AHMET KURUCAN | YORUM
Çok yoğun geçen bir günün ardından akşam yemeğini yemiş, çayın demini almasını beklemek üzere oturma odasına geçmiştim. Mutfaktan eşimin “Aaaaaaa!” sesiyle irkildim. Zihnim “Yine ne oldu? Kötü haber acaba bu defa ne?” düşünceleri ile doldu. Zaten iki-üç saniye bile geçmeden aldığı haberi iletti bana: “Ali Açıl Ağabey vefat etmiş. İnanamıyorum!”
Doğrudur, inanamamıştır. Zira meşhur bir deyimde söylendiği üzere, “Her ölüm erkendir.”
Yaşı 90’a gelmiş, ömrü tabiisini sebepler planında tamamlamış, hatta yıllardır yatalak, aylardır sekerât-ı mevt döşeğinde yaşayan ve neticede, “Allah’ım! İki rahmetin birini ver. Çok ıstırabı var. Ya şifasını ver ya da ruhunu teslim al!” diye dua edilen insanların vefatı bile erkendir.
Eşimin bu tepkisi midir beni farklı düşünmeye iten, onu teskin ve teselli etme amacı mıdır bilmiyorum ama bu defa ben, “Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz!” deyip rahmet dualarımı okuduktan sonra, “Şaşırma, artık bu tür haberlere alışmak zorundayız. Bundan sonra böyle!”dedim.
Evet, inanıyorum. Şu an itibariyle sıralı ölüm açısından bakarsanız ailemde sıra bende. Yaş kemale erdi. Çocuklarımın ikisi bekar ama kızım evli ve ben artık dedeyim. Benim yaşımda iken babamın 3 çocuğundan 7 torunu vardı. Ali Ağabey de dedeydi. Hem de 5-6 tane boy boy torunları olan bir dede. Her neyse. Bu ayrı bir fasıl.
Ali Açıl’ı Hocaefendi’nin yanında talebelik yaptığım 1980’li yılların ikinci yarısında tanıdım. Sevimli bir siması, hüşyâr bir kalbi, sıcak iletişimi, yol yordam bilen terbiyesi ile dikkatimi çeken Ağabeyler arasındaydı. Hocaefendi’nin ona olan hususi iltifatları da dikkatimi çekmişti.
Kimdi bu?
İstanbul esnafı idi ama bu yetmiyordu benim için. Cömertliğini duyuyorduk uzaktan uzağa. Hacı Kemal Ağabey ile yakın münasebeti de dikkat çekiciydi.
Ali Ağabey ile birebir tanışmamız oğlu Alp’in Yamanlar Lisesi’nde öğretmeni olduğum zamanlarda oldu. Peşi sıra İstanbul’a taşındım. İstanbul’da o tanışıklığımız ailelerin de tanışıklığı ile farklı bir evreye geçti. Kızının İzmir’de can-ciğer bir dostumuzun oğluyla evlenmesi bu münasebetleri pekiştirdi. Amerika ve Kanada’da da hiç kopmadı.
“Her insanın evi kendine kabir.” derdi rahmetli annem. Öyledir. Her insanın evi kendine kabirdir. Ama evi haricindeki özellikleri ile itibariyle tanıdığım kadarıyla can insandı Ali Ağabey.
Candandı, içtendi, samimiydi.
İçi kan kussa bile kızılcık şerbeti içmiş gibi neşe doluydu. İnandığı değerler uğruna canını feda edebilecek yiğit bir insandı. Nitekim öyle de oldu.
Asil bir ailenin asil bir evladı olarak Türkiye ortalamasının çok üstünde mali zenginliğe sahip olmasına rağmen bütün mal varlığını gönüllü olarak feda eden birisiydi. Yüzlerce şahidi var. Kendisinden de dinledim. A, B, C cemaati demeden kapısını çalan herkese maddi yardımda bulunurdu. “Ama!” derdi merhum, “Aslan payını cemaatimize verirdim.”
İhtiyaç olduğunda para kasasını açıp, “İhtiyacınız olduğu kadar alın!” diyen ve ne kadar alındığının da hesabını tutmayan bir insandı. Hani o meşhur klişe içinde, “Cömertlik diye yazılır, Ali Açıl diye okunur!” desek sezadır.
Ölüm haberini aldığım dakikadan şu satırları yazdığım zamana kadar aradan 12 saat geçmiş. Bu 12 saat içinde sosyal medya platformlarında taziyelerini ve üzüntülerini paylaşanların yanında hatıralarını paylaşanlar da oldu. Ben de bir hatıramı paylaşmak istiyorum.
1998 Ramazan’ı. Zaman Gazetesi’nde Yayın Koordinatörü olarak çalışıyorum. Ramazan ayında Ramazan sayfası yapmak gazetelerin adetidir. İslam ile arasına mesafe koyduğu her haberinden belli olan dönemin çok satan gazeteleri bile o sayfayı yapardı. Ama ne gariptir ki İslami kimliği ön planda olan gazeteler Ramazan sayfalarında o çok satan gazeteleri taklit ederdi. Çok ciddi bir farklılık göremezdiniz. Hatta akademik bilgi açısından baktığınızda Hürriyet ve Milliyet gibi gazetelerin daha seviyeli olduğunu bile söyleyebilirim.
Biz yayın ekibi ile toplandık ve farklı bir sayfa yapalım kararı aldık. Zaman farkını bu sayfada da gösterelim istedik. Allah’a hamdolsun kurduğumuz ekip geceli gündüzlü çalışarak çok güzel bir sayfa ortaya çıkardı. Toplumun hemen her kesiminden müspet geri bildirimler aldık. Telefon tebriklerinin haddi hesabı yoktu. E-maillerle gelen tebrikler bir kaç kitap ederdi.
Ali Açıl, en son Fransa’daki arkadaşlarını ziyaret etmişti… Dönüş yolunda uçakta geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Ramazan’ın son günü. “Ali Açıl arıyor!” dedi sekreter arkadaş. Açtım. “Buyur Ağabey!” dedim. O insanın içine ferahlık veren sesiyle Ramazan sayfasından dolayı teşekkürlerini iletti. Arkası yarın edasıyla her gün bir gün sonrasını beklediğini anlattı ve ardından bizi bayram sonrası bir restorantta yemeğe davet etti. Adı da ‘Teşekkür’ yemeği.
Adını çok duyduğum ama hiç gitmediğim lüks sayılabilecek, ortalamanın üzerinde bir lokantaydı. Bu nedenle sadece beni davet ettiğini düşündüm önce. Ardından, “Kaç kişi olacaksınız?” dedi. Şaşırdım. “Anlamadım!” dedim. Gerçekten de anlamamıştım. “O sayfada çalışan, emeği geçen kaç kişi?” dedi. “Ağabey hepsini mi davet ediyorsunuz?” dedim.
Kendine has gülüşüyle öyle bir güldü ki! “Tabii ya! Bu sayfayı sen tek başına çıkarmadın ya! Dizgiden tashihe, mizanpajdan yazarlarına varıncaya kadar kaç kişi ise hepsini.”
İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordum. Çok sevindim. Bayram sonrası arkadaşlarla konuşup bayram sonrası o günü kendisine bildirmek üzere kapatttık telefonu.
Ekip bayram sayfası hazırlıyordu. Yanlarına gittim. İnanamadılar. Hayatlarında ilk defa böyle bir okuyucu tebriği ve teşekkürü alıyorlardı. Belki onlar da benim gibi hiç o lokantaya gitmemişlerdi.
Ve o gün geldi…
Ali Ağabey krallara layık denebilecek ölçüde bir sofra donattı bize. Garsondan menüde ne varsa hepsinden getirmesini ve ortaya koymasını istedi. Kendisi ise “Bana önce göbekli bir marul salatası getir.” demiş ve büyük bir iştahla yemişti. Gözümün önünden hiç gitmiyor o manzara.
Afiyet olsun Ali Ağabey…
İnanıyorum ki şu an dünya hayatında iken inancın, Müslümanca yaşamın ve yapmış olduğun maddi-manevi yardımlar vesilesi ile nice göbekli marul salatalarının olduğu sofralarda ağırlanacaksın. Çok tekrar ettiğin duan içinde meccanen yargılanacaksın. İnancım ve duam o istikamette. Bir yâd-ı cemil bıraktın gittin bu dünyadan.
Ben eşime, “Artık alışmalıyız bu ömrü tabii içindeki ölümlere…” desem de çok erken gittin.
Allah rahmeti ile kuşatsın seni. Mekânın cennet makamın âlî olsun.
Mübarek Hizmetimizin ilk günlerinden itibaren, Hoca Efendimize Hak ve hakikat yolunda yaren olmuş, maddi ve manevi çilelerin her birine göğüs gererek, gençlere abide örnek olan, önden giden atlılar, kabirlerinizde pür nur içerisinde uyuyun. Ardınızdan gelecek atlılar yanınıza zafer muştuları ile gelecekler. Biiznillah 🤲🙏🇹🇷