AKP, 1 Mart’ın tutanaklarını neden açıklamıyor?

NECİP F. BAHADIR | YORUM

Siyasal İslamcı kesim ve AKP tabanı ‘komplo teorilerine’ bayılır. Sorulara cevap aramak, sorunlara çare üretmek, düşünmeyi ve bir formül üretmeyi gerektirir. Akletmek ‘kafa konforunu’ bozar. Hele çetrefilli meseleler karşısında beyni yormak işine gelmez, ipe sapa gelmez komplo teorileri ile işin içinden sıyrılıverir.

Daha doğrusu sıyrıldığını sanır. Komplo teorisi hiçbir sorunun cevabı ve hiçbir problemin çözümü olamaz.

Bu hastalık keşke sadece siyasi İslamcılarla sınırlı kalsa, bu topraklarda komplo teorilerinin üretimi hiçbir zaman bitmez. Her siyasi kesimden inanmaya hazır alıcısı ve müşterisi bulunur. Komplo teorileri düşünmenin, fikretmenin düşmanıdır. Akletmezsen, sorgulamazsan, beyni işletmezsen çıkışı abuk sabuk komplolarda ararsın.

Sokaktaki insandan, diplomalılara kadar Lozan Antlaşması’nın ‘gizli maddeleri’ olduğu söylene geldi. Anadolu’nun aslında bir petrol denizi üzerine oturduğu fakat yabancıların kuyuları betonla kapattıkları ve çıkarılmasına izin vermediklerini az mı duyduk? Hani Lozan’ın 100. yılında ‘gizli maddeler’ ifşa olacaktı? Bir yıl geçti hala niye açıklanmadı? Cevabını beklemek için sormuyorum çünkü ‘dış güçler’ diye başlayan bir başka komplo teorisini dinlemeye tahammülüm yok.

Konuya komplo teorilerinden girdim ama amacım bu meseleyi irdelemek değil. 1 Mart tezkeresinin tutanaklarının niye açıklanmadığını sormak ve AKP’de firelerle sonuçlanan 21 yıl önceki oylamaya dikkat çekmek. Belki bugün unutulmuş olabilir yakın siyasi tarihin dönüm noktalarından biriydi 1 Mart.

DSP’nin parçalanarak siyasetin erken seçime zorlanmasının gerekçeleri arasında Bülent Ecevit’in ABD’nin Irak’a askeri operasyona karşı çıkmasının payı olduğu söylenir. Bahçeli’nin inisiyatifiyle Kemal Derviş reformlarının sonuçlarını görmeden ilacın acılığı sürerken Ecevit hükümetini oluşturan koalisyon partileri anlaşılamaz biçimde erken seçim kararı aldı. DSP’den MHP’ye ve ANAP’a hepsi barajın altında kaldı.

AKP’nin daha kuruluş aşamasında milli görüş siyasetinin aksine Batı’ya yöneldiği sır değil. Erdoğan ve arkadaşları, ABD ve Avrupa başkentlerini dolaşarak Batı’nın sempatisini kazanacak peş peşe ılımlı mesajlar verdi. Daha seçimlere gitmeden Irak krizinin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Washington, ‘nükleer silah üretmekle’ suçladığı Saddam Hüseyin’i devirecek savaş senaryolarıyla yatıp kalkıyordu. Ve Türkiye ‘cephe’ ülkelerinden biri olacaktı.

ABD’li askerleri Kürt bölgesine sokmak…

3 Kasım 2002 seçimlerinden AKP zaferle çıktı ve iki partili Meclis’te çoğunluğu kazandı. Yargı kararı sonucu Erdoğan milletvekili olamadı. Hükümeti partinin güçlü ismi Abdullah Gül kurdu. AKP hükümetinin ilk karşılaştığı ciddi sorun Irak meselesiydi. ABD ile çok çetin müzakereler yürütüldü. Türkiye’nin talepleri karşısında Amerikalıların “Bu iş at pazarlığına döndü!” çıkışı gündem oldu.

Uzun görüşmelerin sonucunda tarihe ‘1 Mart tezkeresi’ diye geçen anlaşma metni ortaya çıktı. On binlerce ABD askeri, Türkiye topraklarında konuşlanacak ve Kuzey’den, Irak’a girecekti. Ve bu Türkiye’yi sıcak savaşın bir parçası haline getirecekti. Tezkeredeki özellikle ABD askerinin Anadolu topraklarındaki varlığı beraberinde soru işaretlerini doğuruyordu.

O dönemin başbakanı olan Abdullah Gül, birkaç gün önce verdiği ayrıntılı röportajda ilginç ve çarpıcı cümleler sarf etti: “Böyle bir olaya girerseniz, ABD postalı ilk defa Türk topraklarına ayak basacak. Bir kısmı burada, bir kısmı orada. Nihayetinde savaş bitecek, Irak yakılacak – yıkılacak ama ondan sonra bunlar ne zaman gidecekler?”

Abdullah Gül’ün kaygıları Türk kamuoyunun da endişeleriydi. Amerikan askerlerinin ne zaman gideceğini bilmeyen bir başbakanın tezkerenin altına nasıl imza atabildiği de ayrıca merak konusu. O günlerde bu sözleri muhalefet partileri dile getiriyordu. Özellikle de Deniz Baykal’ın CHP’si…

Gül’ün o röportajda söylediği bir cümle daha var ki, insan gerçekten hayret ediyor; nasıl böyle bir tezkereyi Meclis’e sevk edebilmiş diye! Gül’ün şu sözlerine bakın: “Ayrıca Türkiye’deki Kürt meselesi zaten hallolmamış büyük bir mesele. Girilen bölge Kürt bölgesi olacak ve Amerikalıları o coğrafyaya biz sokacağız.”

Milliyet’ten ‘asker rahatsız’ manşeti

Yani? Amerikalıların o bölgede Irak savaşının dışında misyonu mu olacak? Mademki böyle bir düşünce vardı, neden AKP hükümeti 1 Mart Tezkeresi’nin arkasında durdu? O günleri hatırlayanlar Gül’ün tezkere konusunda ‘gönülsüz’ olduğunu söyleyebilir. Fazla sahiplenmediği doğru. Peki altındaki imza ne olacak? Bir insan bu endişe ve tereddütlere rağmen anlaşmaya imzasını koyar mı?

Gül’ün Bakanlar Kurulu’nda imzaya yanaşmayan Ertuğrul Yalçınbayır, Zeki Ergezen ve Hüseyin Çelik gibi bakanlara “İmzayı atın, oy vermeyin!” dediğini duymayan yoktu. Ama mesele o değil.

AKP’nin Genel Başkanı Erdoğan, tezkerenin Meclis’ten geçmesi için bütün ağırlığını koydu. Milletvekillerinden tezkereye ‘evet’ oyu vermelerini isterken Erdoğan, “Devlet adamı sorumluluğunda uzun vadeli düşünerek ülke menfaatlerini her şeyin üzerinde tutacağınızdan eminim!” dedi. Basına kapalı yapılan grup toplantısında bir milletvekilinin konuşmasını keserek, “Bunları nereden uyduruyorsun?” diye sordu, milletvekilinin, “Yeni Şafak’ta okudum!” cevabına sinirlendi.

Kemal Derviş, AKP’lileri nasıl etkiledi?

Tezkere oylamasından birkaç gün önce yapılan MGK toplantısından hükümete ‘destek mesajı’ çıkmadı. AKP’nin devletin gölgesine sığınmaya ihtiyacı vardı. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, hem tezkereye hem de AKP’nin elini güçlendirmeye karşıydı. Oylamanın yapılacağı gün Milliyet, ‘Asker tezkereden rahatsız’ manşetiyle çıktı. Haberde kaynağın ismi verilmemesine rağmen konuşanın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman olduğunu tahmin etmek zor değildi.

Görüşmelerin yapılacağı gün CHP milletvekilleri Meclis’e yakalarında barışı simgeleyen ‘beyaz kurdelalarla’ geldi. Bu milletvekillerinin arasında ‘ekonomiyi kurtarmak’ için ABD’den çağrılan Kemal Derviş de vardı. Onun tutumu AKP’lileri çok etkiledi. ‘Amerika’nın adamı’ dedikleri Derviş bile tezkereye karşıysa durumun vahim olduğuna inandı AKP’liler.

Meclis, tezkerenin müzakere edileceği ve oylanacağı oturumu gizli yapmaya karar verdi. Genel Kurul’u, tezkereye karşı olduğunu açıkça ilan eden dönemin Meclis Başkanı Bülent Arınç yönetti. Görüşmeler sırasında yakasında beyaz kurdela ile CHP lideri Deniz Baykal’ın kürsüye çıkarak, AKP milletvekillerini etkileyen dokunaklı bir konuşma yaptığı dışarıya yansıdı. Oylamaya 533 milletvekili katıldı. Milletvekillerinden 264’ü lehte, 250’si aleyhte, 19’u da çekimser kaldı.

AKP, 100’e yakın fire verdi

Meclis’in dışında sonucu bekleyen basın mensupları kabul oylarının çokluğuna bakarak tezkerenin Meclis’ten geçtiğini duyurdu kamuoyuna. Çok geçmeden çekimser oylar nedeniyle ‘salt çoğunluğun’ sağlanamadığı ve tezkerenin reddedildiği anlaşıldı. AKP 100’e yakın fire vermişti. Bir başka deyişle 90 küsur AKP milletvekili kendi hükümetlerinin tezkeresine ‘hayır’ demişti. Önce büyük bir şaşkınlık… Sonra kıyamet koptu tabii. Her türlü lojistik hazırlıklar yapılmış, ABD askerleri İskenderun’a çıkmak için açık denizde bekliyordu.

İlerleyen haftalarda kapsamı değiştirilerek 2. bir tezkere hazırlandı. Erdoğan, bu kez riske girmeyerek, “Sonucu güven oylaması sayarım.” diyerek milletvekillerinin kabul oyu vermesini sağladı. Fakat 1 Mart’ın siyasetin üzerine çöken ağırlığını dağıtamadı.

1 Mart’ın bir faturası olacak mıydı? Siyasi bir bedel ödenecek miydi? ABD Savunma Bakanlığı öncelikle TSK’yı eleştirdi, ‘kendisinden beklenen güçlü liderliği sergilemediğini’ söyledi. Pentagon ile TSK arasında soğuk rüzgarlar esmeye başladı. Aynı yılın Temmuz’unda Kuzey Irak Süleymaniye’de yıllarca tartışılan ‘çuval olayı’ yaşandı. Amerikalıların Türk askerinin başına geçirdiği çuval tezkereyle ilişkilendirildi.

Irak savaşında Kuzey cephesinin kaçınılmaz olmadığı görüldü, Saddam Hüseyin kısa sürede devrildi, gitti. Savaş Irak’a demokrasi ve düzen değil kaos ve kargaşa getirdi.

Gizlilik süresi yıllar önce doldu!

1 Mart tezkeresinin ABD – Türkiye ilişkilerinde doğurduğu sonuçlar elbette önemli. Askerin demokratik sistemin üzerindeki ağırlığını yitirmesinde 1 Mart’ın dolayısıyla ABD’nin rolü yabana atılamaz. Daha birçok olay 1 Mart tezkeresinin reddiyle izah edilebilir. ‘1 Mart’ diye başlayan birçok komplo teorisi üretilebilir. Erdoğan’ın ‘gizli’ oylamada hangi AKP’linin ‘hayır’ dediğini öğrendiği ve o isimleri bir daha milletvekili yapmadığı iddiasının gerçekliği tartışılabilir.

1 Mart oturumunun ‘gizlilik süresi’ 10 yıl… Meclis’in 10 yıl sonra müzakere sırasında kimin ne konuştuğu, oy dağılımının nasıl olduğunu gösteren tutanakların kamuoyuna açıklaması beklenir. ‘Şeffaf siyaset’ AKP’nin vaatleri arasındaydı. 1 Mart’ın üzerinden 21 yıl geçti hala sır perdesi aralanmadı. Tutanaklar açıklanmadı. Kimin ne oy verdiği öğrenilemedi. Zaman zaman muhalefet partilerinin müracaatlarına AKP olumlu yanıt vermedi.

Acaba fire veren AKP milletvekilleri kimlerdi? Dönemin başbakanı Gül, tereddütlerine rağmen ‘kabul oyu’ kullanabildi mi?

Bu soruların cevaplarını öğrenebilmemiz için gizli damgalı tutanakların gün yüzüne çıkması gerekiyor. Komplo teorilerine pek meraklı AKP tabanı parti üzerinde baskı oluşturarak 1 Mart’ın sır perdesini kaldırtabilir. Lozan gibi ‘dış güçler’ söz konusu olmadığına göre sonuç almak çok daha kolay. Meclis’in tarihinde 206 gizli oturumun sadece 60’u açıklanmadı. 10 yıllık süreyi geçmesine rağmen kapalı tutulan 37 tutanak var. 1 Mart tezkeresi de bunların arasında.

AKP neden 1 Mart tutanaklarının açıklanmasından korkuyor? 21 yıl gibi uzun süre geçti. 1 Mart’ın üzerindeki sır perdesini kaldırmanın zamanı gelmedi mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sorunun cevabı basit aslında: Çünkü halen aynı iktidar devam etmekte. Detayları herkes kendisi çeşitlendirebilir.
    Abdullah Gül’ün sonraki tarihlerde söylemiş olduğu ve yazıda da gönderme yapılan “insan gerçekten de hayret ediyor” cümlesi yukarıdaki hikayeyi en iyi özetleyen ifade olsa gerek.
    Bence esas sorgulanması gereken nokta ise şu:
    O tarihte henüz hakkaniyetli bir şekilde düşünüp en azından gizli oylama fırsatında bu düşünceleri arkasında durabilen o kadar milletvekilinin, sadece 12 yıl sonra, Ocak 2015’te, isimlerini sayma israfında bulunmayacağım 4 bakanın yolsuzlukları ile ilgili yüce divan oylamasına gelindiğinde, kapalı oylamada bile korkusuna kurban giden bir kitleye, şuursuz bir güruha dönüşmesi ne ile izah edilebilir?
    O güruhu avucunun içine alabilmiş siyasi bir deha marifeti mi? Yoksa başka bir şey mi?
    Akıl idrakten uzak…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin