HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Sivas Madımak yangını, Türkiye tarihinin dönüm noktalarından birisi olarak zihinlere kazındı. Oysa bizim tarihimize baktığımızda yakma olayları geçmişten bugüne hep varlığını sürdürdü. Türk Tarihini sağlıklı bulmayanlara örnekleri İslam tarihinden vermek daha inandırıcı olur belki.
2 Temmuz 1993 Sivas Madımak katliamının üzerinden 29 yıl geçti. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin organize ettiği aynı adla anılan şenliğe katılmak üzere kente giden aydınlar, kaldıkları otelde ateşe verildi.
Bu katliam, öyle bir iki kendini bilmez gözü dönmüşün giriştiği bir olay değildi. Bu ülkenin yetiştirdiği en büyük aydınlardan birisi olan Aziz Nesin’in kente geldiğini bahane eden gözünü kan bürümüş bir kısım insanlar, günler öncesinden tahriklere başladı.
Bir gün önceden el ilanları dağıtılıp, “dinsiz Aziz Nesin’in” Sivas’ta konuşturulmaması istendi. Daha etkinlik başlamadan saatlerce önce binlerce Sivaslı, aydınların kaldığı otelin önünde toplanmaya başladı.
Pek çoğu Aziz Nesin’in içeride olduğunu ve yaşatılmaması gerektiğini açıkça dile getirmeye başladı. Olayları takip eden İhlas Haber Ajansı kameramanı, öfkeli kalabalığın neler yaptığını ve nasıl tahrikçiliğe kalkıştığını abonelerine ham haliyle servis etti.
Bu ham görüntülerde neler konuşulduğu, otelin ateşe verilmesi için insanların nasıl tahrikçilik yaptığı gayet iyi anlaşılıyor. Bu çıkarılan yangında ikisi otel görevlisi olmak üzere 35 insan yakılarak öldürüldü.
İşin garip tarafı, devleti yönetenler, o günlerde medyanın ilgili birimleriyle kurdukları temaslarla, “Aziz Nesin’in tahrikiyle” olayların yaşandığı bilgisini insanlara servis ettiler.
“Yak! Yak!” diye haykıran binlerce tahrikçi görmezden gelindi, dünyada geniş yankı uyandıran Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” isimli kitabını Türkiye’de yayınlayacağını söyleyen Aziz Nesin, tahrikçi ilan edildi.
Sivas Madımak katliamı, İslam tarihindeki ilk yakmak suretiyle öldürme yöntemi değildi.
Halife Ebubekir döneminde, irtidat (dinden dönme) olaylarının yaşanması üzerine komutan Halid bin Velid’in mürtetler üzerine gönderilip öldürülmesiyle “yakma” tartışmaları başlar. Halid b. Velid’in, mürtet (dinden dönen) sayılan Temimoğulları üzerine yürüyüp, topladığı insanları bir ağılda ateşe verdiği tartışmaları İslam tarihinde yıllardır tartışılıyor.
İsyancıların, toplanıp bir ağılda (bazı rivayetlerde kazılan bir çukurda) öldürüldüğü konusunda bütün tarihçiler hem fikir. Taberi (1), Külâ’î (2), Ya’kûbî (3) gibi isimler, Temimoğlullarının yakılarak öldürüldüklerine ilişkin ayrıntılar paylaşıyor. Vâkıdî (4) ise öldürülme olayını yakma ayrıntısına yer vermeyerek anlatıyor.
KUYUCU MURAD VE KOÇİ BEY
Osmanlı tarihinde örnek ararsak, kayıtlara geçen onlarca büyük diri diri yakma olayı var. Onlardan örnekler vermeye kalkarsam bu yazı “tarihimizdeki diri diri yakma” çalışmasına dönecek.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın geniş bir özet olarak hazırladığı 4 ciltlik “Osmanlı Tarihi” isimli çalışması, dil ve içerik olarak en rahat okunabilecek eserlerden. Osmanlıca’ya hakimiyeti birazcık olan okuyucularıma, Osmanlı’nın ilk resmi vak’a-nüvisi olduğu söylenen Naima Tarihini okumalarını öneririm.
Dilinin ağırlığından yakınanlar, sadece “Kuyucu Murad” unvanlı sadrazamın yaptıklarını okumaları yeterli. Sarayın resmi tarihçisinin yazdığı bir eserden söz ediyorum. İşi, padişahı haklı çıkarmak ve övmek olan bir görevlinin yazdıkları, sergilenen vahşiliği böyle anlatılabiliyorsa varın sahada neler yaşandığını siz düşünün.
Kuyucu Muradların hüküm sürdüğü bir imparatorlukta, bundan dolayı Koçi Bey’in yazdığı eleştirel bapta kaleme alınanlar, hep görmezden gelindi. Kendisine zaferler sunan Kuyucu Murad varken, yapılanları eleştiren IV. Murad, Koçi Bey’in yazdığı “Osmanlı’nın duraklama sebeplerini” anlattığı bugün bile geçerli olan risaleyi ne yapsın.
IV. Murad, Koçi Bey’in, imparatorluğu kemiren “üç illet” olarak irtikap (hile yapma, nüfuzunu kötüye kullanma), zimmet (görevi gereği kendine bırakılmış olanı sahiplenme) ve rüşveti gösterdiği risaleyi okuduktan sonra kendince bir takım düzenlemelerin yapılması gerektiğini savunur. Onu da yanlış yerden tutup sadece içki ve sigara yasağına indirgeyip sonuçsuz bırakır.
SİVAS MADIMAK KATLİAMI SON OLMAYACAK
Tekrar bugüne gelecek olursak…
Sivas Madımak katliamının bu kadar geniş yankı uyandırmasının iki nedeni var. Birisi can verenlerin ülkenin aydınlarından olması, diğeri ise yangının nasıl çıkarıldığının ve gözünü kan bürümüş kitlelerinin nasıl “Müslüman Türkiye” diye sloganlar atarak “Yak!” diye haykırmasının görüntülerinin kayda geçmiş olması…
Yoksa, Aralık 1978’de Maraş’ta yaşanan katliam ondan daha az vahşi değildi. Alevi evleri, önceden işaret konulup belirlendi. Sonrasında da bu evler basılıp içeridekiler, kazma, kürek, balta ne bulurlarsa onlarla vurularak öldürüldü ya da ateşe verildi.
Mayıs 1980’de yaşanan Çorum Olayları diye tarihe geçen vahşet de benzeri bir özelliğe sahip. Sivas’ta İslamcılar, Çorum’da Ülkücüler ve İslamcılar yüzlerce masum insanın kanına girdi.
“Tahrik suçundan ceza indirimi” veren mahkemeleri haklı olarak yerden yere vuranlar, nedense tahrik suçundan toplum nezdinde beraat ettirilen Sünnilerin katliamlarını tartışmayı akıllarına getirmezler.
Sivas’ta Aziz Nesin’in, Hintli yazarın Şeytan Ayetleri’ni yayınlayacağını açıklamasından onlarca kişiyi diri diri yakacak bir sonuca varıyorlar. Sünni yaklaşımıysa, bunu açık yüreklilikle lanetlemek yerine, “ama Aziz Nesin de” diye başlayan hafifletme cümleleri kuruyorlar.
Çorum katliamınaysa orta öğretim çağındaki kız öğrencilerin 19 Mayıs törenlerine katılacakları kıyafetleri gerekçe gösterdiler. “Kurtuluş Savaşında namusunu Yunan eli kirletmektense, ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı?“ diye halkı galeyana getirenler masum sayıldı, 19 Mayıs törenlerinde kızlara şort giydirerek gösteri yapmak isteyen Milli Eğitim sorumluları suçlu ilan edildi.
Halk, “Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere” diye savaşa çağrıldı. Savaş da öğrencilerin gösterileri bahane edilerek Aleviler yok edilmeye kalkışıldı.
SÜNNİLERE NİÇİN GÜVENMİYORLAR
Ben de Sünni gelenekten gelen birisiyim. Ne zaman toplumdaki Alevi-Sünni konusu açılsa, Sünni dostlarımdan benzeri yakınmalar duyuyorum. “Aleviler de bize karşı çok önyargılılar”, ya da “Aleviler bize çok mesafeliler, hiç yakınlık kurmuyorlar” tarzında konuşmalar oluyor.
Bu dostlara sadece bir soru sormak istiyorum. Yüzlerce yıldan bu yana yok edilmeye ya da yok sayılmaya çalışılan bir toplumdan daha ne kadar yakınlık görmeyi umuyoruz. Ya da bize nasıl güven duymalarını bekliyoruz?
————–
1- Taberî, Tarih-i Taberî, , Sağlam Yayınevi, c. III, 242.
2- Külâ’î, el-Hilâfetu’r-Râşide ve’l-Butûletu’l-Hâlide fî Hurûbi’r-Ridde, nşr. Ahmed Ğanm, Kahire 1979, 112.
3- Ya’kûbî, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut, t.y., II, 134.
4- Vâkıdî, Kitâbu’r-Ridde ve Nebze min Futûhi’l-Irak, nşr. M. Hamidullah, Paris 1989, 41; ayrıca bkn. İbn A’sem el-Kûfî, el-Fütûh, Beyrut 1986/1403, I, 16.