AKP’de yenilik ‘topçu’ ile!

NECİP F. BAHADIR | YORUM

AKP büyük kongresini neden şubat ayında yaptı? Acelesi neydi? Neden sonbaharı beklemedi? Erdoğan’ın seçim stratejisi ve takviminde kongrenin yeri neydi? Seçimden önceki son kongre mi bu? Kongre süreci 31 Mart yarasını giderebildi mi? Erdoğan, bozgunu durdurabildi mi? AKP veya Erdoğan’ın yeniden toparlaması mümkün mü? Erdoğan kendisinden sonrası için işaretler verdi mi? AKP’yi Bilal Erdoğan’a mı bırakacak?

Soru çok, cevap da öyle… Siyasi kongrelerin mevsimi ilk ve sonbahar aylarıdır. Eğer bir olağanüstü gelişme yaşanmamış ise kışın ortasında asla kongreye gidilmez. Şubatta kongre kararını veren Erdoğan. Parti organlarında, konuşulmuş, tartışılmış ve uzlaşılmış bir konu değil. Ben Erdoğan’ın seçim planı ile kongre sürecini ilişkilendirmekten yanayım. Bana en sağlıklı ve mantıklı yorum bu gibi görünüyor. Erdoğan açıkça adını koymadı fakat seçim sürecini başlattı. Seçime kadar başka kongre yok.

Bu illa da 2025 yılında erken seçim olacağı anlamına gelmiyor. Sandığın 2028’e kalmayacağı kesin. 2027 yılına bile sarkmayabilir. Benim olağan şüpheli yılım 2026’nın sonbaharı… Erdoğan seçim yolunun taşlarını döşemeye neden erken başladı sorusunun cevabını 31 Mart yenilgisinde aramak lazım.  31 Mart ‘yenilmez adam’ kültünü yerle bir etti. Erdoğan siyasi hayatının en ağır darbesini aldı.

31 Mart ‘basit bir yol kazası’ mı?

31 Mart yarası ve darbesi ‘pansuman’ tedbirlerle geçiştirilemez ve de iyileştirilemez. Erdoğan, “Sandığın mesajını aldım, gereğini yapacağım!” dedi. Ne yapabilirdi? İlk atacağı adım ‘paradigma değişikliği’ olmalıydı. Çünkü artık AKP için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. 31 Mart yarası ölümcüldü. Çaresi ve devası da radikal olmalıydı. Kendisinden sonrası için ‘geçiş dönemini’ planlamak da bunun parçasıydı. Erdoğan gibi bir siyasetçinin ‘büyük kaybettiğinin’ farkında olmaması mümkün değil. Fakat, sanki 31 Mart ‘basit bir yol kaza imiş’ gibi davrandı.

Belediyeleri kaybettiği bölgelerde bazı il başkanlarını değiştirdi. Ve bunu da 31 Mart’a bağladı… Bozgunun sebebi il teşkilatları mıydı? Değildi, elbette. Aday tercihinde, seçim stratejisinin belirlenmesinde il başkanlarının ne hükmü var ki! 31 Mart bütünüyle Erdoğan üzerinden yürüdü. Adaylar bile geri planda kaldı. Erdoğan belediye başkan adayı gibi çalıştı. Sonuç hüsran olunca bakması gereken ilk yer ayna olmalıydı. Baksaydı orada il başkanlarını değil, kendisini görecekti. AKP’yi felakete sürükleyen Erdoğan ve politikalarıydı. Hiç lüzumu yokken kendisini oylattı. Halk da “Hayır!” dedi. Bugün ‘siyasi meşruiyeti’ bile tartışmalıdır.

Ne il kongrelerinde ne de büyük kurultayda 31 Mart’ın izlerini ara ki bulasın…  Sanki hiç ‘yaşanmamış’ gibi tavır sergilendi. Seçim sonrası hazırlanan raporlar, saha araştırmaları çekmecede unutuldu. Gereği falan da yapılmadı. Erdoğan’ın kongre konuşmasına baktım, her hafta grup kürsüsünde söylediklerinden farklı bir şey yok. Yeni bir mesaj ve heyecan veremedi. Bindirme kıtalar aldatmasın ben bu kadar sönük bir AKP kongresini ilk kez gördüm. Klasik ‘retoriğini’ aynen sürdürdü. Bir uzmanın elinden çıkmış ‘fiyakalı cümleleri’ yüksek sesle okudu. O kadar…

Hiçbir parti AKP kadar pisliğe batmadı!

Zaten AKP’nin ışıltısını yitirdiği kongre için seçtiği slogandan belliydi; “Adında AK, ışığında İstikbal.” Basit, zengin çağrışımları ve derinliği olmayan sıradan bir cümle. Ne demek adında AK? AK kalabildi mi AKP? ‘Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler…’

AKP kadroları siyasi kirliliğin ve lekenin hemen kendini belli edeceği iddialarla yola çıkmıştı. Cumhuriyet döneminde hiçbir parti AKP kadar pisliğe batmadı, kire bulaşmadı, lekelenmedi.  Yolsuzluk ekonomisinden, siyasi yozlaşmaya, etik değer ve kutsallara ihanete kadar… Battı ve batırdı.

O kadar kirlendi ki üstünü ne başörtüsü örtebilir, ne de Ayasofya gölgeleyebilir. Bu toplumsal değerleri bile tarihte örneğine pek az rastlanan siyasi istismarın ‘sermayesi’ yapmaktan çekinmedi. AK orada iğreti bir isim olarak duruyor. Ayrıca o AK’ın A’sı ‘Adalet…’ demek. Bırakın toplumu, AKP tabanı bile ‘adalet’ konusunda AKP yönetimine ‘geçer not’ vermez, veremez. Bütün kamuoyu yoklamalarında yargıya güven dip yaptı.

AK’ın ‘K’sı  ‘kalkınma’ demek. Kalkınmadan maksat sadece yol ve köprü ise, evet yaptı… Fakat nasıl yaptı, kaça yaptı diye sorduğunuzda ‘kalkınmanın’ da havası ve gazı gidiveriyor. Maliyetinin bilmem kaç katı olan, yol ve köprüler ‘garantili ödeme’ sistemiyle halkın omuzlarına yüklendi.  Her yıl o köprü, otoyol ve hastanelere Hazine’den milyarlarca lira aktarılıyor…

Işığında ‘istikbal’… Nerede o ışık?

23 yılın sonunda AKP’nin ülkeyi getirdiği yer ‘aydınlık’ mı? Toplumsal dokusu çözülmüş, ekonomisi çökmüş, politikaları iflas etmiş, tarihin şamar oğlanına dönmüş, gençlerin gelecek, emeklilerin yaşam umutlarını tüketmiş bir ülke… Işığında nasıl bir ‘istikbal’ olabilir ki… Yolun başında olsa, neyse, ortada koca bir enkaz var. Tek sorumlusu da Erdoğan’ın politikaları… ‘Yerli ve milli’ iddiasındaki AKP Türkiye’sinde bir futbol maçını yönetmek ‘yabancı hakeme’ kaldı. Eğer imkanı olsa toplum adalet için ‘yabancı hakim’ de isteyecek.

Umudu transferlere bağlamak!

Kongrede ‘hiçbir değişim olmadı’ değil, oldu bazı isim ve yüzler yenilendi. Rakama bakarsak 39 yeni isim MKYK’ya girmiş. Aralarında Alman Milli Takımı’nın eski oyuncularından gurbetçi Mesut Özil de var. Son ana kadar popçu Sinan Akçil’in de AKP’nin A Takımı’nda olacağı yazılıp çiziliyordu. Ancak son anda yapılan değişiklikle ismi listeden çıkarılmış. Anlayacağınız AKP topçu ile popçuya kalmış durumda. Yani AKP’de değişimin, yeniliğin adı topçu ile popçu…

Mesut Özil’in yanına Ünal Karaman’ı da eklemek lazım. O da İYİ Parti’den transfer. Karaman yeşil sahalardaki kadar kıvraktı, doğrusu iyi çalım attı. Kime mi? Hem partisine hem de seçmenine… Kendisine oy veren, Meclis’e gönderen halka…

Bir parti umudunu ‘transferlere’ bağlamışsa durumu hiç iç açıcı değil demektir. Bu bile başlına başına AKP’nin zorda olduğunun göstergesidir. Erdoğan, 31 Mart sonrası ‘transfer borsasını’ açtı. Devletin bütün güç ve imkanları elinin altında… ‘Satın alma gücü’ çok yüksek. Hedefi anayasa değişikliği veya erken seçim kararı alacak ‘matematiksel üstünlüğü’ elde etmek. Lakin taşıma suyla değirmen dönmez. Türk siyaseti bunun acı ve ibretlik hikayeleriyle dolu. Erdoğan’ın ‘transfer borsasının’ Bülent Ecevit’in ‘Güneş Motel’den ne farkı var?

CHP listesinden Meclis’e giren Gelecek Partili Serap Yazıcı Özbudun’un ‘transferine’ çok şaşırdığımı söylemeliyim. Bir akademik asaleti ve duruşu olduğunu düşünürdüm. Yanıldım.  Keşke Özbudun ‘gördüğü lüzumun’ ne olduğunu kamuoyu ve seçmeniyle de paylaşsaydı. Özellikle AKP’nin hukuk politikalarına sert eleştireler yönelten Özbudun, şimdi AKP çatısı altında… Bundan sonra ‘hukuk facialarından’ o da sorumlu. Bakalım hukukçu kimliğini bir AKP’li olarak nasıl konuşturacak?

Anayasa hükmüne rağmen Erdoğan’ın ‘tekrar adaylığına’ cevaz vererek mi? Göreceğiz.

Günler, hatta haftalardır propagandası yapılan AKP Kongresi’nde değişim ve yeniliğin adı ‘topçu ile popçu’dan ibaret. Başka söze ne hacet…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin