YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Çevremizde olup biten olaylara veya nesnelere yönelik duyu organları vasıtasıyla elde ettiğimiz verilerin zihin dünyamızda oluşturduğu anlamlara algı deniliyor. Farklı bir tabirle algı, beş duyu organımızla çevremizden topladığımız bilgilerin beynimizce anlamlı şekil ve resimler haline getirilmesi, yani tanımlanması ve yorumlanmasıdır. Algıyı; gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, kokladığımız ve tattığımız şeylerin bizde bıraktığı intiba ve izlenim olarak da tanımlayabiliriz.
Bütün bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere algılar subjektiftir, kişiye özgüdür. Bu yüzden farklı iki insan geçmiş bilgi ve tecrübelerine bağlı olarak aynı olayı farklı yorumlayabilir veya ilk defa gördükleri aynı şahısla ilgili farklı duygu ve düşüncelere kapılabilirler. Mesela aynı tarihî yapıları gezen bir sanatkar ile mühendis farklı şeyler görür, farklı yorumlara ulaşır. İnsan sevdiği ve nefret ettiği iki farklı kişiden aynı sözleri duysa da bunlara farklı anlamlar yükler.
İçinde bulunulan şartlar, ortam, din, kültür, gelenek, yetişme tarzı, dünya görüşü, bakış açısı gibi algıları etkileyen pek çok faktör vardır. Yani insan bir taraftan yeni edindiği algılar vasıtasıyla kimlik ve aidiyetini, şahsiyetini, değer yargılarını, dünya görüşünü inşa eder; diğer yandan da inşa ettiği bu değerler onun yeni algılarını etkiler, şekillendirir. Çünkü zihin, gördüğü, duyduğu her şeyi geçmişteki birikim ve tecrübeleriyle kıyaslayarak anlamlandırır. Tabi olarak farklı tecrübeler ve farklı hayatlar yaşayan insanların aynı olaya dair algıları da farklı olacaktır.
Algıların subjektif olması, her zaman hakikatle aynı olmadıklarını da gösterir. Aslında her insan için iki gerçeklik vardır; birincisi dış dünyadaki objektif gerçeklik, diğeri de zihin dünyasındaki sübjektif gerçeklik. Bu iki alan ne ölçüde birbiriyle örtüşürse insanın sahip olduğu bilgi ve algılar da o ölçüde sahicidir, sağlıklıdır. Zihinde oluşan algıların, gerçeklerden kopmaya ve uzaklaşmaya başlaması ise insanın yanlış bilgi ve kanaatlere sahip olduğunu gösterir.
Algı Yönetmenleri
Duyu organları sağlam olan ve onlar vasıtasıyla zihnine gelen bilgileri analiz edebilen bir insanın algılarıyla gerçekler büyük oranda birbiriyle uyumludur. Fakat taklit, bağnazlık, taassup, tarafgirlik, önyargı ve şartlanmışlık gibi hastalıklar, zihnin, ona gelen duyuları sağlıklı bir değerlendirmeye tâbi tutmasına ve doğru neticelere ulaşmasına mâni olur. Bu sayılanlar doğru algıların önündeki bireysel engellerdir.
Bunun yanında bir de kasıtlı olarak algıyla gerçeklerin arasının açılmasını sağlayan, daha doğrusu insanların yanlış bilgi ve kanaatlere sahip olmasına sebep olan dış faktörler vardır. Bunlar da algı yönetmenleri ve manipülatörlerdir. Onlar farklı teknik ve yöntemlerle insanları aldatır ve kandırırlar. Bazen doğru bilgileri çarpıtarak, bazen yalanları doğru gibi sunarak, bazen olmayan şeyleri var gibi göstererek insanları hakikatten uzaklaştırırlar.
En basitinden sihirbazlar ve gözbağcılar iyi birer algı yönetmenidir. Farklı el becerileriyle, illüzyonla insanları aldatırlar. Şirketler, firmalar, reklam ajansları, pazarlama ve marka uzmanları da modern birer sihirbaz hâlini almıştır. Bunlar, tüketici ağını genişletebilme ve kazançlarını maksimize edebilme adına farklı ikna ve telkin yöntemleriyle, hedefe yönelik subliminal mesajlarıyla, daha başka algı operasyonlarıyla insanların tercihlerini etkilemekte, onlarda istedikleri kanaat ve düşünceleri oluşturmaktadırlar.
Dizi ve film yapımcıları da algı yönetimini etkili bir şekilde kullanan ayrı birer sihirbazdır. Mesela Yeşilçam filmlerini izleyip de zihninde kötü bir imam portresi oluşmayan kimse neredeyse yok gibidir. Aynı şekilde Hollywood filmlerini izleyip de Amerikan hayranı olmayan az sayıda insan vardır. Keza olayların arka planıyla ilgili bilgisi bulunmayan hemen her kovboy filmi izleyicisinin zihninde Kızılderililer kötü, saldırgan ve vahşi insanlar olarak bilinir.
Aynı şekilde algı yönetimi, belirli kültür, ırk, din veya devlete karşı sempati uyarma veya düşmanlık aşılama gibi sebeplerle uluslararası arenada kullanılan önemli silahlardan biridir. Öteden beri önemli bir savaş taktiği olarak kullanılan psikolojik harp de en temelde algı yönetimine dayanır. Bütün bunların yanında zihinleri kontrol altında tutabilmek ve kitleleri istediği şekilde yönlendirebilmek için algı yönetimi ve manipülasyona en çok başvuran aktörlerden birisi de siyasiler ve özellikle de zorba yöneticilerdir.
Günümüzde medyanın, kitle iletişim araçlarının ve bilimlerin gelişmesiyle birlikte algı yönetimi de çok kolaylaştı. İnsanlar âdeta bilgi bombardımanı altında yaşıyor. Unutkanlık, duygusallık, zihnî tembellik, cehalet, yobazlık gibi sebeplere bağlı olarak da çok kolay yönlendirilebiliyor, kandırılabiliyor. Dolayısıyla algı yönetim teknikleriyle zihinleri işgal etmek ve düşünceleri esir almak isteyenler sadece bunlarla sınırlı değildir. Sivil toplum örgütlerinden siyasi partilere, think-tank kuruluşlarından büyük devletlere kadar herkes psikolojik operasyonlarla kitleleri istismar etmeye ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışıyor.
Algı yönetimi nedir?
Peki, nedir algı yönetimi? Algı yönetimi denildiğinde, hedef bir kitlenin duygu ve düşüncelerini etkileyerek ona mevcut bir fikri kabul ettirme adına yürütülen her türlü eylem ve çalışma akla gelir. Dolayısıyla algı yönetimi aslında bir “kanaat oluşturma” çabasıdır. Zihni kontrol etme ve hatta zihin yıkama faaliyetidir. Bir çeşit toplum mühendisliğidir. Algı yönetimini bir nevi illüzyon ve kitle hipnozu olarak isimlendirmek de mümkündür.
Algı yönetiminde, var olan gerçeklik önemli değildir. Önemli olan kurgulanan gerçekliğin kitlelere kabul ettirilmesidir. Masa başında üretilmiş kurmaca bilgilerin halka benimsetilmesidir. İnsanların, kendi gözleriyle değil, manipülatörlerin gözüyle dünyaya bakmalarının temin edilmesidir. Pekâlâ algı yönetimiyle en kalitesiz ve değersiz ürünler hayat kaynağı gibi gösterilebilir. Kitlelere, hainler, kahraman; kahramanlar da hain olarak yutturulabilir. Yine algı yönetimi sayesinde kamuoyunda en masum ve makul fikirler veya eylemler bir anda “tehlikeli” hale gelebilir; veya en kirli, en yıkıcı ve en zararlı unsurlar takdirle karşılanabilir.
Her insan, çevresinde olup biten hâdiseleri kendi gayret ve çabasıyla anlamaya çalışarak, bilgi ve birikimiyle ölçüp tartarak bir kısım algılara ulaşır. Yani algı oluşması, kendiliğinden ve tabi bir şekilde gelişen ve işleyen bir süreçtir. Fakat algı yönetimi denildiğinde mesele çok daha farklı bir boyut kazanır. Burada birilerinin muhataplarında istediği algıları oluşturma adına planlı ve hedefli bir çalışması söz konusudur. Algı yönetiminde manipülasyon, spekülasyon, dezenformasyon, propaganda, provokasyon gibi teknik ve yöntemler işin içine girer. Yalanlar, abartılar, hileler, düzenbazlıklar, hamaset, popülizm gibi unsurlar baş gösterir.
Aslında her insan şöyle veya böyle tavır ve davranışlarında başkalarının algılarını hesaba katar. Muhataplarda güzel izlenimler oluşturma düşüncesi kötü bir düşünce olmadığı gibi, bunun için çaba ve gayret sarf etmek de kötü bir davranış değildir. Elbette herkes konuşma tarzıyla, giyim ve kuşamıyla, oturuş ve kalkışıyla kısaca her türlü hâl ve hareketiyle beraber olduğu insanlar üzerinde güzel intibalar bırakmak ister, istemelidir de.
Aynı şekilde lider ve yöneticilerin bir adım atmadan önce bunun kamuoyunda nasıl karşılık bulacağını göz önünde bulundurmaları gerekir. İcraat ve politikalarının taban tarafından destek görmesi veya engelle karşılaşmaması adına oluşacak algıları güzel yönetmeleri gerekir. Allah Resûlü’nün (s.a.s) hayatında da bunun pek çok misalini görmek mümkündür. O, hayatı boyunca attığı bütün adımlarda mutlaka birlikte olduğu ashabını arkasına almaya, yapacağı iş ve icraatlar konusunda onları ikna etmeye çok önem vermiştir. Aslında Efendimiz’in hiç terk etmediği istişarenin en önemli fonksiyonlarından biri de budur.
Fakat algı yönetimi denildiğinde bunlar anlaşılmaz. Algı yönetiminin çağrıştırdı mana büyük oranda olumsuzdur. Gerçi bazıları her tür imaj çalışmasının, propagandanın, reklâmın, kamu diplomasisinin, psikolojik savaşın, ikna ve iletişim becerilerinin de bir çeşit algı yönetiminden ibaret olduğunu ileri sürerek onu olumlu ve olumsuz veya iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayırır. Hatta yaşadığımız çağın bir nevi algı savaşlarına dönüştüğünden hareketle onu teşvik eder.
Kavramlar üzerinde tartışma yapmak bizi bir yere götürmez. Bu konuda iyi ve kötü olanı birbirinden ayırmak için; ulaşılmak istenilen hedefle, bu hedefe ulaşma adına kullanılan yöntemlerin meşruiyetine ve ahlakiliğine bakılmalıdır. Daha da önemlisi oluşturulmak istenilen algıların vakıaya mutabık olup olmadığı, gerçeği yansıtıp yansıtmadığı üzerinde durulmalıdır. Dolayısıyla bizim algı yönetimiyle kastettiğimiz mana da yüksek ahlaki normları ihlal eden olumsuz algı yönetimidir.
Algı yönetiminin kullanıldığı yerlere, kullanan kimselere, onların maksatlarına ve ortaya koydukları stratejilere bakıldığında, meselenin hiç de masum olmadığı görülecektir. Günümüzde algı yönetimi daha ziyade gerçekleri çarpıtmak, asıl niyeti gizlemek, suni algılar üzerinden çıkar elde etmek kısaca insanları kandırmak için kullanılmaktadır. Dahası yaşadığımız çağda bilimsel bir boyut kazanan algı yönetimi hiç olmadığı kadar tehlikeli bir hale geldi. İnsanların bireyselliklerini ve özgürlüklerini tehdit etmeye başladı. Siyasi ve ekonomik gücü elinde tutan elitlerin keyiflerince toplumu şekillendirebildikleri bir enstrümana dönüştü.
Algı Yönetimi Teknikleri
Zihinde oluşan algıların, insanın bütün davranış kalıplarını etkilediğini ve hatta belirlediğini çok iyi bilen algı yönetmenleri, arzu ettikleri istikamette algılar oluşturabilmek veya mevcut algıları değiştirebilmek için şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntem ve taktikler geliştiriyorlar. Amerikalı siyasetçi Henry Kissinger şöyle diyor: “Bir şeyin gerçek olmasından daha önemli olan, o şeyin gerçek olarak algılanmasını sağlamaktır.” İşte bunun farkında olan manipülatörler, insanların zihnini yönetmek suretiyle onlara gönüllü olarak istedikleri eylemleri yaptırabiliyorlar. Bu eylem bazen bir ürünün satın alınması oluyor, bazen siyasi bir lideri desteklemek, bazen ona ona oy vermek, bazen de büyük kalabalıkların küçük bir elit grubun arzu ve isteklerine boyun eğmesi.
En büyük algı manipülatörü şeytandır. Zira o, vesvese ve telkinleriyle sürekli insanları kandırmaya çalışır. Bunu başarabilme adına da her yolu kullanır. Şu ayet bunu anlatıyor: “Onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım. Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım. Sen de onların çoğunu şükreden kullar bulmayacaksın.” (el-Â’raf, 7/16-17) Buradan anlıyoruz ki şeytan, insanın önce duygu ve düşüncelerini, sonra da tavır ve davranışlarını istediği yönde değiştirebilmek için her yolu deniyor, bütün yöntemleri kullanıyor.
Aynen bunun gibi, dinî, hukukî, ahlakî ve insanî sınırların kendilerini dizginleyemediği şeytanın çağdaş takipçileri de insanların göz ve kulaklarından beyne ilettikleri uyaranlarla âdeta onların beyinlerini yönetiyor, zihinlerini ifsat ediyorlar. Zira göz görür, kulak duyar, akıl da inanır. Bunlar medya gücünü de arkalarına alarak, istedikleri algıyı oluşturacak bilgiler, haberler, reklamlar, resimler, videolar nelerse kitlelere onları gösteriyor, onları duyuruyorlar. Filmleri, dizileri, reklamları, sloganları, afiş ve broşürleri, sözü, hitabeti, kalemi o kadar etkili ve verimli kullanıyorlar ki bunların arasına yerleştirdikleri/sakladıkları mesajlarla insanlara istedikleri fikirleri empoze edebiliyorlar.
Bütün bunlarla insanlara meydana gelen olayları nasıl yorumlayacaklarını öğretiyor, onların karar alma süreçlerini yönetiyorlar. Dahası insanlar için neyin ihtiyaç olup olmadığına, ne yiyip içeceklerine, ne kullanacaklarına, nasıl bir hayat yaşayacaklarına, onlar için neyin önemli neyin önemsiz olduğuna vs. karar veriyor, sonrasında da adım adım insanları da yanlarına çekiyorlar. Bazen hedef kitlelerin hassasiyetlerini, inançlarını, kültür değerlerini dikkate alarak daha doğrusu istismar ederek onların algılarını yönetiyor; bazen de onların bilinç altlarına empoze ettikleri fikirlerle bunu yapıyorlar.
Bunların yanında düşüncelerden çok duyguları hedef alma, hamasete sığınma, halkın yanındaymış ve onlardan biriymiş gibi görünme, başka alternatif ve çözüm olmadığı kanaati oluşturma, yalanlar söyleyip bunları sürekli tekrar etme, kitle psikolojisini değerlendirme, basamakları tek tek çıkartma, bilgi tekeli kurma, propaganda yapma, bütünden koparma, değersizleştirme veya olduğundan fazla anlam yükleme, sahte kahramanlık hikayeleri uydurma, meşhur kimseleri yanına çekme, etkili kalemleri satın alma, belirli fikirleri çoğunluğun görüşüymüş gibi lanse etme, dinin meşrulaştırıcı gücüne sığınma, gerçek amacı gizleme, muhalifleri bertaraf etme, başarısızlıkları ustalıkla gizleme, sorunsuz gösterme gibi pek çok algı yönetimi tekniğinden bahsedilebilir.
Bu yöntemlerin hepsi üzerinde duracak değiliz. Fakat iki misalle meseleyi zihinlere yaklaştırabiliriz. Normal şartlarda akan suyun mermeri delmesi mümkün değildir. Fakat devamlı olunca deler. İnsanlar da ilk duyduklarında yalan ve iftiralara kolay kolay inanmazlar. Fakat bu yalanlar sürekli tekrar ediliyorsa ve hele bu yalanları söyleyenler devlet erkanı gibi önemli kişilerse bir süre sonra inanmaya başlarlar.
Aynı şekilde normal şartlarda bir insana bir metrelik bir tahtayı yutturamazsınız. Fakat bu tahta talaş haline getirilip her gün onun yiyeceklerine küçük bir miktar konulursa, bir süre sonra onun tamamı yenilmiş olur. İşte algı da böyle bir şeydir. Siz, insanları büyük bir yalana kolayca inandıramazsınız. Fakat bu yalanı iyi bir algı çalışmasıyla kademeli olarak yavaş yavaş onlara benimsetebilirsiniz.
Bir sonraki yazımızda algı yönetiminin zorba yöneticiler tarafından nasıl sessiz bir silah haline getirildiği ve bununla kitlelerin nasıl kandırıldığı üzerinde duracağız.