YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Cihat Yaycı. Tanınan bir isim. TSK’nın en üst seviyelerine kadar yükselmiş bir amiral. Mavi Vatan stratejisinin mimarı olan, Türkiye donanmasının en üst seviyelerinde yer almış bir komutandan bahsediyoruz. Mavi Vatan hâlihazırda Türkiye’nin dış politikasının en birincil sahalarından biri olan Doğu Akdeniz ve Ege politikalarının temeli haline gelmiş durumda. Amiral Yaycı, sadece dış politikada belirleyici değil. Siyasette de devlet üzerinde etkili, askeri kanadın önemli karakterlerinden biri. Bilindiği üzere, FETÖMETRE denen, faşist NAZİ ve Baas rejimlerinde görülebilecek tipte bir ölçme-değerlendirme metodu geliştirmiş. Bu metot muhtemelen 15 Temmuz 2016 kontrollü askeri kalkışma öncesinde insanları fişlemek için kullanılan yöntemlerin derli toplu bir araya getirilmesinden oluşuyor. 15 Temmuz sonrasında ise devletin takibat ve sistematik zulüm uygulamalarında kullanıldı, halen de kullanılmakta. Etkili bir insandan bahsediyoruz.
Geçenlerde Erdoğan’ın iktidarda kalmak için savaş çıkartma yoluna başvurabileceğini anlatan, içinde çeşitli gelişim senaryolarını incelediğim bir makale yayınladım. Bu makalede, Erdoğan’ın düşük yoğunluklu, sınırlı, kaldıraç olarak kullanabileceği bir savaş çıkartıp, 2023 seçimlerini erteleyebileceğini ileri sürdüm. Senaryolardan biri Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesiydi. Diğeri ise, Yunanistan’la girişilecek bir çatışmaydı. Bu senaryolardan herhangi biri, Erdoğan’a seçimleri ertelemek için gereken bahaneyi verebilirdi. Makalenin anafikri buydu.
Bu makale yayınlandığında ortada henüz tezkere meselesi yoktu. Bugün (20 Ekim 2021) İYİP genel başkanı Meral Akşener, iktidarca meclise getirilen iki yıllık Suriye tezkeresine evet oyu vereceklerini açıkladı. CHP lideri Kılıçdaroğlu henüz bir açıklama yapmadı. Ancak CHP de, İYİP de geçmişte birçok kez Erdoğan’ın Suriye ve diğer bölgesel maceralarına destek verdiler. Bir kez olsun bile mecliste güçlerini kullanıp, Suriye, Libya ve Irak’ta yapılan askeri faaliyetleri eleştirmediler. Ya da bir kez olsun Ege’de saçma sapan, uluslararası hukuk ve daha önceki Türk pozisyonlarıyla uyumlu olmayan iddialara muhalefet etmediler. Mavi Vatan gibi irredentist, yayılmacı, provokatif ve gerçeklerden uzak yaklaşımları eleştirmediler. Türkiye’ye karşı Kıbrıs (Rum tarafını), Yunanistan’ı, İsrail’i, Mısır’ı ve Lübnan’ı bir araya getirmeyi başaran bu Lebensraum yaklaşımına karşı net bir pozisyon almadılar, alamadılar.
Dün Amiral Yaycı’nın bazı demeçleri medya kuruluşlarının bazılarında yayınlandı. Ne diyordu Yaycı? Gelin beraber bakalım:
Türkiye’nin S-400’leri aktive etmesi gerektiğini ileri sürüyor. Buna gerekçe olarak da dış tehdit meselesini gündeme getiriyor. Neymiş bu dış tehdit? ABD ve Fransa ile Yunanistan’ın askeri işbirliğiymiş. Onu iddia ediyor. Yaycı, muhtemelen yanlış anlamalara engel olmak için S-400 sisteminin bir taarruz sistemi olmadığını, bir saldırı silahı olmadığını, bilakis bir savunma silahıdır olduğunu söylüyor. Bu sistemin ancak ülkenize bir hava saldırısı olursa devreye gireceğinin altını çiziyor. Bu savunma sisteminin Yunanistan veya Suriye için tehdit oluşturmadığını, ancak Türk tarafına caydırıcılık kazandırdığını ifade ediyor. S-400 sistemiyle Türkiye’nin Atina’yı ya da Şam’ı vuramayacağını belirtiyor.
Diğer taraftan Yaycı, Yunanistan’ın edindiği askeri sistemlerin savunma değil, saldırı sistemleri olduğunu ileri sürüyor. Atina hükümetinin bu silahlanmayı kime karşı yaptığını sorguluyor ve yanıtı yine kendisi veriyor. Bu sistemler İtalya’ya, Arnavutluk’a, Bulgaristan’a ya da Makedonya’ya karşı değil, Türkiye’ye karşıdır diyor. Amiral Yaycı’nın altını çizdiği diğer bir önemli konu ise Fransa ile Yunanistan arasındaki bu savunma işbirliği anlaşması. Yaycı’ya göre bu olay çok büyük. Fransa, Yunanistan ve Türkiye’nin NATO üyeleri olmalarından hareketle, Yaycı Fransa ile Yunanistan arasındaki askeri pakt anlaşmasının doğrudan Ankara’ya karşı yapıldığına kanaat getiriyor. Çünkü bu ekstra anlaşma olmasa da, NATO antlaşmasının 5. maddesi zaten Fransa ve Yunanistan’a askeri karşılıklı yardım olanağını veriyor. Ekstra bir anlaşma yapılmasının tek gerekçesi, Yaycı’nın analizine göre, Türkiye’nin hedef alınıyor olması. Amiral’e göre bu durum NATO’nun ruhunu, birlik bütünlüğünü, müttefiklik bağlılığını temelden sarsıyor. Bunu kim yapıyor? Yunanistan ile Fransa.
Yaycı bu anlaşmanın gerekçelerini de araştırıyor. Yaycı’nın vardığı sonuca göre, Atina Büyük Yunanistan’ı kurmayı amaçlıyor. Bu nasıl mı olacak? Öncelikle Atina Ege’deki bütün adaları Yunanistan’a bağlamak istiyor. İkincil hedef olarak ise, Atina Batı Anadolu’nun Yunanistan’a bağlanmasını hedefliyor. Yaycı, buna kanıt veya gerekçe olarak, 1919’da Yunanistan’ın Batı Anadolu’yu işgalini gösteriyor. Yunanistan’ın, Atatürk’ün Yunan askerlerini “denize dökmüş olmasından” ve onları “telef etmesinden” ders almadığını iddia ediyor. Yaycı’ya göre, bunlardan ders almayan Yunanlılar, “adaları aldılar topraklarını genişlettiler”. Üçüncü hedef olarak, Yaycı’ya göre Atina, Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması siyasetini takip ediyor. 1950’den 1963’e, 1974’te bunu denediklerini, ama başaramadıklarını söylüyor. Bu savlara dayanak olarak, bir ay kadar önce Yunan Dışişleri Bakanı ve Rum Dışişleri Bakanının beraber toplantı yapıp amaçlarının Kıbrıs Helenizmi olduğunu ifade etmiş olmalarını ortaya atıyor. Bunun Kıbrıs’ın Yunanlaştırılması demek olduğunu söylüyor. Yaycı, dördüncü olarak Atina’nın İstanbul’u ele geçirmek istediğini iddia ediyor. Yunanistan hükümetinin Fener Rum Patrikhanesinin Vatikan türü bir Patrikhane yapılması doğrultusunda bir görüşe sahip olduğunu ifade ediyor.
Öncelikle birtakım gerçekleri saptamakla başlayalım:
1) S-400’lerle ilgili mesele, bu sistemin NATO envanterlerindeki diğer silahlarla veya sistemlerle uyumlu olmaması. S-400’ler üzerinden Moskova’nın stratejik NATO sistemleri hakkında kilit bilgileri elde etmesi söz konusu olabilecek. ABD ve NATO’nun Ankara’nın bu sistemleri aktif hale getirmemesini istemesinin nedeni tümüyle budur.
2) Yunanistan’ın Fransa ile yaptığı ikili anlaşma, Ankara’nın Mavi Vatan, doğu Akdeniz’de Yunan karasularında ve Kıbrıs karasularında fosil enerji rezervleri arama girişimlerinden sonra gerçekleşti. Çünkü Türkiye açıkça Yunanistan’a ait olan, Yunan adalarının kıta sahanlığı ve karasularını bu Mavi Vatan konsepti çerçevesinde kendi egemenlik alanı gördüğünü deklare ediyor. Örneğin Ankara koskoca Girit adasını yok sayarak, Libya ile deniz sınırı olduğunu iddia ediyor. Oysa Girit, Türkiye’nin iddia ettiği deniz hattının tam üzerinde bulunuyor. Dahası Türkiye Yunanistan’ın Anadolu yarımadasına çok yakın olan Meis adasının karasuları olmadığını ileri sürüyor. Aynı şekilde, Anadolu’ya yakın Ege’de bulunan Yunan adalarının da “Anadolu kıta sahanlığının devamı” olmaları nedeniyle, müstakil kara sularına sahip olamayacaklarını iddia ediyor. Bu iddiaların bilindiği üzere uluslararası hukukta karşılığı yok. Tüm dünya bu adaların kendi karasuları olduğunu biliyor ve bu durumu öyle kabul ediyor. Dahası Lausanne Anlaşması da, Montreux de bu konuda benzer bir algıya sahip.
3) Yaycı Ankara’nın Atina veya Şam’ı vurmayacağını söylüyor. Yunanistan’ın ek savunma arayışlarına girişini de bir tür evham durumu olarak okuyor. Oysa Ankara son beş yılda defalarca Suriye’de, Irak’ta ve Libya’da askeri operasyonlarda bulundu. Suriye’nin kuzeyinde bazı toprakları elinde tutuyor. Bu bölgelerde demografiyi değiştirerek sosyal mühendisliğe girişti. Hatta kaymakam atadı, karakollar açtı, sürekli asker bulundurdu, bütçe görüşmelerinde bu bölgelere bütçeden pay ayırdı. Irak’ta da keza, TSK sürekli askeri varlığa sahip olduğu kamplar kurdu. Dahası, Suriye’de ve Libya’da, hatta son olarak Karabağ’da cihatçı fanatik teröristleri paralı asker olarak kullandı, kendi adına savaştırttı. Ankara neo-Osmanlıcı retorikle, sürekli bir genişleme, güçlenme, dominant olmaktan bahsediyor. Dahası Ankara, IŞİD’le, El Nusra’yla, diğer cihatçı gruplarla, Sünnici dış politika çerçevesinde, Suriye’de ve diğer bölge ülkelerinde petrol ticaretinden lojistik ve stratejik işbirliğine kadar çeşitli ilişkiler ağı içinde oldu. Dahası, Ankara günlük rutin olarak Yunan karasularını, Kıbrıs karasularını, Yunan hava sahasını taciz ediyor. Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama bahanesiyle, diğer ülkelerin deniz yetki alanlarına tecavüz etme eğiliminde. Bunların hiçbirisi, daha önce Ankara tarafından izlenen metotlar değildi. Evet, Ege’de bazı çıkar farklılıkları vardı, ancak bu çıkar farklılıklarında irrasyonel bir yayılmacı söylem değil, makul bazı beklentiler ve uzlaşı arayışları söz konusuydu. Sıcak çatışmalara yaklaşıldığı anlarda dahi, hem Ankara hem de Atina aklıselim ve makul davranarak yatıştırmacı bir yaklaşıma girmekteydiler. Türkiye son 5 yıldır TSK’daki – Yaycı’nın da dâhil olduğu – radikal bazı gruplar tarafından raydan çıkarılmış bir görünümde.
Yaycı’nın diğer mesnetsiz iddialarına girmiyorum bile.
Bu noktada şunu belirtmek gerekiyor. Cihat yaycı akli dengesi yerinde olmayan, irrasyonel hareket etme yetisini yitirmiş bir çılgın falan değildir. Kendisi TSK’da en üst seviyede eğitim almış, donanımlı, yetkisine donanma unsurları emanet edilmiş deneyimli bir komutandır. İleri sürdüğü düşünceler, küçümsenemez. Türk devletinin en üst noktalarına gelmiş, geliştirdiği doktrini (Mavi Vatan) devlet politikası yapılmış, “FETÖMETRE” uygulaması bir döneme damgasını vurmuş birinden bahsediyoruz. Hayır! Mesele esas tam da bu nedenle çok daha vahimdir. Yaycı, Türkiye’de – en azından etkili bir grubun – düşüncelerini dile getiriyor. Türk devletinde bu düşünceler bugün marjinal bazı gruplar tarafından eksantrik fikirler olarak dile getirilmiyor; bunların bir bölümü Türk dış ve güvenlik politikasının temellerini oluşturuyor. Esas endişe verici nokta bu olmalıdır.
Bu fikirsel altyapının etkisinde kalan Türkiye’yi daha karanlık günler bekliyor.