Amelsiz iman olur mu?

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazı Serisi 55)

Gelecek Projeksiyonu yazı serisinde güncel ve aktüel mevzular başlığı altında ele aldığımız cennete kimler girecek konusu oldukça uzadı. 14 asırlık İslam tarihinin yanı sıra İlahi temelli ve ahiret, cennet, cehennem inancını taşıyan diğer dinlerde de yoğun tartışma hatta itikadi ve fiili ayrışma sebebi olan bu konunun uzaması konuyu etraflıca ele almanın söz konusu olduğu yerde kaçınılmazdı. Bunun idrakinde olduğum için de baştan yazının uzayacağını sizlere yazmıştım.

Şimdi, geçen hafta konunun en önemli boyutlarından biri olan iman-amel münasebetine başlamıştım. Özete gerek duymuyorum. Okumayanlar ya da okuyup zihni bütünlüğü sağlamak için yeniden okumak isteyenler yazıyı buradan okuyabilir.

Kaldığım yerden devam ediyorum. En son şöyle demiştim: “Ben şahsen bu mevzuya yukarıda gördüğümüz üzere iman-amel ayrımı, imanın amelden bir parça olup olmadığı tartışmalarından bağımsız bir şekilde iman ve amel birlikteliği ve ikisi arasındaki zorunlu ilişki açısından yaklaşmanın daha doğru olduğuna inanıyorum. İman elbette çok önemli. Fakat bu salih ve fasit, iyi ve kötü, güzel ve çirkin her iki formuyla amelin önemsiz olduğunu göstermez.”

İman önemli dedik. Evet, önemlidir. İmanın nezdi uluhiyetteki yerini ifade için beşerin ortaya koyacağı kelimeler ve cümleler yetmez. Kaldı ki Allah’ın Kur’an’da bizatihi kendi beyanları zaten başka bir izaha ihtiyaç bırakmaz. Aşağıdaki ayetlerin hepsi geçmiş hayatında nice günahlara bulaşmış kişilerin iman etmeleri ve ardından salih amel işlemelerine atıfla Allah katında göreceği muameleyi anlatmaktadır. Örnek olarak bir tanesinin mealini verelim: 

“(Ey Müşrikler! Bilin ki) sizi bize yaklaştıracak, bizim nazarımızda size değer kazandıracak olan şey ne malınız mülkünüz ne de nüfus ve taraftar yönünden kalabalık olmanızdır. Bizim katımızda değer ve itibarı olanlar, iman edip imanlarına yaraşır güzellikte yararlı işler yapan kimselerden ibarettir. İşte onlar yaptıkları güzel ve faydalı işlere karşılık mükafatlarını fazlasıyla alacaklar ve cennet köşklerinde emniyet ve huzur içinde yaşayacaklardır.” (34/37) Aynı mana ve muhtevayı ifade eden daha yüzlerce ayet göstermek mümkün. Arzu edenler şu ayetlere de bakabilir: 13/18-24; 19/60; 20/82; 28/67; 25/70. 

Bir hususun dikkatinizi çekmiş olması lazım bu ayetlerde; iman, salih amel birlikteliği. “Komşusu kötülüğünden emin olmayan kişinin iman etmiş olamayacağı” (Müslim, İman, 18; Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, 1/387), “Hased ve imanın aynı kalpte birleşmeyeceği” (Nesâî, “Cihâd”, 8), “Müslümanın Müslümana kin beslemeyeceği” (Buhari, Cenaiz, 2; Müslim, Selam, 4) türünden hadisler de aynı şeyi görebiliriz.

Onun için diyorum ki gayrimüslimlerin cennete girme girmeme meselesi imanın tanımı ve amel imanın parçasıdır ya da değildir tartışmalarından bağımsız olarak ele alınmalıdır. Daha da ileri giderek ifade edeyim: gerek ayetler gerekse hadisleri bir takım gramer kuralları ile şerh edip o kuralları “gayrimüslimler cennete veya cehenneme gidecek” gibi önemli bir konuda hükme mesned yapmanın doğru olmadığını da düşünüyorum. Ne demek istiyorum?

Mesela deniliyor ki: “Bir çok ayette geçen ‘iman edenler ve salih ameller’ beyanında iman ve salih amelin ‘vav’ atıf harfi ile zikredilmesi ikisinin aynı cins olmadığını gösterir, öyleyse amel imanın bir parçası değildir.” Şimdi sorum şu: hem Hak hem de halk nezdinde bu kadar önemli bir konunun bir gramer kaidesiyle temellendirilmesi ne kadar doğrudur?

“Zina eden, zina ettiği zaman mümin olarak zina etmez. Hırsızlık yapan, hırsızlık ettiğinde mümin olarak hırsızlık yapmaz. İçki içen, onu içerken mümin olarak içmez” (Müslim, İman, 57) diye tercüme edilebilecek bazı rivayetleri de aynı çizgide değerlendiriyorum.  Buna dayalı olarak yapılan izahlara göre tam hırsızlık esnasında iman Müslümanın kalbinden uçar gider, sonra tekrar gelir” açıklamalarını zihnimde bir yere oturtamıyorum. 

Mürcie’nin seslendirdiği “Az veya çok iman varsa yapılan hiçbir kötülük mümine zarar vermez, inkâr ve şirk varsa yapılan hiçbir iyilik kafire/müşrike fayda sağlamaz” klişeleri ile anlatılan görüşleri de hakeza.

Daha açık ifade edeyim, iman ve salih ameli parçalayarak ele almanın, ayrı ayrı hükümlere medar kılmanın Kur’an’ın ruhuna, İslam’ın özüne, Hz. Peygamber’in 23 yıllık hayatının hülasasına taban tabana zıt olduğunu düşünüyorum. Evet, iman çok önemli ama amel de en azından onun kadar önemli. İman ve salih amel birlikteliği hepsinden önemli. Bu ikisi arasında zorunlu bir ilişki var.

Amel kelimesi sözlük manası itibariyle canlı bir varlığın herhangi bir amaç ve gayeye yönelik yaptığı iş demektir. Bu yönüyle amel “fiil”den farklıdır. Fiil, canlı-cansız, amaçlı- amaçsız her tür eyleme denir. Dolayısıyla ‘her amel bir fiildir ama her fiil amel değildir’ denir. Dini literatürde ise amel, emir yasak ve tavsiyelere konu olan ve sonunda ceza ve mükafatın bulunduğu eylemin adıdır. Kur’an’da 359 yerde geçen amel kelimesi/kavramı hem iyi hem de kötü eylemler için kullanılır. Salih amel denildiği gibi su (kötü) (4/110-123), seyyiat (7/153), habais (29/4), gayri salih (11/46) tamlamaları ile de kullanılır.

Tam da burada Mürcie’nin yukarıda aktardığım görüşü ile alakalı bir şey ilave etmem lazım. Erken dönem Mürcie’nin seslendirdiği görüş bu değil. Onlar “iç savaşlarda ölen ve öldüren sahabenin akıbetini Allah’a irca etmek lazım. İnsan öldürme gibi büyük günah işlemiş olmalarına rağmen imanlı insanlar olduğunda şüphe olmayan bu kişilerin cennete veya cehenneme gideceğini biz bilemeyiz, hüküm veremeyiz” diyorlar. Daha sonraları bu düşünce “imanlı olduktan sonra ne kadar büyük günah işlerseniz işleyin o günahlar imanınıza zarar vermez, ahirette mutlaka cennete gideceksiniz” görüşüne evriliyor. 

Ayrıca herkesin bildiğini bildiğim şekliyle ameli sadece ibadetlere hasretmenin yanlış olduğu kanaatindeyim. Amel, Allah-insan ilişkisi itibariyle iman ve ibadeti, insan-insan ve insan-toplum ilişkisi itibariyle de kâinatta yer alan canlı cansız mahlukatla olan münasebetlerin tamamını içine alır kı bunlar ahlak ve hukukun kapsama alanı içindedir malum.  Burada iman, “kalp ile tasdik, dil ile ikrar” deyip bedenen ameli devre dışı bıraktığınızda Allah’ın insanlara yüklemiş olduğu sosyal vazifeleri göz ardı etmiş olursunuz. O zaman iman, amel boyutu olmayan ya da ameli sadece Allah kul arasındaki ibadetlere indirgeyen bir noktaya gelir ki bu da Allah’ın kitap ve Peygamber göndermedeki maksadına aykırıdır. Ve öyle bir iman anlayışı dünyaya ait cezai sorumluluktan kurtulabildiği takdirde her türlü haramı, zulmü, yanlışı, bile bile yapan kelimenin gerçek anlamıyla ‘kötü’ Müslümanlar üretir. Bunu görmek için tarihin derinliklerine inmemize gerek yok, yakın ve uzak çevremize bakmamız kâfi. Öyle değil mi?

Bu noktada bize düşen ahirette kimin cennete kimin cehenneme gideceği konusunda ahkam kesmek yerine kendimize, kendi akibetimize odaklanmaktır. “Siz hidayette olduğunuz müddetçe dalalette olanların dalaleti size zarar vermez” (5/105) ayetinin rehberliğinde iman ve salih amel birlikteliğini yakalamaya çalışmak, Allah’ın razı olmayacağı kötü ameller yapmamak, yaptığımız takdirde de hemen onu telafi etmek ve Allah’ın engin rahmet ve merhametine iltica etmektir. 

Son maddeye geldim. Bunun ardından sonuç yerine deyip kısa bir değerlendirme ile konuyu kapatacağım. Son madde Müslümanları merkeze koyarak yaptığımız iman-amel denkleminde salih amel işleyen gayrimüslimlerin akıbeti.

Devam edecek.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Böyle bir konuda itikadi mezheb imamimiz Imam Maturudiden bahsetmemek tuhaf. Ehli-Sünnet itikadina göre ameller imandan bir cüz degildir. Kisi günah isliyor diye dinden cikmaz. Bu inanc tekfirci selefi vahabi zihniyetiinin görüsüdür, ehli-sünnetin genel kaidesine göre ameller imani etkiler fakat bir müminin amelinde kusur var diye ona kafir denmez.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin