Türkiye’de Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK) toplum üzerindeki etkilerine ilişkin bir rapor yayımlayan Arrested Lawyers Initiative (ALI) ve Human Rights Defenders (HRD), yıllar sonra ayrımcılığın ve dışlanmanın hâlâ devam ettiği belirtildi. Raporda, KHK’lıların bir tür ‘sivil ölüme terk edildiğine’ dikkat çekildi.
“Türkiye: KHK’lılara yer yok” başlıklı rapora göre, 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de OHAL dönemi uygulamaları nedeniyle 125 bin 678 kişinin kamu görevinden ihraç edildiği hatırlatıldı.
Rapora göre OHAL KHK’ları ile ihraç edilen kamu görevlilerini çalışma, eğitim, sağlık hizmetlerinden ve sosyal yardımlardan yararlanma gibi haklardan mahrum bırakan ayrımcı uygulamalar devam ediyor.
Euronews’te yer alan habere göre, OHAL KHK’ları ile ihraç edilen kamu görevlilerinin istihdam kursları gibi kamu programlarına kabul edilmediği ifade edilen raporda, KHK’lıların okul servisi sürücülüğü gibi en temel işlerde çalışmasının dahi yasaklandığına dikkat çekildi.
Raporda ayrıca KHK’lıların engelli bakım yardımı, evlat edinme, vergide eşitlik, iş yeri açma, meslek edindirme kurslarına katılma, başarı bursu alma gibi alanlarda ayrımcı uygulamalara maruz kaldığına işaret edildi.
“KHK’LILARIN AİLELERİ DE ETKİLENİYOR”
Kanun Hükmünde Kararnamelerin sadece görevinden ihraç edilen kişiyi değil eşlerini ve çocuklarını da etkilediğine dikkat çekilen raporda şu ifadelere yer verildi:
“KHK ile ihraç edilenler ile eşleri ve çocukları, dar gelirlilere yönelik Genel Sağlık Sigortası’ndan ve engellilere sağlanan sosyal haklardan yararlanamamaktadır. İşini ve emekli maaşını kaybeden ve yeni bir iş bulamayan KHK’lılar, kara listeye alındıkları için dar gelirlilere sunulan genel sağlık sigortasından ve engellilere sunulan sosyal haklardan mahrum bırakılmaktadırlar. Örneğin kanser hastası bir sağlık çalışanı olan Zehra Doğramacıoğlu ve Down sendromlu kızı, dar gelirlilere sağlanan genel sağlık sigortasından ve engellilere sunulan sosyal haklardan mahrum bırakılmışlardır.”
Raporda, Leiden Üniversitesi Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Profesörü Helen Duffy, İnsan Hakları Profesörü Kerem Altıparmak ve Prof. Ümit Cizre’nin görüşlerine de yer verildi.
Raporda profesörlerin görüşleri şu şekilde aktarıldı.
TOPLUMUN DEVAMI İÇİN ÖLÜM HABERCİSİ GİBİDİR
Prof. Helen Duffy: “Net bir yasal çerçeve, uygun kanuni usuller ve bağımsız mahkemeler önünde etkili hukuk yolları olmaksızın uygulandığı ve etkilerinin olağanüstü halin ötesine geçerek yeni normal haline geldiği durumlarda, belirsiz ve geniş kapsamlı ‘acil durum’ önlemleri hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir toplumun devamı için ölüm habercisi gibidir. Türkiye’de kamu sektörü çalışanlarının, insan hakları savunucularının ve diğerlerinin tasfiyesinin sonuçları, doğrudan etkilenenlerin ve ailelerinin tüm ekonomik, sosyal, medeni ve siyasi hakları ve de demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından çok derindir.”
ADİL BİR YARGILAMA YAPILIP, İNSANLARA SAVUNMA HAKKI DA VERİLMİŞ DEĞİLDİR
Prof. Kerem Altıparmak:
“Her ne kadar KHK’ler iç hukuk açısından bir ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet verilmesi anlamına gelmese de sonuçları itibariyle bazı açılardan hapis cezası almış ve cezasını çekmiş insanların durumundan bile daha ağır sonuçlar doğurmaktadır. Bu, KHK’lı olmanın kınanırlık açısından ve cezanın niteliği açısından ceza hukukuna göre cezalandırmaya benzer sonuçları olduğunu ortaya koymaktadır. Ne var ki bu sonuca ulaşırken adil bir yargılama yapılıp, insanlara savunma hakkı da verilmiş değildir. Ben KHK’ler ilk çıktığından beri, KHK ile listelemenin AİHS’in 6. maddesinin özerk anlamıyla bir ceza olduğunu düşünüyorum ve kimsenin adil bir yargılama yapılmaksızın bu şekilde cezalandırılmasının mümkün olmadığı kanaatindeyim.”
KHK KURBANLARININ HAYATTA KALMA MÜCADELESİNE SES VE DESTEK VERELİM
Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler profesörü Ümit Cizre:
“Açık yasaklamalar, mahrumiyetler ve ayrımcılıklarla karşı karşıya bırakılıp gerçek anlamda sivil ölüme terkedilmiş KHK kurbanlarının hayatta kalma mücadelesine ses ve destek verelim. Bu değerli kardeşlerimiz aileleri ile birlikte yıllardır yürek burkan ve en apolitik kişiyi bile derinden sarsması gereken bir yaşama savaşı içindeler. Onların bugüne kadar kaybettiklerini geri vermek mümkün değil. Sonuçta, yapılması gerekenler son derece normal, doğal ve minimum: haklarının iadesi yönünde bireyler ve toplum olarak “bana necilik” değil duyarlılık göstermek; siyasetçi/ siyasi partiler olarak kararlı müdahale ve baskıyı sürdürmek.”