HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Beştepe Sarayı ve etrafında kümelenenler, Tek Adam sistemi kurmak üzere hazırladıkları 15 Temmuz senaryosuyla bir ülkeyi mahva sürüklediler. 2022 sonunda geldikleri nokta, insanın içini düğüm düğüm eden tükenmişlik. Türkiye 15 Temmuz’da sona geliyor. Önümüzde riskli bir çukur var. Bu çukura düşmezsek pek çok şeyin yerine oturması kolay görünüyor.
O meşum günün arifesindeyiz. Geçen sene 15 Temmuz ile ilgili yazımı anma gününden bir gün sonra 16 Temmuz’da yazmıştım. Bu yıl bir gün önce yazmayı daha doğru buldum. “15 Temmuz anmasını köpürtebilselerdi bunu yapacaklardı” başlığı altında bilgi ve kişisel gözlemlerime dayanan yazımda iktidarın artık 15 Temmuz’u yeterince sömürdüğünü ve orada yeni malzeme kalmadığını dile getirmiştim.
Aradan bir yıl geçti. Şimdi pek çok şey iktidarın aleyhine işliyor. Hem de beklediğinden daha hızlı bir şekilde. 17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonlarının ilk gününden bu yana dilimin döndüğünce anlattığım, bozuk plak gibi tekrarladığım bir şey var.
Ekonomiyi çevirebildikleri sürece, bu toplum yapılan zulümleri, haksızlıkları görmezden gelmez diye. “Böyle zulüm tarih boyunca görülmedi” diyenlere de hep aynı cevabı verdim:
“Fahrettin Altun’un yazdığı tarihi okursanız, Erdoğan’ı dünyanın en büyük ve en adil lideri olarak tanırsınız. İslam tarihindeki zulümleri sıralamaya kalkarsanız, bugün yapılanlar çok masum kalır.”
Silivri’de bu görüşlerimi paylaştığım pek çok arkadaşın bana darıldığını hatırlıyorum. Tahliye olduktan sonra benzeri sözleri üç yıldan bu yana çevremdekilere anlattığımda benzeri tepkileri almaya devam ediyorum.
Şimdilerde bu konuları yazı konusu yapmaktan çok bulunduğum ortamlarda, tarihten çarpıcı örneklerle anlatmaya devam ediyorum. Eminim, kısa süre sonra bunları çok daha geniş kitlelere anlatma fırsatım olacak.
KAHRAMANLARI YALANCI VE İFTİRACI OLAN BİR 15 TEMMUZ EFSANESİ
Tarık Dursun K.’nın (Kakınç) “Alçaktan Uçan Güvercin” isimli küçük hacimli muhteşem bir romanı var. Roman, babasının dağ çadırından kaçırılan Menekşe isimli bir genç kızın yaşadıklarını konu ediyor.
Kasabanın sahibi gibi davranan ve her istediğini yaptıran, siyasilerle ve bütün güç sahiplerini avucunun içinde tutan Nuri Genç diye biri, yapılan her pisliğin altındaki isim olarak karşımıza çıkar. Bütün bu yaptıklarına rağmen Nuri Genç’e kimse dokunamaz, dilediğini yaşatır, dileğine hayatı zindan eder.
Roman, daha çok kadın cinayetleri, tecavüzleri hatırlatsa da bir tarafıyla da muktedirlerin pervasızlıklarını ortaya koyması bakımından da bana hayli ilginç gelir.
Türkiye, son 10 yıldan bu yana Menekşe’nin trajik hikayesini yaşadı. Bundan sonra romanın öteki kahramanı Nuri Genç penceresinde yaşananlara şahit olacağız.
15 Temmuz, bir darbe girişimi değil gerçek bir darbe. Hem de bütün planlanan yönleriyle hayata geçirilen bir darbe.
Darbe girişiminin bastırıldığını söyleyenlerin iddia ettikleri hepsi birer birer çürümüş durumda. Kahraman diye topluma sattıklarının da birer sahtekar olduğu ortaya çıktı.
Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın bizzat evine gidip tebrik ettiği Şerife Bacı’nın (Şerife Boz), kamyonuyla tankları durdurduğu iddia edilen görüntülerinin 15 Temmuz’dan bir gün sonra bir kurgu fotoğrafı olarak çekildiği bir süre sonra anlaşıldı.
Gazi denilip 3500 TL maaşa bağlandıktan ve fotoğraf çektirdiği kamyonun dönemin İstanbul Belediye Başkanlığı yönetimi tarafından 250 bin TL ödenip alındıktan sonra her şey ortaya çıktı. Başta, “Şehit aileleri beni kıskanıyor” diye hakkında dile getirilenleri yalanlayan Şerife Boz, aracın üzerine çıkıp poz verenlerin anlattıklarından ve Anadolu Ajansı muhabirinin nasıl kurgu yaptığını itiraf etmesinden sonra o gece evde olduğunu, fotoğrafı bir gün sonra çektirdiğini itiraf etmek durumunda kalmıştı.
Ne acı ki şehit ailelerinin açtığı dava sümen altı edilip unutturuldu.
Ankara Mamak’ta sahte Kahraman Şerife Bacı’nın yiğitliğini konu edinen anıt yapıldığını bilmem kaç kişi hatırlıyor acaba.
BİR SAHTE KAHRAMANLIK DA, KAHRAMANKAZANLI BAŞKANDAN
Şerife Bacı tek örnek değil.
15 Temmuz gecesi “15 dakika boyunca 400’ü aşkın hain üzerimize ateş açtı” diye kendisinin nasıl tehlikelere göğüs gerdiğini anlatan Ankara’nın Kazan ilçesinin Belediye Başkanı Lokman Ertürk, o gece yakıt tankerini patlatıp hava üssünün kullanılmaz hale getirilmesini bile düşündüklerini anlatmıştı.
O gece 9 şehit ve 92 gazilerinin olduğunu belirten Lokman Ertürk’ün foyası ise daha sonra Meclis Araştırma Komisyonu’na yaptığı açıklamalarda anlaşıldı. Ertürk, komisyona kahraman olarak girip sahtekar olarak çıkması ile çıktı.
Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadesinde, o gece Antalya’da tatilde olduğunu söylemek durumunda kalan Ertürk’ün komisyon raporundaki ifadelerinin ilgili bölümü şöyle:
“Mehmet Erdoğan (Muğla) – Şimdi, Sayın Başkan, konuşmanıza başlarken o gece Kazan’da olmadığınızı zaten söylediniz ama anlatımınızı sanki oradaymış gibi yaptınız.
Kahramankazan Belediye Başkanı Lokman Ertürk – Oradaydım, orada gibiydim yani.(…)
Mehmet Erdoğan (Muğla) – Ne zaman döndünüz?
Kahramankazan Belediye Başkanı Lokman Ertürk – Onu söyleyeceğim efendim. On iki buçuk civarlarında bizim Antalya’dan hareketimiz, sinyalimizden tespit edilebilir. Sabah saatlerinde direkt hastanelere geçtik, hastanelerdeki fotoğraflarımız saat ve dakika olarak da bellidir ve altıda kriz masası kurduğumuzda tüm ekiplerimizle beraber her şeyimiz hazırdı, yaralılarımızı nereye götürdüğümüze kadar biliyorduk. Sabah saatlerinde yani gün ağarmadan da oradaydık. (…)”
Anlatılan yalanlara inanmaya hazır o kadar AK Partili ve muhalif var ki, (evet yanlış okumadınız, MUHALİF), iktidar yandaşları yeni yalanlar uydurmaktan çekinmiyorlar. Kimi zaman yakından tanıdığım isimler tarafından desteksiz atışların sonu gelmiyor.
Son örneğini, Karatay Üniversitesi Prof. Dr. Mazhar Bağlı’dan geldi. Prof. Bağlı, böyle bir şeyin fiziken mümkün olup olmadığını düşünmeden, “15 Temmuz gecesi insanlar 11. kata çıkarak alçak uçuş yapan F-16’lara kafa atıp şehit oldular” dedi.
“Akçaktan uçan uçağa kafa atarak şehit oldu” diyor, valla bunu diyor. pic.twitter.com/LuSk6KHNDQ
— Gökhan Aksit ⚕️ (@gokhan_aksit1) July 13, 2022
Mazhar Bağlı’nın bu sözü söylemesi kadar, bu şahsı akademisyen diye ekrana çıkaran ve dahası o programda neredeyse bir tepki vermeden dinleyen katılımcıların tavrı utanç verici.
Mazhar Bağlı’yı iyi tanıyorum, zeka engelli biri değil. O kadar çok yalan söylediler ki, “Onlara inanan buna da inanır” diye düşünmüş olmalı.
Memleket, yalan konusunda atışın serbest olduğu kabul edilen avcılar kahvehanesine dönmüş durumda.
Mazhar Bağlı, iktidarla ilgili bir kuralı bozmadı. İktidara kayıtsız şartsız destek veriyorsa bilin ki kendisi veya yakın çevresi bir pisliğin içine batmış durumda. Zehra Özdilek’in kardeşiyle ilgili yaptığı haberin paylaşımı dikkat çekici.
“Kardeşinden Bağlı’ya ne?” diyenlere de 2010 yılında Dicle Üniversitesi’nde öğretim üyesi olduğu dönemde, öğrencisini taciz ettiği ve tecavüze kalktığı o dönem gündem olmuştu. Öğrenciler, Bağlı’yı kampüs içinde yaptıkları yürüyüşlerle protesto etmişlerdi.
15 Mart 2017 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörlüğü görevine atanan Mazhar Bağlı, Yüksek Öğretim Kurulu tarafından 26 Mart 2020 tarihinde disiplin cezaları yüzünden rektörlük görevinden de alınmak durumunda kaldığını hatırlatayım.
HER MUHALİF BİR GÜN KEMAL ÖZKİRAZ OLMAK DURUMUNDA
Gün geçtikçe iki şey netleşiyor. Biri kahraman diyenlerin nasıl birer sahtekar, diğeri her türlü yafta yapıştırılmaya çalışılanların masum olduğunun ortaya çıkması.
İktidar yanlılarının bacısı da, hacısı da, hocası da arsızlıkta, hırsızlıkta, yüzsüzlükte yarış halindeler.
Avrasya Kamuoyu Araştırma Merkezi Başkanı Kemal Özkiraz, geçen hafta TV5 kanalında önemli tespitler yaptı. 28 Şubat’ın ölmediğini, Külliye’de yaşadığını belirten Özkiraz, dindarların iktidarında, dindarlar 28 Şubat’ı aştı 29 Şubat’ı yaşadığını anlattı.
Kemal Özkiraz’ın söylediklerinin geniş özeti şöyle:
28 şubat ölmedi Külliyede! yaşıyor.
Dindarların iktidarında, dindarlar 28 şubatı aştı 29 şubat yaşanıyor.
Üniversiteye alınmayan başörtülü bacilarinız çocuklarıyla birlikte hapiste.
Ama siz bunları bir islamcidan duyamazsiniz. pic.twitter.com/LvnmqORr39
— Kemal ÖZKİRAZ (@avrasyaanket) December 22, 2019
“28 Şubat’ta üniversiteli kızlar üniversiteye giremiyor, başörtülü asker anneleri çocuklarının yemin törenine giremiyor. O dönem en çok dillendirilen mağduriyet buydu.
Bugün başörtülü annelerin evlatları hapiste. Bir kısmı yurt dışına kaçtı, bir kısmı kaçarken öldü. Üniversiteye giremeyen ama AK Parti döneminde üniversiteye girip bir yerlere gelen kadınlar, şimdi çocuklarıyla beraber hapisteler.
Oy isteyeceksiniz ama bunları söyleyemeyeceksiniz. Bana FETÖ’cü derler diye korkacaksınız. Bırak desinler. Zaten sana 3 yıldan beri demediklerini bırakmadılar.
-(Moderatör) Kemal Bey buradan çıkınca biz nereye gideriz bilmiyorum.
Ben Doğu Perinçek gibi bir Ulusalcı olsam, laikliğin ötesinde Nazi gibi bir seküler olsam, AK Parti’den başka kimseye oy vermem. Tayyip Erdoğan’a taparım muhtemelen.
Bütün İslami oluşumlar yozlaştırılıp devlete bağlandı. Devlet dediğim, parti devleti. Diyanetin içi tamamen boşaltıldı.
Şu anda Doğu Perinçek iktidara gelse, AK Parti’nin son 3-4 yıl içinde yaptığı uygulamalar sayesinde elinde o kadar güzel veriler var ki, güya hukuki emsaller var ki, Allah diyenin kellesini alsa kimse ses çıkaramaz.”
Gerçekten de toplumda hiç karşılığı olmayan Doğu Perinçek ve ekibi iktidarda olsaydı, AK Parti’nin son yıllarda hangi yaptığına karşı çıkardı?
15 TEMMUZ’UN AYDINLATILMASINI İSTEYENLER, İSTEMEYENLER
Muhalefet, uzun zamandan beri 15 Temmuz’un araştırılması için çaba harcıyor. İktidar tarafıysa “araştırılsın” lafını duyunca gözüne far tutulan tavşana dönüp hep aynı tepkiyi veriyor:
Hayır. Araştırılmasın.
Bir siyasi iktidar, kendisine darbe yapıldığını iddia ediyor. Ama bu darbe girişiminin araştırılmasını istemiyor.
Şimdi 15 Temmuz araştırılsın diyen sürecin en masumlarından olan askeri öğrenciler, seslerini duyurabilmek için bir belgesele imza attılar. Mavi Otobüs adı verilen belgeselde nelerin olduğunu mutlaka bir 45 dakikanızı ayırıp izlemelisiniz.
15 Temmuz’dan sonra 151 general ordudan ihraç edildi. Bu rakam, ordudaki generallerin toplamının yüzde 40’ını oluşturuyor. Bu generaller, emrindeki 500 bin askerle darbeye kalkışmayıp Harbiyelilerle darbe yapmaya girişiyorsa burada başka bir sorun var demektir.
Bütün muhalifler, Kemal Özkiraz’ın bugün bulunduğu noktaya gelinceye kadar sorunlar devam edecek. İşin sevindirici tarafı var. O da vicdanlı her insan hızla bu noktaya geliyor.
Bu dönemde haysiyetini koruyarak hayatta kalanlara ne mutlu. Türkiye, iktidar sahipleri tarafından sürüklenmek istendiği iç savaş çukuruna düşmezse, bugünlerin atlatmasına çok kalmadı.
Mazhar Bağcı değil Bağlı
Yazı güzel. Ancak keşke bir editör tekrar bir göz atsa.
Yazının merkezindeki isim Mazhar Bağlı mı, Bağcı mı?
Bağlı diye anılan kişi daha sonra hep Bağcı diye geçiyor.
İnsan kendisini çaresiz hissediyor. Olayların araştırılmasını istiyorsun ama bir türlü araştırmıyorlar. Sonra insanlar da sessiz kalıyor. Sonra zulümler devam ediyor. Bu her defasında bende çaresizlik duygusunu hissettiriyor. Dönüp dolaşıp aynı his. Önce araştırmıyorlar bir türlü, sonra zulümler oluyor, insanlardan ses çıkmıyor. Yani devletin olmadığını bas bas bağırıyorlar aslında.
Bir parçalanma duygusu kendisini derinden derine hissettiriyor. Şiddet uygulayan bir babayı çocukların annelerine tercih etmesi durumu var insanlarda. Çünkü ekmeksiz kalmak istemiyor, birde dayak yemek istemiyor. Anneyi terk ediyorlar. Bütün çocuklar babanın yanında yer alıyor. Laiki, müslümanı şiddetten yana olan ahlaksız babanın yanında durmayı masum insan yanında durmaya tercih ediyorlar. Ondan sonra iki yüzlü bir hayat başlıyor. Bu aslında dinde de böyle.
Allaha inanıyormuş gibi yapıp yalnız kaldığında tam tersini yapmak gibidir. Yani münafıklıktır aslında. Dinde adı münafıklıktır. Ahlak yerine ahlaksızlığı tercih etmek. İşte bu ahlaksızlığı tercih ettiğinde artık ahlaksız bir babanın yanında yer almaktasın. Karın tokluğu ve kendini güvende hissetme karşılığında. O noktadan sonra çilenin dozu artmaktadır.
Kişi ahlaksızca davranmaya devam ettikçe karşılaştığı ahlaksızlığın dozu artmaktadır. Her günü babaya karşı korku içinde geçmektedir. Her anı şiddet görmekten korkmakla geçmektedir. Hele ona sesini çıkardığında ya ekmeği de keserse düşüncesi korkusunu arttırmaktadır. Bu korkuya karşılık tek kazancı aç kalmaması, sokakta kalmaması ve kendini güvende hissetmesidir.
Kişinin kendi ahlaksızca tercihi karşılığında kendi ahlaksızlığını itiraf etmek o kişinin kabul edilebileceği birşey olmadığından, anne ve babasının ayrılığında suçu annesine atarak vicdan baskısından kurtulmaya çalışmaktadır. Babasının şiddetini ve ahlaksızlığını ağzına almayarak babasını da aklamaya çalışmaktadır. Laikler ve müslümanlar 15 temmuz olayları ve daha sonra gelişen korkunç olayları ağızlarına almamakta, soruşturulmasını istememekte ve bazı insanları suçlayıcı ve infaz edici yaklaşıma sessizce yada açıktan destek vermektedir.
Bütün insanlar ahlaksız tercihlerde bulunurken ve bir kişi bile çıkıp ahlaksızlığını itiraf etmezken kendilerine göre kazanım elde etmekteler. Adeta insanlar ahlaksızlıklarını sanki masum insanlara yıkmış gibi milyonların ahlaksızlık yükü masum insanlar üzerine yüklenmektedir. Sanki insanlar günahlarının cezasını eşşeğe semer yükler gibi başkalarına yüklemiş ve sopayla o eşeği günahkar diye dövmektedir.
Bunlar toplum içindeki bidatlardır. Bidatlar sapkın şeylerdir. İnsanların sapıtması, kendine bir kazanım, çıkar elde etmesi için uydurduğu din görünümlü şeylerdir. Bu insanlar bu zulümleri dini bir görüntüde eda etmektedir. İnsan sapıtınca, hak ve batılı ayırt edemeyince, insanları böyle şaşırtıyorlar. Bu sayede yeni bir bidat uyduruyorlar. Yani kendi suçunu başkasına çektirebilirsin inanışı.(kısaca cadı avı)
Bu kazanımı korumak için 15 temmuzun sorgulanmasını istemezler. Kalıcı ohal ile devleti süresiz sonlandırdıklarını yani darbe yaptıklarını ve bu darbeye dini alet ettiklerini bu bidatlar yüzünden insanlar görmek istemez. Kendi günahlarını başkalarına yükleyerek hem darbeden kazançlı çıkar, hem hesap vermez, hem darbe günahını başkasına çektirir. Kendi yaptığı darbenin günahını başkalarına çektirir. Bu suçluluk duygusuyla hem suçu masumlara atar hemde ilginç şekilde kendini kahramanlaştırmaya çalışır.
Bak bak bak. Şu kazançları görüyormusun. Kahramanlığı yani suçluluğunu aklamayı o kadar ileri bir noktaya taşır ki artık fedakarlıkta zirvededir. Artık bedenini feda eden bir kahramandır. Apartmanın üzerinden uçağın önüne atlamaya çalışmaktadır. Bu saçmalıkların karşılığı suçluluğun artık bedende kişiliğinde yaptığı tahribata o kişinin fazla dayanamamasıdır.
Yani aya çıkacağımıza inanmak o kadar büyütülecek bir şey değil. Benim de bir çıkarım olsa, aya, marsa gideceğimize inanırım. Bunun birde reklam filmini çekerim. Daha çok kitleye ulaşmasını sağlarım. Bu yaşanılan olaylar aslında müslümanlıkla birebir örtüşmektedir. Dine inanıyormuş gibi yapıp tek kaldığında istediğini yaptığın gibi, 15 temmuza inanıyormuş gibi yapıp, gösteri bittiğinde istediğini yapıyorsun. Yani insanlar ahlaksızlığı, iki yüzlülüğü, münafıklığı seçmektedir. 15 temmuz nedeniyle işlenen cinayetleri içinde yani zihninde tutmaktadır. Aydınlansın hak yerini bulsun dememektedir. Tıpkı bir katilin işlediği bir cinayetten sonra zihninde sürekli öldürdüğü kişinin ömür boyu canlanması gibi. Biri onlarca kişinin öldüğünü görse belki o insanların yüzlerini sürekli hatırlayarak hayatını sürdürecek ama sesini çıkarmayacak.