Anayasal diktatörlük başlarken

Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Biliyorum, anlamadılar. Ben de dâhil, birçok siyaset bilimci, hukukçu, anayasa uzmanı, gazeteci vs. yeni rejimde cumhurbaşkanının mutlak monarşilerdeki bir kral veya padişah kadar yetkiye sahip olacağını, bunun hem hukuk devletiyle hem de demokratik teamüllerle çelişeceği, Türkiye’yi bir tek adam diktasına çevireceği meselesi enine boyuna anlattılar. Fakat maalesef, üzerine sanki ölü toprağı serilmiş, derin bir hipnozun etkisindeki kitleler gibi, mürekkep yalamış ve eli kalem tutan yazar-çizer de karşı karşıya kaldığımız sorunun vahim sonuçlarını göremediler. Hala bu hava hâkim ülkede. Yani şu an yaşanan fiili rejim, 24 Haziran (veya ikinci tur) sonrasında anayasal-formel bir niteliğe bürünerek aynen devam edecek. Anayasal düzene son veren sivil darbeci rejim, kendi yaptığı anayasal düzen katlinin üzerine beton dökerek ortada apaçık duran büyük anayasa suçunu örtbas etmeye kararlıydı. Bu seçimlerle beraber, işte bu gerçekleşecek.

Ne olacak?

Öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ilgilendiren bir boyut var, ona değineyim. 15 Temmuz sonrası fiilen zaten işlevini yitirmiş bulunan bir meclisle karşı karşıyayız. Çünkü fiili yönetimde Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) marifetiyle “reis” istediği yasa gücünde kararnameyi çıkartıyordu 15 Temmuz’dan beri.  Sayısız KHK ile yüz binlerce insanın işine son verilmedi mi? İnsanlar “terörist” veya “hain” olarak damgalanarak kamu hizmetinden anayasa ve yasalara aykırı usullerle ihraç edilmediler mi? Meclis bu konularda tümüyle işlevsiz bırakılmadı mı? Denetleme yetkisi elinden alınmadı mı? Bunların yapılmasında gücü elinde bulunduran Erdoğan ne derece sorumluysa, o gücün kendi borusunu öttürmesine çanak tutan Devlet Bahçeli ve MHP milletvekilleri de o derece mesuldür. Seçmenden (milletten) aldıkları vekâlet yetkisini bir güç odağının emrine amade ederek, hem yeminlerine, hem de anayasamıza ihanet etmişlerdir. Yani bir sivil darbenin gerçekleştirilmesinin zeminini hazırlamışlardır.

Meclis, daha Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce, 23 Nisan 1920’den beri, Osmanlı Devleti sonrası kurulacak rejimin temelini oluşturmaktaydı. Yani TBMM Cumhuriyetten eskidir, kökleri itibarıyla da Meclis-i Mebusan’a dayalı olmakla, Osmanlı ile modern Türkiye arasındaki geleneksel geçişin en önemli kurumudur. İşte bu kurum, fiili rejimin anayasadan sonraki en önemli kurbanıdır. Sivil darbenin stratejik olarak hedefe aldığı üç kurumdan biridir meclis. Diğer ikisi, anayasa ve yargı erkinin tümüdür. Yani bağımsız mahkemeler ve onların oluşturduğu yürütme kontrolünde olmayan yargı sistemi. Astığı astık kestiği kestik hukuksuzluklarla dolu bir rejimi başka türlü inşa edemezlerdi zaten. Bu nedenle TBMM’nin hayat damarlarının kesilmesi ve gücünün hunharca gasp edilmesi, Erdoğan rejiminin en önemli stratejik hamlesi sayılmalıdır. Bu hamle olmadan sivil darbe gerçekleştirilemezdi. Şimdi, esas konu şu: bu fiili rejim, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen garabet rejimle beraber, anayasal-formel bir kılıfa bürünüyor. Seçimlerin rejim bakımından en önemli sonuçlarından biri mutlaka ki budur. Seçimler sonrasında meclisin bakanları ve hükümeti denetleme yetkisi kalkacak. Hangi hükümet? Cumhurbaşkanınca atanacak hükümet. Bu hükümet atanırken meclisin bir işlevi olacak mı? Bir gücü var mı? Yok! Cumhurbaşkanı istediğini bakan olarak atar, meclisin onay gibi bir işlevi yok.

Meclisin bu prosedürde bir işlevi yok

Başbakanlık tabi ki ortadan kaldırıldı – sanırım bunu en azından biliyordur bizim “aydınlarımız”. Dediğim gibi, cumhurbaşkanı hükümetin de başı. İstediği yardımcıları atayabilir, yine meclis onayı falan söz konusu değil. İstediği bakanı atayabilir, meclisin bir işlevi var mı bu prosedürde? Elbette ki yok! Hem de istediği sayıda cumhurbaşkanı yardımcısı ve istediği sayıda bakan atar. Bu olağanüstü yetkilerinin yanında, cumhurbaşkanı üstüne üstlük bu atadığı yardımcılarını ve bakanlarını istediği an görevden alma yetkisine de sahip. Derhal görevden alabilir, anında yerlerine yenilerini atayabilir. Yine, bu görevden alma ve yeniden atama süreçlerinde meclisin hiçbir rolü ve işlevi bulunmuyor. Eğer TBMM bir anayasa değişikliği yaparak bu garabete son verebilir fikrinde olan varsa, hazırlıklı olsun, çünkü bu da düşünüldü! Bu tür bir durumda cumhurbaşkanı o anayasa değişikliğini referanduma götürebilir. Referandum tarihini belirlerken örneğin menfaatine uygun bir ileri tarih belirleyebilir ve böylelikle zamana oynayabilir.

Dahası da var. Tadına doyamazsınız! Cumhurbaşkanı istediği KHK’yı çıkarabilir – alıştık zaten 15 Temmuz sonrasında, değil mi ya! Meclisin yasa çıkartma görevi derseniz, bu da işe yaramaz. Birincisi KHK’lar zaten yasa yerine geçiyor. Dingo’nun ahırında kuralların bağlayıcılığını aramak, cehennemin donmasını beklemek kadar anlamlı olur zaten. Ama diyelim ki meclis çok sorun çıkardı, nümayişler, protestolar, halkın tepkisi vs. çok arttı. Kolayı var. Cumhurbaşkanı, Olağanüstü Hal ilan eder. Evet, yanlış duymadınız. O yetkisi de var yani. Baktı ki işler kontrolden çıkıyor, OHAL ilan ederek gerekli gördüğü tüm kolluk gücü önlemlerini alabilir. Hatta eğer ona kani olursa, meclisi de feshedebilir. Efendim? Yok, daha neler mi dediniz! Hayır, sakin olun ve arkanıza yaslanın. Derin bir nefes alın. Çünkü cumhurbaşkanının erken seçim kararı alarak meclisi feshetme yetkisi de var.

Devletin mimarisi, gecekonduya çevriliyor

Cumhurbaşkanının ülkeyi kafasına göre yönetmesi için, adeta yasaların üzerinde bir tür “monarşik” makam yaratılmasına özellikle önem verilmiş bu rejim tasarımında. Yani devletin mimarisi, gecekonduya çevriliyor. Neden mi? Devamını okuyun. Cumhurbaşkanının bir suçtan sorgulanabilmesi için meclisin 3/5’ünün onayı gerekiyor. Bu yüzde atmışlık bir nitelikli çoğunluk kararı demek. Sadece sorgulamadan bahsediyoruz, lütfen buna dikkat buyurun. Yani yargıdan bahsetmiyoruz. Yargı, Yüce Divan’ın alanına girer. Yüce Divan’a gönderilmesi için gereken nitelikli çoğunluk, sıkı durun şimdi, 2/3. Dahası da var. Bu oranların aynı, başkan yardımcılığı makamları için de geçerli. Yasalardan neredeyse tamamen bağımsız, dokunulmaz bir siyaset sınıfı!

Cumhurbaşkanı, tüm bunlar sanki yetmezmiş gibi, bir de kamu yetkilisi ve memurların atanma usul ve esaslarının belirlenmesinde tam yetkili. Yani bürokrasiyi bir terzi gibi kendi üzerine uygun şeklide tasarlayabilir. Lafın gelişi canım, zaten tasarladı da. Ama bunu gayrı kanuni yollardan yapmıştı, şimdi minare kılıfına uygun olacak. Tabirimi ne olur mazur görün ama ben buna “aslanlar gibi” bir diktatörlük derim! Ne ala iş! Başa geçen gitmesin diye bir sürü abrakadabra yöntem, anayasanın içine sızdırılmış, yeter ki reis (veya ikinci reis) hükümranlığını sürdürsün. Bu şartlarda olağanüstü yetkilerle demokrasi olmaz.

Neden mi?

Sistemin tipolojisi ne olursa olsun – ister parlamenter ister başkanlık veya yarı başkanlık – her türlü demokratik hukuk devletinde siyasi sistemlerin üzerine ciddiyetle eğildiği, eğilmek zorunda olduğu bir sorunsal vardır: denetleme. Yani bunca siyasi gücü eline geçiren bir yürütme erki, nasıl denetlenmeli? Neden denetlemek lazım yürütmeyi? Çünkü yürütme o kadar güçlüdür ki, denetlemezseniz despotizme ve dikta rejimine kayması durumunda kolay-kolay kurtulamazsınız! Bu mutlağa yakın gücü denetleme görevi mecliste ve yargıdadır. Bir de buna dördüncü erk olarak medyayı ekleyin. Meclis-yargı ikilisi artı medya, yürütmeyi sıkıca denetler, onun hareket sahasının genişlemesine engel olur. Bunu yapmak için, meclisin de güçlü ve yetkilerle donatılmış olması lazımdır. Mahkemelerinse bağımsız olmaları vazgeçilmez bir koşuldur. Oysa seçimlerden sonra 600 milletvekilinden oluşacak yeni TBMM, adeta konu mankeni bir meclise dönüşüyor yapılan tırpanlamadan sonra. Yasa çıkarma gibi asli bir meclis işlevi bile cumhurbaşkanı KHK’larınca by-pass ediliyor. Meclisin devamlılığı bile cumhurbaşkanının iki dudağı arasında! Kamuyu şekillendirme yetkisini eline resmen alan cumhurbaşkanı, Hâkimler Savcılar Kurulu (HSK) (yüksek kurul ibaresi kaldırıldı!) üzerinden yargıyı da kendi menfaatine olacak şekilde tasarlayacak ve kontrol edecek (ki zaten hâlihazırda öyle).

24 Haziran sonrasında, Türkiye fiili diktatörlüğü her halükârda son buluyor. Ama buna sevinemiyoruz. Çünkü anayasal diktatörlük başlıyor! Bildiğimiz 1923 doğumlu (esasında doğum tarihi 23 Nisan 1920, ama nüfusa geçişi 29 Ekim 1923!) Türkiye Cumhuriyeti’nin ortadan fiilen kalktığı tarih 15 Temmuz 2016 ise, hukuken ortadan kalktığı tarih 24 Haziran 2018 (veya ikinci tur tarihi) olarak tarih kitaplarında yer alacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Niye endise ediyorsunuzki hazır hepsi zafer sarhoslugu ile bir araya geldi ve takımları belli oldu artık gizlenmiyorlar ve ucubeye donusturdukleri sey iyice tiksinti verecek hale geldi. Boylece hersey daha anlasılır oluyor kim ne pesinde belli oluyor Artık bundan sonra milletin gercek bir medeniyet icin bu ucubeden ve ucubenin mucadelesini verenlerden kurtulma zamanı gelir. Sonucta allah herkesi yapıp ettigi ile bu dunyada yuzlestiriyor taki son bir defa nedamet getirip arınma imkanı kazansın anlayana.

  2. Valla sistem anlattiginiz kadariyla cok muthis. Net. Kestirme. Kisa yol. Tam da yonetilen guruhun istedigi gibi. Ol de olsun. Yok secim, yok ust alt. En guzeli kim neden rahatsizsa soyluyor baskana ve oluyor. Biraz uyum saglanmaya calisilsa olur yani

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin