Avrupa Birliği’nin (AB) ardından, Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Strazburg merkezli Avrupa Konseyi’nde de Türk demokrasisinin tekrar 2. lige düştüğü resmi olarak tescillendi. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Türkiye’yi 13 yıl sonra tekrar denetim sürecine aldı.
ALMANYA’DAN BİLE ÖNCE ÜYE OLUNMUŞTU
Avrupa Konseyi üyeliği, Türkiye’nin Batı ile en eski kurumsal bağı. AB’den önce kurulan Avrupa Konseyi’ne Türkiye, Almanya’dan dahi önce üye olmuş, Almanya’nın adaylık sürecinde Berlin’in katılması için Ankara lobi yapmıştı. 2. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu yıkımın ardından kurulan Avrupa Konseyi, Türkiye’de sık sık AB ile karıştırılıyor. Oysa ki, insan hakları ve demokratik kurumların sağlıklı işleyişini denetlemekle yükümlü bu uluslararası kurum AB’den bağımsız. Ancak AB’nin kurulmasını sağlayan ana kurumların başında geliyor.
Türkiye, NATO’ya dahi 1952’de üye olmasına rağmen Avrupa Konseyi’nin kurucu ülkesiydi. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal olarak Batı ittifakı içinde yer almasını sağlayan kurum olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin inişli çıkışlı demokrasi tarihinde çok özel bir önemi olan bu kurum tarafından Ankara’nın 2017’de 3. sınıf demokrasiler sınıfına dahil edilmesi çok vahim bir gelişme.
2014’TEN BU YANA BAĞIRA BAĞIRA GELİYORDU
Hem hükümetin açıklamalarında hem Türk kamuoyunda bu kararın tartışmalı referandum oylamasının bir sonucu olduğu yönünde bir algı oluştu. Ancak, bu karar 2014 yılından bu yana bağıra bağıra geliyor. Kasım 2015 ve Mart 2016 tarihlerinde Türkiye’yi ziyaret eden Avrupa Konseyi İzleme Komitesi, Türkiye’ye yönelik son 20 yılın en sert raporunu kaleme almış ve Türkiye’nin tekrar denetim sürecine alınmasını son dakikada eklenen bir değişiklik önergesiyle teklif etmişti. Bu teklif geçen yıl Mart ayında ufak bir farkla reddedildi.
O tarihten bu yana Ankara ‘denetim’ kararını engelleyebilmek için sayısız girişimde bulundu. En önemlisi Türkiye, Avrupa Konseyi’ne en çok yıllık aidat ödeyen 5 ülke arasına girmeyi kabul etti. ‘Grand payeur’ statüsünü almak için kendisi girişimde bulunan Ankara, İngiltere, İspanya, İtalya, Fransa, Almanya ile birlikte en büyük katkıyı sağlayan ülke oldu. Özellikle bir dönem AKPM Başkanlığı yapan Mevlüt Çavuşoğlu’nun ikili ilişkilerini bu kararı geciktirmek için kullandığı biliniyor. Ancak, kaçınılmaz felaket senaryosu gerçekleşti.
1996-2004 YILLARI DA ‘DENETİM’ SÜRECİNDE GEÇTİ
Temel haklar ve hukukun üstünlüğü alanındaki kriterleri yerine getiremeyen üye ülkeler Avrupa Konseyi İzleme Komitesi tarafından denetim sürecine alınıyor. Türkiye, 2. sınıf demokrasilerin yer aldığı bu denetim listesinde 1996-2004 arasında yer almıştı. AB adaylığına hak kazanmak için bu listeden çıkmak gerekiyor. O nedenle, Türkiye 2002-2004 yılları arasında gerekli hukuki reformları yaparak AB adaylık sürecine aylar kala denetim sürecinden çıkmayı başarmıştı. 2008’de AKP parti kapatma davasında AKPM Türkiye’yi tekrar denetim sürecine almaya tartışmış, en son Nisan 2013’te Türkiye’nin “denetim sonrası diyalog” sürecinden çıkartılıp demokratik ülkeler kategorisine alınması tartışılmıştı. 2 ay sonra Gezi olayları gerçekleşti. O günden bu yana Türkiye demokrasiden adım adım uzaklaştı.
Halihazırda Rusya, Ukrayna, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Moldova, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan denetim altındaki ülkeler arasında yer alıyor. Ancak, bu ülkelerin birçoğu Avrupa Konseyi’ne Türkiye’den 35-40 yıl sonra katıldı. Kurucu üyeler arasında bu denetim altında olan hiçbir ülke yok. Daha da acısı denetim sürecinden bir kez çıktıktan sonra tekrar denetime alınan tek ülke de Türkiye oldu.
TÜRKİYE RUSYA’NIN YOLUNDAN MI GİDİYOR?
AKP’nin de bu karara ilk tepkisinin AKPM’den çekilme yönünde olması Ankara’nın da Rusya’nın yolundan gitme ihtimalini akıllara getiriyor. Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesinin ardından Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Rus parlamenterlerin oy kullanma hakkını askıya almıştı. Bu karar üzerine Avrupa Konseyi’nden çıkma tehdidinde bulunan Rusya ilk önce AKPM toplantılarına katılmama kararı aldı. Daha sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Avrupa Konseyi bünyesindeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını geçersiz kılacak bir yasa çıkardı. Bu yasaya göre, AİHM’in Rusya aleyhinde verdiği bütün kararlar Rus Anayasa Mahkemesi tarafından yeniden değerlendirilecek. Rus AYM’si, AİHM’nin kararını haksız bulursa Rusya tazminat ödemeyi reddedecek.
Bu yasanın ardından Rus Anayasa Mahkemesi’nin ilk büyük kararı Yukos davasında geldi. AİHM, 2014’te Putin’in el koyduğu Yukos petrol şirketinin davasında Rusya’yı 2 milyar Euro tazminat ödemeye mahkûm etmişti. Rus Mahkemenin ilk işi AİHM’in bu kararını iptal etmek oldu. Yukos davası, Türkiye’de siyasi saiklerle mallarına el konulan binlerce şirket için de örnek bir karar olmak niteliği taşıyor. Türkiye’yle birlikte AİHM’den en çok mahkûmiyet alan ülke konumundaki Rusya’nın bu girişimi Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkmanın ilk büyük adımı olarak görülüyor. Mart ayında Avrupa Konseyi’nin ülkedeki seçimlere göndermek istediği gözlemcilere giriş izni vermeyen Rusya, Strazburg merkezli Konsey’in hazırladığı bütün raporları iade ediyor. 49 üyesi olan Avrupa Konseyi’ne üye olmayan kıta ülkesi Beyaz Rusya. Rusya’nın uluslararası sistemden tamamen dışlanmış Beyaz Rusya’nın yolundan gidip gitmeyeceği henüz bilinmiyor. Ancak, çok sayıda Rus siyasetçi açıkça Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınmasını savunuyor.
ASIL GEREKÇE AİHM KARARLARINDAN KURTULMAK
Putin’in Avrupa Konseyi’nden uzaklaşma isteğinde en büyük faktörün AİHM kararları olduğu biliniyor. Zira Rusya ve Türkiye son 20 yıldır açık arayla AİHM tarafından en çok tazminata mahkûm edilen iki ülke. Türkiye, 1990 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (O dönemki adıyla Avrupa Adalet Divanı) yargı yetkisini tanıdı. O tarihten bu yana Türk yargısının verdiği binlerce karar Strazburg Mahkemesi’nden döndü. Strazburg kulislerinde sık sık Türk hakimlerin imza attıkları insan hakları ihlalleriyle tüm Avrupa’nın içtihadını oluşturduğu esprisi yapılır. Zira tüm Avrupa ülkelerinin mahkemeleri açısından AİHM en üst düzey karar mercii olma niteliği taşır. Gerçekten de hemen hemen her alanda içtihad niteliği taşıyan pilot kararlar Türkiye’yle ilgilidir.
Ancak, 15 Temmuz’dan yaşanan kitlesel insan hakları ihlalleri hem AİHM, hem Türkiye açısından kritik bir eşik olma özelliğini taşıyor. Türkiye’nin KHK’lar nedeniyle milyarlarca Euro tazminat ödeyeceği şimdiden belli. Strazburg’da ise Türkiye’den gelen davaların çokluğu nedeniyle AİHM’nin dava yükünü kaldıramayacak seviyeye gelmesinden korkuluyor. Acaba Türkiye de Rusya gibi AİHM’nin kararlarını kadük kılacak çözümler arıyor olabilir mi? Türk Hükümetinin böyle bir istikamet izlemesi halinde benzersiz bir uluslararası izolasyonla karşı karşıya olabiliriz.
Her şeyden önce, Türkiye’nin denetim sürecine tekrar girmesi AB adaylık sürecini de tehlikeye atabilir. Zira, 2005’de AB adaylığı için Ankara’nın Avrupa Konseyi’nin denetim sürecinden çıkması şart koşulmuştu. Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin bu yönde karar alması, Ankara’nın artık AB adaylığı için zorunlu olan Kopenhag siyasi kriterlerini de yerine getirmediği anlamına geliyor. Brüksel’in nasıl bir yol izleyeceği şimdilik belli değil. Ancak, Ankara’nın tansiyonu arttırmaya devam etmesi halinde zaten ölü olan AB adaylık sürecinden daha büyük kazanımlar da tehlikeye girebilir. Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması önce AB’yle ilişkilerin doğasını sonra NATO üyeliğini tartışmaya hale getirir. Bir gün Türkiye’nin neden Avrupa’daki spor müsabakalarında yer aldığı dahi tartışılmaya başlanabilir.