştiğini, bunun için de para alındığına dair bazı iddialar’ olduğunu yazmama üzüldüklerini söylediler. Umarım bu iddialar doğru değildir. Ama bir baronun insan hakları merkezinin üç yıldır ‘gizlenen’ bir işkence raporunun peşine düşmemesinin nedeni ne olabilir, bilmiyorum. Yoksa işkence görenin kimliği mi?
Bir de tabi hala cevap aradığım bir konu var. Orhan İnandı, 31 Mayıs 2021’de Kırgızistan’daki evinin önünden kaçırıldı. 35 gün nerede olduğunu kimse öğrenemedi. 5 Temmuz 2021’de Ankara’da ortaya çıkarıldı. 11 Temmuz 2021’de de tutuklandı. 5-11 Temmuz 2011 tarihleri arasında Ankara TEM’de gözaltında kaldı. İnandı tutuklandığı gün, “İfademi işkence altında verdim.” demişti. İnandı, TEM’de de işkence gördü mü? Bir avukat bunu kendisine sordu mu? Dulkadir, kendisinin gitmediğini söylüyor.
Gizay Dulkadir ve Rümeysa Budak, Orhan İnandı ile Sincan Cezaevinde görüştü. Hazırladıkları raporun adı da “Zorla Kaybedilme İzleme Raporu.” Yani “İşkence Raporu” değil ve bu raporda İnandı’nın ıslak imzasının olması gerekiyor ama yok. Bildiğim kadarıyla hukuken olması lazım. Gözden mi kaçtı, ne oldu da imza alınmadı? Böyle önemli bir konunun atlanmaması gerekir.
Yazıdaki avukat Dulkadir’in dikkat çektiği teknik hatalara gelirsek…
* Orhan İnandı ile görüşmeye bir avukatın gittiğini yazmıştım. Aslında aynı yazıda 2 avukatın gittiği şeklinde düzeltme yapmıştım ama burada tekrar belirteyim. Baro, Orhan İnandı işkence raporu için 2 avukat görevlendirdi: Gizay Dulkadir ve Rümeysa Budak.
* İkinci teknik hata, rapor krizi nedeniyle o dönemde barodan 5 kişi istifa etti diye yazmıştım. İnsan Hakları Merkezi divan kurulunda 9 kişi vardı. Kriz çıkınca 5 kişi değil, 8 kişi istifa etti.
Bu kadar…
Şimdilik burada bitiriyorum. Yarın raporu ayrıntılı bir şekilde yazacağım. Orhan İnandı’nın kendi anlatımıyla başına gelenleri ilk kez okuyacaksınız.