YORUM | M. NEDİM HAZAR
Adolf Hitler, Mein Kampf’ı (Kavgam) Kasım 1923’te sözde Birahane Darbesi ile Alman Cumhuriyeti’ni yıkma girişimi nedeniyle vatana ihanetten mahkûm edilmesinin ardından 1924’te Landsberg hapishanesinde yazmaya başlamıştı.
Daha önce de bir vesile ile belirtmiştim, Tayyip Erdoğan yaklaşık 3 aylık hapishane hayatında bir tek bu kitabı okumuştu.
Darbe başarısız olmasına rağmen Hitler, bu davayı Nazi propagandası yaymak için kürsü olarak kullandı. Bu olaydan önce çok az tanınan Hitler, Alman basınında ve uluslararası basında anında bir şöhret kazandı.
Mahkeme onu beş yıl hapis cezasına çarptırdı ancak sadece 8 ay yattı.
Siyasi kariyeri en düşük seviyesinde olduğu için bu kitabı yayınlamanın ona biraz para kazandıracağını, radikal görüşlerini yaymak için bir propaganda platformu işlevi göreceğini ve kendisini Almanya’ya ihanet etmekle suçlayanlara saldıracağını umuyordu.
Kitaba ilk başta “4 ½ Jahre Kampf gegen Lüge, Dummheit und Feigheit: Eine Abrechnung” (Yalanlara, Aptallığa ve Korkaklığa Karşı 4½ Yıllık Kavgam: Bir Hesaplaşma) adını vermişti ancak sonunda “Kavgam” şeklinde kısaltıldı.
Pek bilinmez ama kitabın arkasındaki beyin Nazi Partisi yayınevi Franz Eher Verlag’tı.
Bu yayınevinin hikayesi oldukça enteresandır ve günümüze ışık tutacak pek çok veri içerir.
Hitler’deki cevheri ilk keşfedenlerden biri yayıncı Max Amann’dı. Ve yukarıda adını verdiğim yayınevi ile bir kitapçıyı ilk satın alıp ismini değiştiren o oldu. İlk yayınları da Hitler’in kitabı olmuştu.
Amann’ın hayatını incelediğimizde bugün kendine (Türkiye’de) “muhalif” diyen pek çok profil ile inanılmaz benzerlik gösteriyordu.
Mantığı şuydu;
“Yahudiler o kadar çok suç işledi, günah işlediler ki tercih edeceksem Hitler’i tercih ederim!”
Hitler’in hayranıyken akıl hocasına dönüşmüştü Max Amann.
NSDAP (Hitler iktidara geldikten sonra, Amann – Joseph Goebbels ve Otto Dietrich ile birlikte) Alman basınını hizaya sokmada önemli bir etkiye sahipti.
1933’te Reich Kültür Odası’nın Goebbels başkanlığındaki bir bölümü olan Reich Basın Odası’nın başkanı oldu. 28 Haziran 1933’te “Alman Gazete Yayıncıları Derneği” (VDZV) başkanlığını devraldı.
Hamburg Üniversitesi’nde Alman Tarihi Profesörü olan Rainer Hering, Hitler’in karizmatik doğası ve hedef kitlesel sahnelemesinin çok dikkat çekmekle beraber, başkalarının başka saiklerle yol vermesi olmasaydı Hitler’in diktatörlüğünü konsolide edemeyeceğini ileri sürer.
“Hitler ülkeyi tamamen ele geçirmesi yardım almadan mümkün değildi: Hitler’in iktidara gelme yolunda iş, siyaset, medya ve ordu gibi farklı alanlardan destekçileri vardı. Bunların arasında Fritz Thyssen gibi mali yardımcılar da vardı. Bu kişiler ya kendileri büyük meblağlarda para bağışladılar ya da büyük ticari kuruluşlardan bağış istediler, ya da medyada, üniversitelerde onu desteklediler. Diğerleri sadece mesleklerini icra ederek veya doğrudan Hitler’in çalışanları olarak dolaylı olarak yardım ettiler. Çünkü ilişki kurmak ve sosyete ile tanıştırılmak da onun yükselişinde önemliydi.”
Size çok enteresan bir şahıstan bahsedeceğim, muhtemelen ismini ilk kez duyacaksınız: Ernst Franz Sedgwick Hanfstaengl.
Alman-Amerikalı iş adamı, sanat tüccarı, siyasi aktivist ve politikacıydı . En çok 1920’lerde Hitler’in mali destekçisi ve arkadaşı, 1930’larda Nazi Partisi’nin dış basın şefi ve daha sonra Franklin D. Roosevelt için çalışan John Franklin Carter yönetimindeki bir çalışma grubunun üyesi olarak tanınıyordu.
O da tıpkı Max Amann gibi kötülüğün iktidar olmasının önemli etkenlerinden olmuştu.
Batı dünyasında Hitler’in “en kötü” olmadığını iddia eden kişilerden biriydi.
Bir diğeri ise Hitler’in sadık elemanı Himmler ve eşi Magreta’nın kızları Gudrun’un kocası Kurt Dieter Berwitz. O da Hitler’in kötünün iyisi olduğunu tezini savunanlardandı.
Yakın zamanda “American Traitor: The Trial of Axis Sally” filmine de konu olan Amerikalı oyuncu Axis Sally (Mildred Gillars) Hitler’i hem batıya karşı şirin gösteriyor, hem de onun propaganda metinlerini radyodan okuyordu. Washington’da yargılanırken, “bu bir işti” diyerek durumunu kurtarmaya çalışmıştı.
Sayıyı binlerceye çıkarmak mümkün.
Şunu demek istiyorum.
Kötülük iktidar olurken sadece kötüler değil, iyilerin sessizliği ya da pasif desteği de onların iktidarını sağlamlaştırdı.
CHP içindeki Ergenekoncu tayfanın Sadullah Ergin tepkisi böyle bir durumun çarpıcı örneğidir bence.
Bazı görüşe göre dünya tarihi isim koyma tarihidir.
Elbette ki bu anlayış algı denilen kavramla biraz evrildi ama yüzlerce yıldır böyle oldu.
Biri bir isim koyduktan sonra ismi konulan isterse kendini parçalasın artık üzerine yapışan o isimden kurtulamıyor.
Misal, La Fontaine denen bir zevzek çıkıyor ve “Tilki kurnazdır, karga aptaldır” diyor ve tarih boyunca kurnazlık ve salaklık bu hayvanların üzerine yapışıp kalıyor.
Elbette başarısız çabalar da var.
Bunun için güç bile yeterli değil.
Tayyip Erdoğan hırsızlığının ortaya çıkmasından sonra cemaati “paralel yapı” olarak isimlendirdi ve “bir savcı bulur hepinizi terörist ilan ederim” dedi.
Ama yıllarca bunu başaramadı.
Ne zaman kadar.
Adlandırmadan algıya geçtiği zamana kadar.
Çünkü algı, isimlendirmenin bir sonraki aşaması.
İnsan üzerine yapıştırılan bir ismi yıllarca silmeye çabalasa da başaramayabiliyor.
Daha önemlisi kendi hakkında oluşturulan bir algıyı değiştirebilmesi neredeyse mümkün değil.
Geçtiğimiz gün bir paylaşımında “Fethullahçılardansa Hüdapar’ı, mafyayı tercih ederim” diyen Erk Acerer’den, neredeyse her konuşmasına “Fethullahçı terör” cümlesi sıkıştıran Murat Yetkin’e kadar bu algının bilinçli-bilinçsiz destekçileriyle Gülen Cemaati’nin işinin çok zor olduğunu düşünüyorum.
Bakın bu da her görüşüne katılmasam da ciddiyetine ve fikirlerine saygı duyduğum bir akademisyenden:
Hani Esra Hocaya sorsan “Hangi yıl, hangi seçimde cemaat hırsızlık yaptı?” diye eminim topu kanatlara yayar işte “Siz soruları da çaldınız falan filan” şeklinde algıya sığınacaktır eminim.
Bunları nakletmemin sebebi eleştiriyor olmam değil.
Hatta kızmıyorum bile.
Son derece normal görüyorum.
Bakın toplumsal bir kanaati değiştirmek çok zordur.
Yıllar gerekir.
“Tayyip’i karımla yakalasam suçlu karımdır” şeklindeki mutlak bir inancı değiştirmek imkansıza yakındır.
Bu sebeple bu seçimlere biraz daha temkinli yaklaşılmasını isterim.
Ama benim diyeceğim başka bir şey.
Kanaati değiştirmek zor, algıyı değiştirmek ise neredeyse imkansızdır.
Birileri size “terörist, hain, şeytan” yaftası vurmayı başardıysa bundan kurtulmanız neredeyse mümkün değil.
Cemaate kötü haberim bu.
Ama bir de iyi haberim var.
Bir algıyı değiştirmek mümkün değil ama yerine başka bir algı yerleştirmek pek ala mümkün.
Dünün şeytanı olarak görülen Ergenekon’un yerine Cemaat kolaylıkla konuldu.
Kimi hasetinden, kimi alerjisinden, kimi nefretinden, hasılı türlü türlü sebepten muazzam bir cemaat düşmanlığı var.
Erk Acerer’inden Murat Yetkin’ine, Esra Arsan’ından Temel Karamollaoğlu’na uzanan son derece geniş ve zengin bir yelpaze bu.
Bu algı kolay değişmeyecek dostlar.
Yeni bir şeytan bulunana kadar, ki o da büyük ihtimalle Tayyip ve AKP olacak, böyle gidecek bu.
Söyleyeceklerim bu kadar.
Dün Focus dergisinin Nisan sayısının başındaki Editör yazısını okumuştum. Baş Redaktör yazısını bir alıntıyla bitiriyordu. Buna göre İsrailli politikacı David Ben-Gurion demiş ki:
“Wer nicht an Wunder glaubt, ist kein Realist.”
Desteklediğim bakış açısını dillendiren Gurion’un bu cümlesine ben de kafiyeli bir ekleme olarak şunu söylemek istiyorum:
“Wer keine Schriften von Nedim Hazar nicht gelesen hätte, sei nie einen wahren Pessimist.”
Nedim Hazar karamsarlık pompalayan biri değil.
Bana öyle geliyor ki, Sayın yazarın kafası biraz karışık. Veya yazı aceleye geldi, düşünceler tam netleşmedi.
Örneğin:
“Bir algıyı değiştirmek mümkün değil ama yerine başka bir algı yerleştirmek pek ala mümkün.”
Ne demek bu cümle? Ben anlamadım. Algının yerine başka bir algıyı yerleştirince değiştirmiş olmuyor musunuz sonuçta?
Onun dışında şunu söylemek isterim.
Bugünkü hava içinde böyle analizler yapmak bence çok yararlı değil. Cemaatin terörist olduğuna bu kadar kolay inananlar yarın aksine de ikna olur. Bu halk yığınlarının büyük çoğunluğu için geçerlidir.
Diğerleri için fazla söz söylemeye gerek yok. Eğer birileri kökten düşman ise, bu düşmanlık fanatizm derecesine gelmişse, o vak´alara bir şey demek yerine bir kenarda bırakmak lazım.
Bu sürecin öğrettiği iki şeyden biri de şu oldu aslında:
Dindar kesimlerin dostluğuna güvenme. Beyinleri bağımsız çalışmaz, devlete bağlı yön belirlerler. Gördüğüne değil, yukarıdan gelene inanırlar.
Solcu, laik kesimin de söylemlerinden karşınızda medeni bir insan olduğu algısına kapılma.
Onların da yine beyni ya devlete bağlı çalışır, ya da duygularının, fanatiklik derecesinde önkabullerinin esiri olmuşlardır.
Bizim gibi insanlara terörist, suçu bucu demekten çekinmezler, ama geçmişinde suç örgütü liderliği sabit ve tescilli olan Sedat Peker´in adını anarken ağızlarını üç kere yıkayıp “Sayın Peker”, veya “Sedat bey” derler.
Bunların medeniliği işte bu kadardır…
Sevgili İsmail, benim bu konuda kafam pek karışık değil lakin (belki de Ramazan etkisi) sizin okuduğunuzu tam olarak anladığınızdan emin olamadım.
Şöyle izah edeyim.
Diyelim ki şöyle bir algı var: “Nedim Hazar hırsızdır.”
Eğer bu algı yerleşik hale gelirse sittin sene bunu değiştermem pek mümkün değil.
Ama bunun yerine
“İsmail hırsızdır” algısını yerleştirebilirsem benim hırsız olduğum algısının önemi kalmaz ve kimse hatırlamaz.
Mesele bu.,
Umarım izah edebilmişimdir.
Bence Türkiyeliler hep aynı vaziyetteler. Bazı insanlar çıktı. Bunlar diğer insanlar gibi aynı çöplükten çıktı. Diğer çöplüktekiler gibi etten, kemikten yaratıldılar. Onlar da Türktü. Onlarda darbelerin, hukuksuzluğun, şiddetin sarhoşu oldular. Fakat insanların bir kısmı bir motivasyon yakaladı ve hukuksuzluk, değersizlik ruh halinden kurtuldular. Bütün mesele bu insanların hayata bir değer katmaları, hukuka sıkı sıkı bağlı olmaları, Hukuk Devletine, kanunlara, hak ve hukuka sıkı sıkı bağlı hale gelmeleri.
Nereden hukuka, Devlete bağlı hale geldiler. Artık çöplükte hukuksuzluğun, hırsızlığın hesabı soruluyordu. İnsanlar kendilerine çekidüzen vermek zorunda kaldılar. Bu nedense insanları sevindirmesi gerekirken çok rahatsız etti.
Alışkanlıkların terk edilmesi rahatsız etmişti. Hukuka hak edilen değeri vermek yerine kendi hukuksuz düzenlerinde memnundular. Tabi Türkiye bir Avrupa gibi sosyal adaletin, gelir dağılımın eşitliğini sağlayamıyordu. Birileri aşırı zengin birileri fakir. Fakirlerin başına Tayyipi dikiyorsun, zenginlerde CHP ye bağlanıyor.
Eğer Türkiye Avrupa Birliğine girerse gelir dengesizliği düzelecek, adalet ve emniyet, refah oluşacaktı. Bence sermaye sahipleri bu durumdan rahatsız oldu. Ve Avrupaya girmeye hazırlanan Türkiyede ilk Türkiye Cumhuriyetin arkasından çekilenler bence sermaye diğer adıyla TÜSİAD oldu bence. Daha önceleri Cumhuriyetin değerlerine sürekli vurgu yapan, her lafa giren TÜSİAD neredeyse kayıplara karışmıştı. Ne oldu tüsiadın cumhuriyetinin değerlerine?
Bu galiba Hitler hikayesine benziyor. Sermaye Hitlere destek vermiş ve karşılıklı çıkar ilişkisi kurmuşlardı. Savaş sayesinde sermaye oldukça güçlenmişti. Türkiyede de sermayenin daha da zenginleştiği, çöplüğe razı fakirin de daha fakirleştiği söyleniyor. Zaten tüsiadın sesinin kaybolduğu özellikle 15 Temmuz sonrası Tayyipli yıllarda kimse Cumhuriyetin değerlerinden bahsetmez olmuştu hatta sanki laiklik, Atatürkün değerleri yerindeymiş gibi normal karşılanmıştır.
Bu dehşet bataklık ve Ülkeyi soyma sisteminde Türkiye Cumhuriyetin yıkılışına ses çıkartmayan hatta oh olsun diyen Kemalistler Sermaye için tehlikeli değildi. Kemalistlerin elinden kemalizmi aldılar da adamlar fark etmediler bile. Boyna oh olsun diyorlardı. Müslümanlar kendi hukuk düzenini kendi içlerinde kurmuşlardı. Kendi yargıları vardı. Aslında yargıları dinsizlere karşıydı. Ama Sermaye dış güçlerin yani dışarıdaki iş ortaklarının yardımıyla orduyu terör yuvası olarak göstermeyi başardılar. Köprüye canlı yayın sistemlerini kurmuş, Tayyipi kullanarak sokağa sivilleri çıkartıp, boğaza yönlendirip sonra da polis bunların zincirlerini çözüp salarak çaresizce polisin yada askerin kendilerini teslim almasını bekleyen askerin üzerine saldılar. Sermaye ve dış iş bağlantıları canlı yayında Türkleri soktukları tuzakta birbirlerinin etlerini parçalamasını keyifle izliyorlardı? Neden keyifle izliyorlardı? Çünkü burada fetö nün tohumları atılıyordu. Darbecilere yani 2000-3000 kadar bir insana isim taktılar. “Bunlar kim biliyormusunuz? Bunlar varya bunlar Cemaat” dediler. Bu hileyi TÜSİAD ve dış sermaye dostları şöyle yaptılar. Önce Adilin tarlada fotoğrafını koydular. Sonra Adille F. Gülenin alakasız bir fotoğrafını gösterdiler. Bu sırada gösterirken “sakın sırayı karıştırma, önce Adilin fotoğrafı, sonra ikisinin. Bu sayede insanların beyninde çağrışım yoluyla cemaati fetöye götüren zincir kurulacaktı. Köprüdeki tetikçiler sivilleri şahitler eşliğinde öldürüyorlar ve iş bitince insanlar arasına karışarak kayboluyorlar. Köprüdeki cinayetleri kim işledi? İnsanlara şöyle bir güzergahı beyinlerinde oluşturdular. “Eğer Adil darbenin içindeyse, Adil F. Gülen ile görüşüyorsa o zaman köprüdeki cinayetleri cemaat yapmıştır. Bu mekanizmanın kırılmaması için Adili ortadan kaldırıyorsun ve artık Adili bırakan Devlet ve Sermaye pazarcı teyzeyi tutuklayabilirdi. İnsanların o beynindeki hat yanıltıcı şeylerle doludur. Hukuk bu açıkları fark eder ve sorar. Ama halk hiçbir şey sorgulamaz. Bin yıl yaşasa fetö diyecek. Murat Yetkin gibiler de bu hattın aktif kalması için sürekli besler ve hormonal faaliyetin devam etmesini sağlar. Bundan sonra müslümanların beynindeki sorgusuz, sualsiz, haksız, hukuksuz hat hep canlı tutulacak. Belki istiklal marşı yerine, kemalizm yerine, artık sürekli fetö söylemi tarzında bir yemin müslümanlara eşşek gibi anırtarak söylenecek. Kemalistlerin ne kadar boş olduğunu sistemleri yıkılırken oh olsun demelerinden gördük. Müslümanlar da ne kadar sorgulamadıkları, beyinlerin ne kadar durgun olduğunu gördük.
Ben müslümanlara biraz yardım edeyim. Fotoğrafta çocuklara rağmen F. Gülen Adile boğazın yarısını kapat demiş olabilir. Adilde neden boğazın yarısını kapatıyoruz efendim dediğinde, F. Gülen herhalde “orada sermayenin temsilcileri var, onlara şov izlettireceğim” mi demiştir. Hiç kimse köprünün yarısının neden kapatıldığını F. Gülene sormadı. Kimse neden darbe yaptığını F. Gülene sormadı. Koskoca Muhaberat ve Milleti soru sormaktan, öğrenmekten, araştırmaktan, merak etmekten korkuyor. Ne kadar eziyetli bir yaşam böyle. Resmen eziyet içinde yaşıyorlar. Kendilerine eziyet ediyorlar ama bu beyindeki fetö hattı için gerekli.
Düzelme şöyle olacak. Sokağa çıkan askerlerden cemaate, cemaatten fetöye giden süreci tersine çevirmek. Ama bütün köşe başları tutulmuş durumunda. Oh olsuncuları Kılıçdaroğlu, müslümanları Tayyip, Kürtleri HDP ile kontrol ediyor, sıkı markaja alarak fire vermemeye çalışıyorlar.
Dönek bir seçmen olsan HDP ye katılsan KCK dan dolayı Devletine bağlı insanlara düşman olacak, CHP ye katılsan Ergenekondan dolayı düşman olacak, AKP de 17 Aralıktan dolayı düşman olacak ve hangi partiye girse hep fetö propagandası yapılacak. KCK, ETÖ, 17-25 Aralıkın ortak noktası Devlete karşı işlenmiş suçlar olması ve bu Devlete bağlı insanlara karşı düşmanlık oluşturmuştur. Asıl sorun Devletine bağlı insanlara düşmanlık sorunudur. Bu insanların Cemaate bağlığın fazla olması Cemaatin Devlete bağlı bireyler konusundaki tutumudur aynı zamanda. Ortak kötülük iyiliğe saldırmaktadır. Algının düzeltilmiş hali budur.
Nedim Hazar en cok takip ettigim, 20 yildir hemen hemen hic bir yazisini kacirmadigim yazarlardan biridir. Yazi karamsar ruh haletiyle yazilmis.
20 bin takipcili Esra Arsan in subjektif degerlendirmeleri vız gelir tırıs gider. Yuzbinlerce artik iyice olgunlasan hizmet gönüllüleri, yeni yetme Harvardlısı, Silikon vadilisi, Sorbonne , London College lisi, 4 dili ana dil seviyesinde konusan dinamik gencligi ile cok guzellikler üretecek ve hep bir iyilik hareketi olmaya devam edecek. Erk Acarer ne demis Nedim ne höykürmüş gencligin umurlarında bile degil….
Evet iftira devam edecek. İftira ile hukuk aynı yerde olmaz. Adamlar iftira için Hukuk Devletini yok etti. İftira, yalan var oldun, yaşasın diye Hukuk Devleti yok edildi. Yalan, Hukuk Devleti karşılığında satın alındı. Yani yalan için çok büyük bedel ödendi. Acaba bedel mi ödendi yoksa zaten amaç Hukuk Devletini yok etmekmiydi? Bence Türklerin Cemaat ile hiçbir sorunu yok. Türklerin sorunu Hukuk Devletiyle. İyi insanlar Hukuk Devletine sahip çıktıkları için düşman olarak algılanıyor. Hukuk Devletine düşmanım demek yerine hukuka sahip çıkan iyi insanlara düşmanım demek yerine cemaate düşmanım demek işlerine geliyor. Fetö algısını oluşturmak için Türkler çok bedel ödedi. Hukuk Devletlerini verdiler. Burada şunu sormak lazım. Türkler neden Hukuk Devletlerini yok ettiler? Fetö algısını yaşatmak, Hukuk Devleti düşmanlığını gizlemektedir. Neden Hukuk Devletine düşmanlar? Bu düşmanlığı neden Fetö adı altında gizlemeye çalışıyorlar? Yani Fetö söylemine kendilerin çok ihtiyacı var gibi. Çocuğun ağzındaki şeker gibi bunların da ağzında terör. Ağızlarında sakız gibi çiğniyorlar, şişirip şişirip patlatıyorlar. Sanki Hukuksuz Devletin tadını çıkarıyor gibiler. Fetö sakızını keyifle çiğniyorlar. Yani hiç rahatsızlarmış gibi görünmüyorlar. Adamlar Cumhuriyetin, Atatürkün değerlerinden bahsedecekleri yerde feeetttttööööö diye ağızlarını hortum gibi kullanıyorlar. Sanırsın ki bunların Milli yemini bu. Müslümanlar da haramlardan bahsedecekleri yerde zikir yapar gibi fetö, fetö, fetö diye tesbih çeker gibi haram yerine terörden bahsediyorlar. Terörden bahsedince hepsinin hukuk düşmanlığı gizlenmiş ve iyi bir insan hatta kahraman olmuş oluyorlar. İnsanlar neden haramı, hukuku kabul etmekte bu kadar zorlanıyor? Çıkarlar yoksa herşeyin önüne mi geçmiş? Tamam diyelim haram hassasiyetin yok yada hukuka karşı saygın yok, birlikte yaşamanın asgari değerlerini karşılamaktan acizsin, o zaman bu gerçekle yüzleşmek başkalarına kahpece iftira atmaktan daha iyi değil mi? Yani kendi şahsi sorununu neden haramda hassas, hukuka bağlı iyi insana bulaştırıyorsun? Ve bu alçak, aşağılık yöntem çok yaygın olduğundan, kalabalıklar birbirlerinden cesaret alarak sanki haklıymış gibi hissetmektedir. İçindeki aşağılık duyguyu bu şekilde birbirlerinin aşağılıklarını görerek destek almakta ve milli bir aşağılık duyguya dönüşmektedir.
Hukuk gelirse iftira biter. İftiranın var olması için Hukukun gelmemesi gerekiyor. Hukuk gelmediği müddetçe iftira yaşayacak, vampirler terör kanından beslenecek ve bedenlerini kocamanlaştıracaklar. Hukuktan kaçış milli bir davranış olacak. Aslında çok komik bişey. Kiminin Ergenekon, Balyoz yarası var, kiminin 17-25 Aralık kiminin de KCK yarası var. Adamların elinden PKK Devleti alındı. Çünkü Devletine bağlı insan bunu yapardı. Hukuk Devletine darbe, Devleti soyup soğana çevirme karşısında normalde örnek insan Devletini, Milletini koruma refleksi verir. Bu davranışı verenlerin cezalandırılması için milletçe insanların insani değerlerden uzaklaşmış olması gerekir.
Türkiyede herşey aynı gidiyordu, yüz sene önce bırakıldığı yerden bir milim oynamadan. İnsanlar ileri gittiklerini sanıyordu çünkü uçak, doğal gaz, yollar, apartmanlar insanların sanki geliştiğini düşünüyordu. Halbuki insanlar 20 sene önce neyse şu anda gram sapma yok. Ama birşey oldu. Türkiyede birşey değişti. Hukuku herşeyin üstünde tutan insanlar çıktı. Bu bir şansmıydı yoksa lanet mi zamanla insanların takdirine kalacaktı. İnsanlar hukuk devletinin kötü birşey olduğunu gördüler. Beğenmediler. Ve sırf bu iyi insanlara terör diyebilmek adına bekledikleri gibi çıkmayan hukuk devletini çöplüğe attılar. Hukuk Devletine, gerçi hukuksuz devlet olurmu, beş kuruş değer vermediler. Çocuğa hediye sürprizi yaparsın heyecanlanır sonra kutuyu açtığında hayal kırıklığına uğraması gibi. Şimdi eğer millet oluyorlarsa millet Hukuk Devletini istemedi. Hukuk gelirse fetö biter ve istemedikleri hukuk ile yüzleşmek ve iyi insanları kabul etmek zorunda kalırlar. Ama kabul etmek istemiyorlar. İyi insanlar nedense insanları çok rahatsız etti. Yüz yıldır atalarının dinleri üzerinde yaşıyorlardı şimdi Avrupa değerlerini getirmek de ne demekti. Hukukun üstünlüğü de neymiş. Eğer Türkiyenin her yerinde aynı anda deprem olsa Türklerin yüzde 30 u yok olacak. Türkler daha oturdukları evleri bile düzgün yapmaktan acizler. Daha ev sorununu çözmediler, çözmüyorlar, çözmeyecekler. Böyle standartlarda yaşamayı normal kabul ediyorlar. Hırsızın hukukla yüzleşmesine bozuluyorlar, darbecinin, Türkleri aşağı çekmeye çalışanlardan hesap sorulmasından rahatsız oluyorlar. İyi insanları kabul etmekte inat ettikleri müddetçe Hukuksuz yaşamaya razı olacaklar. Bir soğan ekmek yerim ama hukuku istemem.