YORUM | MAHMUT AKPINAR
1948 yılında Bilecik Pazaryeri’nde Prizrenli Arnavut bir babayla Kastamonulu bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi Şaban Kök. Fakirlik, yokluk içinde 18-20 kişilik geniş ailenin bir zemin katı paylaşmak zorunda olduğu şartlarda geçti çocukluğu. Matematiği çok iyiydi, okumayı seviyordu ama imkanlar ona ancak ortaokulu bitirme fırsatı verdi.
NURLARLA TANIŞMA
Nur halkası ile ilk defa askerde karşılaştı. Isparta’da askerliğini şoför olarak yaparken, erlerin sigara dumanları arasında, argolu, küfürlü konuşmalarla zaman geçirdiği garajda bir arkadaşının ısrarla durmak istemediğini, çayını alıp dışarıya çıktığını fark etti. O arkadaşına neden arkadaşlardan uzak durduğunu sordu. Arkadaşı: “İçerde sürekli sigara içiliyor ve küfürlü konuşuluyor, ben o ortamda bulunmak istemiyorum” diyecekti.
İçeriye girip arkadaşlarına “Burada bir daha küfür edilmeyecek ve sigara içildiğini duymayacağım” diye ültimatom verecekti. Normal hallerde gayet uyumlu, yumuşak başlı, mütebessim duran Şaban Kök haksızlık, yanlış olunca tahammül edemez, birden sertleşir ve ciddileşirdi. Hal dilinden etkilendiği bu arkadaşının, o dönem “vebalı” muamelesi gören Nurculardan olduğunu sonra anlayacak ve kendisinde Nurculuk hakkında merak uyanacaktı.
Askerlikten sonra sahaflardan Nurlarla ilgili bir kitap bulup onu okudu. İlerleyen zamanlarda Risale-i Nurların ders halkalarına katıldı. Orada şahit olduğu siyasetle ilgili tartışmalar, konuşulan bazı konular Şaban Kök’ü rahatsız etti ve o derslere gitmemeye karar verdi.
LOKANTICILIK BABADAN KALMA
Kök ailesi babadan, dededen lokantacıdırlar, gıda sektöründedirler. Askerlik dönüşü babasıyla birlikte dedelerinin işlettiği lokantadan ayrılarak 1970’te Eskişehir sanayide Merkez Lokantasını açtılar. İçki koymadıkları için çevredekiler, “Alkol olmazsa burası tutmaz!” demişti. Ama onlar, “Rızkı veren Allah’tır!” deyip kararlarından vazgeçmezler. Sabah namazı ile işyerini açarlar. İşleri çok güzel olur, çok iyi paralar kazanırlar. Sonra babası çok güzel işleyen bu lokantayı başka iş kurmak amacıyla satar. Ama bir iş kurulamaz.
Lokanta kapandıktan bir süre sonra işsiz, evde boş otururken Eskişehir Organize Sanayide fabrikası olan bir zattan telefon gelecektir. Telefon eden kişi, “Şaban Usta senin yemeklerin çok güzeldi. Anladığım kadarıyla şimdi boştasın. Yemek yapıp bizim işçiler için fabrikada bize servis yapabilir misin?” diye teklifte bulunmuştur.
Klasik lokantacı olan Şaban Kök böyle bir teklife şaşırır. Başka bir yerde yemek pişirip sanayide nasıl servis edeceği, yemeği nasıl götüreceği vb konularında kafası karışır. Arayan zat bu tür hizmet veren yemek fabrikalarının olduğundan bahsederek onu ikna eder. 1976 yılında 3 tekerlekli bir motor ile endüstriyel yemek dağıtımına “Bismillah!” der. Bunu duyan başka firmalardan da talep gelince Şaban Kök’ün işleri açılır. Yeni ve büyük araçlar alır ve sanayideki işyerlerine yemek servisleri yapar.
1982 yılında çok genç yaşta Hacca gider. Hac dönüşü Eskişehir merkezde Gözde lokantasını da açar. Böylece Eskişehir’de “Gözde Yemek” adıyla Türkiye’nin ilk ve en önemli catering firmalarından birisini kurmuş olur. Şaban Bey’in ailesi ve iki oğlu da kendisi gibi işten yılmayan, helal harama dikkat eden, çalışkan, dürüst kimselerdi. Bazen işçileri gönderirler ama kendileri kalan işleri tamamlamadan ayrılmazlardı. Gece eve gitmeyip çuvalların üstünde uyuyup sabah tekrar işbaşı yaptıkları olurdu.
ÜRETMEKTEN HAZ ALAN BİR İNSAN
Şaban Bey çalışmaktan ve üretmekten haz alan bir adamdı. Yenilikleri, farklı açılımları severdi. Çalıştırdığı elemanların hakkını-hukukunu korur, onların her derdini düşünürdü. Aşçıydı, işi yemek üretmekti ama yemek yemek aklına gelmezdi. Zaman içinde Şaban Kök Eskişehir’de herkesin güvendiği, saygı duyduğu “Hacı Abi” dediği biri oldu. Daha sonra inşaat, seramik gibi başka alanlarda da ticaret yapmaya başladı. Türkiye’den ayrılmadan önceki yıllarda iki defa Eskişehir’in en yüksek vergi veren ilk beş şirketi arasına girmişti. Hayır işlerine ayırdığı kaynaklar onun vergi rekortmeni olmasına mani olmadı.
Şaban Kök her daim namazında niyazında, sevilen, güvenilen dürüst bir esnaftı. Hizmet Hareketi ile tanışacağı 1991 yılına kadar Nur halkalarına arada katılırdı. Hizmeti tanıdıktan, yapılanları gördükten sonra adeta bütün hücreleriyle hizmetlere, gençlere sahip çıktı. İşlerin altına elini değil, gövdesini koydu. Ve Eskişehir’in temel direği, ana sütunu haline geldi.
Orta Asya’ya açılımın olduğu ilk dönemlerde öğretmenlere, okullara gönderilecek malzemeler, kaynaklar için kıvranır, kendisi herkesten öte katkı verirdi. Dertliydi, gözü yaşlıydı, ufku engindi. Izdıraplı olduğu kadar gayretliydi. Oğlu, torunu yaşındaki arkadaşlara saygı gösterir, nezaket ve edep içinde davranırdı. Arkadaşlar koskoca bir fabrikatörün kendilerine tevazu ile muamelesi karşısında ezilirdi. İşinde gücünde cevval, katı kuralları olan Şaban abi arkadaşların yanında mahcup, sessiz bir hale bürünürdü. Ne zaman bir açık-eksik olsa onu halletmenin, yolunu arardı. Kimseye sesini yükseltmezdi, agresif değildi, kimseyi kırmazdı.
HİZMET DENİLİNCE…
“Hizmet” denilince ne halde olursa olsun işini bırakır gelirdi. Eskişehir’de okuyan bütün öğrenciler üzerinde Şaban Abi’nin derin etkisi vardır. Onun yemeğini yemeyen yoktur.
Esnaflar Şaban Abi’ye hürmet ederdi; onun talebini, arzusunu reddetmezlerdi. O da burs yardım toplanırken herkesin halini, durumunu görür, empati yapar ve rasyonel davranırdı. Esnaflar “Şaban Abi uygun gördüyse tamam,” derlerdi. Eskişehir’deki bütün işlerin altına girmenin yanında Afrika’da bir okul açmış, yurt dışındaki eğitim faaliyetlerine de hep destek olmuştu. Fedakarlığı, cömertliği yanında delikanlı gibi enerjikti. “Hizmet var, İzmir’den Kars’a gideceğiz!” deseniz hemen yola çıkacak kadar istekli ve dinamikti.
Şaban Abi kararlı, disiplinli ve yanlışlarını düzelten biriydi. 13 yaşından beri içtiği sigarayı bırakması iradesinin göstergesi gibidir. Şaban Abi ticari ilişkisi olan insanlardan öğrencilere burs ister, onların da eğitim hizmetlerine katkılarını almaya çalışırdı. Hayır işlerinde koşturan, herkese yardımcı olan, varlıklı ve saygı duyulan bir “Hacı Abi” idi Şaban Kök.
Bir gün yine mal almak için toptancı haline gider. Toptancı Şaban Abi’yi çay içmek için içeriye davet eder. Şaban Abi sigarasını çıkarıp yakınca karşısındaki esnaf hayret içinde kalır ve “Hacı Abi sen sigara İçer miydin?” diyerek taaccübünü ifade eder. Şaban Abi’nin başından kaynar sular dökülür. Elindeki, paketi oracıkta çöpe atar. Bir daha da elini sigaraya sürmez.
Şaban Abi’nin en sevmediği şeylerden birisi israftı. Hem özel hayatında hem iş hayatında israfı ve israf edenleri sevmezdi. Gelen mektupların arkasını bile değerlendirir, çöpe atmazdı. Gazete okumayı severdi. Her gün farklı 5 gazete alır ve işyerinde bulundururdu. Herkese el uzatır, babalık yapardı. Düğünü olan gençlerin davetine icabet etmekle kalmaz arabasını gelin arabası yapar kendisi de şoför olurdu.
GURBETTE NÜKSEDEN KANSER
Türkiye’de iken kanser tedavisi gördü. Ama ülkede başlayan cadı avında o da ülkesini terketmek zorunda kaldı. Şirketlerine el koydular, hesaplarını bloke ettiler. Yurt dışında sosyal güvencesi, imkanları olmadığı için yeniden nükseden kanser tedavisini uygun şekilde yaptıramadı. Türkiye’de kalan oğlunu hapse attılar, gelini vefat etti. Ailesi parçalandı. Hanımı ve ailesinin bir kısmı Türkiye’de kaldı, bir kısmı yurtdışına çıkmak durumunda kaldı.
En son böbrek yetmezliği de vardı ve zaten zayıf, narin olan Şaban Abi 1.75 boyuna rağmen 35 kilolara kadar düşmüştü. Geçen bayramda Zoom’da görüşmüştük. Haline, durumuna şükrediyor ve dostlarıyla görüştürdükleri için arkadaşlara teşekkür ediyordu. Gözü yaşlı, dili dualı, dürüst, ülkesine sevdalı, insanlara hizmet etme duygularıyla dolu yiğit, iz bırakan bir insandı. Gurbette garipler kervanına karıştı ve ülkesinde uzakta defnedildi kara toprağa. Cenazesine eşi ve bazı çocukları, yakınları katılamadılar.
Uzun yolculuklarda insan, kendisine güven veren, altında dinleneceği, gölgesi serin bir ağaç arar. Gün boyu çalışan yorulan çiftçiler tarlalarında çalışıp kan ter içinde kalınca kökleri derinlere inen, dalları semaya ser çeken bu ağaçların altında yorgunluk atar, yemek yer, çay içer, bazen öğlen uykusuna yatar. Her tarlanın bir köşesinde, her beldede kökleri sağlam, gölgesi koyu, altında oturana huzur ve güven veren böyle bir ağaç bulunur.
Allah her şehre Şaban Kök Abi gibi orayı taşıyan, her yükün altına giren, hızır gibi, ilaç gibi esnaflar bahşetmişti. AKP rejimi beldelerin güvencesi, hayır işlerinin hamisi, zayıfların gölgelendiği bu köklü, meyveli ağaçları ya kökünden kopardı veya hırçınca dallarını kırdı. Malına mülküne çökebilmek için bu güzel insanların imkanlarına, kaynaklarına kayyımlar atadı. Pek çoğunu hapislere doldurdu. Anadolu aslanlarının, Anadolu sermayesinin köklerine köklerine darbeler vurdu.
Üretmekle, kazanmakla kalmayan paylaşan, dağıtan Anadolu’nun meyve yüklü ağaçlarını kuruttular, kırdılar, küstürdüler. Türkiye, Türk toplumu elbette bunun faturasını her türlü ödeyecektir. Ama en başta yok ettiği, talan ettiği kaynaklar, şirketler nedeniyle ekonomik yokluklarla, krizlerle imtihan olacağı görülüyor.
Gaziantep’in böylesi köklü, meyveli ağaçlarından biri olan Nakipoğlu’nun haberini gördüm birkaç gün önce. Onlar elbette yine emeğiyle çalışacak, onuruyla tekrar hayata tutunacaktır. Ama onların el uzattığı fakir fukaraya bundan sonra kim el uzatacak? Kim istihdam oluşturacak? Kim hayır işlerine koşarken aynı zamanda vergi rekortmeni olacak?
Ülkenin çınarlarını, meyveli ağaçlarını söktüler, yerlerine güdük çalılar koymaya çalışıyorlar. Her geçen gün ülkeyi ayrık otları, zararlı bitkiler sarıyor.