Mevcut Almanya Hristiyan Demokrat–Sosyalist koalisyon hükümetinin dışişleri bakanı Walter-Frank Steinmeier 16 Alman eyaletini temsilen kurulan bin 260 delegeli meclisin oylaması ile Almanya’nın yeni cumhurbaşkanı seçildi. Steinmeier’in cumurbaşkanı seçilmesi çoğu kimseyi şaşırtmadı, keza Steinmeier gerek Hristiyan Demokrat grubu CDU/CSU’nun gerekse de kendi grubu olan SPD’nin ve diğer iki muhalefet partisinin desteğini aylar öncesinden alarak, bin 260 üyeli seçim meclisinde 923 oyu zaten garantilemişti.
Bin 200 oyun yüzde 75’inden fazlasını ilk tur oylamada alan Steinmeier, cumhurbaşkanlığı seçimlerine dışarıdan dahil olan Christoph Butterwegge, aşırı sağ Amanya İçin Alternatif Partisi adayı Albrecht Glaser ve son aday Engelbert Sonneborn’u büyük bir oy farkı ile geride bırakmayı başardı. Steinmeier’in cumhurbaşkanı seçilmesinin hemen ardından söz alan Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Steinmeier’in çok iyi bir cumhurbaşkanı olacağını ve Alman halkının büyük bir çoğunluğunun kendisinin cumhurbaşkanlığına destek verdiğini ifade etti. Aslında, Steinmeier’in Merkel tarafından desteklenip cumhurbaşkanı olması, Merkel için taktik bir yenilgiye de işaret etmekte. Steinmeier’in cumhurbaşkanlığı adaylığı yanlızca kendi partisi SPD ve Merkel’in partisi olan CDU tarafından değil, diğer muhalafet partileri olan Alman Liberal Partisi (FDP) ve Alman yeşiller partisinin de (Die Grüne) desteğini aldı. Şüphesiz böyle bir durum yaklaşmakta olan Almanya genel seçimleri için de bir takım anlamlar taşımakta.
Bundestag’da cumhurbaşkanlığı seçim oylamasının hemen ardından yaptığı konuşmada Steinmeier, ‘demokratik kurumların küresel düzeyde tehditler altında olduğu ve böylesine bir dönemde, Almanya olarak herkese umut olmak zorunda olduklarını ve tüm demokratik kurumları küresel düzeyde desteklemek ve ihya etmek durumundayız’ ifadelerini kullanarak gerek Avrupa’da hızla yükselen aşırı sağ partilere gerekse de Amerika Birleşik Devletleri başkanı Trump’a Almanya’nın yeni cumhurbaşkanı olarak ilk mesajını iletmiş oldu.
Trump için ‘nefret vaizi’ demişti
Takip edenler hatırlayacaktır, Steinmeier ABD’de başkanlık yarışı devam ederken, Trump’ı ‘nefret vaizi’ olarak tanımlamış ve demokratik bir toplumun Trump gibilere ihtiyacının olmadığını açık bir şekilde vurgulamılştı. Hatta öyle ki, Amerika‘da seçim yarışı devam ederken, ‘Trump’ın aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi’nin korku tellalları ve Avrupa Birliği’ne Brexit üzerinden büyük bir darbe vurmak isteyenlerle birçok ortak noktası olduğunu ifade ederek, çok sert bir tepki ortaya koymuştu. Şüphesiz bu tavrı koalisyon ortağı olan CDU/CSU ailesinde pragmatist ve Amerika cumhuriyetçilerine yakınlığı ile bilinen bazı Alman siyasetçileri çileden çıkarmıştı.
Bu ve benzer tavırlarına bakıldığında, Steinmeier görevi devralacağı selef-i olan Gauck’a göre farklı bir cumhurbaşkanlığı görevi yürüteceğine dair Alman kamuoyunda oluşmuş yaygın bir kanaat sözkonusu. Gauck cumhurbaşkanlığı görevi süresince ‘ahlaki otorite’ tarzında betimlenebilecek bir misyon yürütürken, başarılı bir siyasetçi ve diplomat olan Steinmeier’in özellikle Alman dış politikasına dair aktif bir görev anlayışı içerisinde olacağı Alman kamuoyunda konuşulan diğer hususlar arasında.
Üzülenler de var
Bununla beraber, Alman Sosyalist cenahında Steinmeier’in cumhurbaşkanı seçilmesine sevinenler kadar üzülenler de mevcut. Özellikle, CDU ve SPD birinci koalisyon hükümetinde dışişleri bakanlığı yaptıktan sonra, partisinin 2010 seçimlerinde çok büyük bir oy kaybı ile karşılaşmasının akabinde, Steinmeier ikinci CDU ve SPD koalisyonun mimarı olarak tekrar partisine güçlü bir ivme katmıştı. Hali hazırda Sigmar Gabriel liderliğinde ki SPD yönetimi ise gerek iç politika da gerese dış politika da aldığı kararlarla Alman seçmenin tepkisini çekmeye devam ediyor. Fakat, Martin Schulz’un Avrupa Parlamentosu başkanlığı süresinin bitmesi ile partisine geri dönerek bu yıl yapılacak seçimlerde Angela Merkel’e karşı şansölyelik koltuğu için yarışacak olması, SPD’ye bir nebze de olsa rahat bir nefes aldırmışa benziyor. İşte böyle bir konjonktürde Steinmeier’in cumhurbaşkanı olması şüphesiz Alman sosyalist hareketi için ciddi bir kayıp olarakta telakki edilebilir.
Fakat, Alman siyasetinin solundan sağına geniş bir spektrumda Steinmeier’in cumhurbaşkanlığına destek veren seçmen ve siyasetçilere kulak verdiğimizde, hemen hemen hepsi hep bir ağızdan Steinmeier’in partisi ile olan iltisakının ötesinde, devlet adamlığına, birleştirici yanına, soğuk kanlı ve diplomatik yönlerine dikkat çekilmekte. Alman toplumunun özellikle mülteci meselesi, terör olayları, Brexit, Rusya’nın farklı ülkelerde yapılan seçimlere farklı siber yollarla mudahale etmesi gibi birçok mesele üzerinden bölündüğü böyle bir dönemde, Steinmeier gibi bir ismin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak olması şüphezi Alman halkı ve devleti için büyük bir değer ifade edecektir.