YORUM | BEDRİ ÖZDEMİR
Büyük resmi en sonunda gördük. Hani şu hırsızı, tecavüzcüyü, katili torbaya koyup salıveren ardından da Meclis üyelerinin toplanıp çektirdiği resmi diyorum. İşte herkesin aradığı büyük resim o!
Hatırlayacaksınız daha evvel de bu büyük resim örneklerinden görmüştük. Şu meş’um çocuk tecavüzleri meselesinde “Bir kereden bir şey olmaz!” diyen kadın bakanı kutlama resmi mesela. 17/25 Aralık’ta hırsızlıkların apaçık ortaya çıktığında bakanları koruma oylamasındaki resim mesela. Bir adam dişçide bile olsa ağzını o kadar şeametle açmaya hayâ eder ama o resimlerde ağızlar öyle açılıp kahkaha atılıyordu.
Bu hepsinin üstüne tüy diken son büyük resimde yine öyle sırıtıyorlar mıydı bilmiyorum. Sırıtıyorlardıysa da ağızlarında çaput bağlı olduğundan göremedik maruf duruşu.
Daha aradan üç beş gün geçmeden salıverilenlerin çoluk çocuğu, hısım akrabayı gırtlakladıklarını duymaya başladık. Şan olsun milletimize! Ülkenin bilumum gaspçılarını, tecavüzcülerini, karmanyolacılarını, yankesicilerini, soyguncularını, katillerini akladık ve lohusa kadını, öğretmeni, din adamını suçlu bulup cezaevlerinde tutmayı başardık. Şan olsun!.. Memleket bütün kirlerinden arındı artık! ‘Aklayan Parti’ öylesine aklıyor ki her şeyi tarihin Firavunlarına, Nemrutlarına, Leheblerine de ders olsun.
AKLAYACAKLARI SUÇ YOK!
Hatırınızda mı, öyle demişti ‘Aklayan Parti’nin kadın milletvekili: “Biz teröristleri mi affedecektik!” Peki, neydi o affedilmeyecek kadar büyük olan terör suçu: Okula öğrenci göndermek, gazeteye abone olmak, bankaya para yatırmak, sendikaya üye olmak. Yasal olmayan bir şey var mı? -Yok! Ama ‘Aklayan Parti’yi rahatsız edeceği bir şey var mı? -Var! Nedir o? Aklayabilecekleri bir suçun olmaması. İşte sorun bu. Aklayan Parti’ye yanaşabilmeniz için sağlam bir suçunuz olmalı. Onları sayarım da… Yazarken bile hayâ ediyor insan.
Ve sonra sözlerine devam ederek, şu meyanda dediklerini sağlama almıştı o kadın milletvekili:
“Bizi bu halkın kahir ekseriyeti destekliyor mu?
-Destekliyor. Biz yanlış yolda olsak halk bizi destekler miydi?
–Desteklemezdi.”
Bakın özellikle bu son sözünde dosdoğru konuşmuştu o kadın milletvekili. Evet haklı, halk onları destekliyor. Bunda sorun yok. Sorun, halktan aldıkları desteğin doğru yolda oldukları için mi aldıklarıyla alakalı. Tekasür’ün niteliğiyle alakalı.
Şurasını artık kabul edelim ki yalanı, vurgunu, ahlaksızlığı çok da sorun ettiğini sanmıyorum ‘Necip Anadolu insanı’nın. İçeriye tıkmak için bir suç adı bile bulunamayan binlerce masumun senelerdir zindanda tutsak edilmesini de önemsediğini sanmıyorum. O tıka basa koğuşlarda hamile veya çocuklu kadınların olduğunu, hastaların dert çektiğini, ailelerinin o kapılarda heder olduğunu aklına getirdiğini de… Nice yetişmiş insanının sınır boylarından bin bir dertle çekip gittiğini, nicelerinin o sularda boğulduğunu, yaşına girmemiş çocukların mezarlarının olduğunu sorun ettiğini de…
“Bir suçları olmasa kaçmazdılar.” diyor kimisi. Kimisi de ehli vicdan görünüp “Ya, bu kadar da olamamalıydı” gibisinden bir şeyler geveleyiveriyor dudak arasından. Bu ikisi arasında hiçbir fark yok. Size bir şey anlatayım:
SÜT NE İSE KAYMAĞI DA O!
Bu çok da şerbetli şekilde gelip kalmadığım el ülkesinde, akrabam diye arada gidip geldiğim bir aile var. Bu aile de dudak arası bir şey geveleyenlerden. Geçenlerde İçişleri Bakanı’nın istifa tiyatrosunda telefona, Twitter’a yüklenmiş bu geveleyici yakınım. Şunları söylüyor: “Terörü engelleyen, bunca teröristi yakalayıp içeri tıkan bu adama kıymayınız!”
Demem o ki, o kadın milletvekili halkını iyi anlamış. Süt neyse kaymağı o! Bu insanların acılarını ne memleketlisi duyuyor ne ana babası, ne dinsizi dindarı, ne de devletlisi devletsizi. Gitmek isteyeni sularda boğuyorlar, tutabildiklerini zindanlarda. Anladığım o ki hırsızdan tecavüzcüden yer açmalarına sebep de toptan doldurup yok etmek. Virüs iyi bir fırsat gibi geldi önlerine. Tam da bekledikleri bir fırsat.
Günter Grass’ın şu sözleri aklıma geldi bunları yazarken: “Organize soykırım usûl ve iradesini tek başına ne Prusya ne Bavyera ne de Avusturya geliştirip icra edebilirdi, bunu yapan Almanya’nın tamamı olmalıydı.”
Yani mevzu açık! Cemaate soykırım yapabilmesi için Aklayan Parti’nin en başta bütün cemaatlerin desteğini alması gerekirdi ve birkaç cılız ses dışında bunu yaptılar. Karşılarında gibi duran Laik Kemalist kesim ise neden daha önce bu işe başlamadıkları için Aklayan Parti’ye kızıyorlar. CHP kadrosu ve saygıdeğer müttefikleri de bu öğüdü verirken bilmişlikle kasılmaktan geri durmuyorlar. O pek muhalif Can Ataklı’lara vakit ayırıp dinleyeniniz oldu mu bilmiyorum. Hele muhalif Fatih Portakal’ın söz cemaate gelince nasıl da haşinleştiğini, “O kadar uyardık, içeri tıkmakta neden bu kadar geciktiniz!” heyecanını görmeyeniniz var mı?
ZULÜMDE BİRLEŞMEK
Yahudi soykırımı için bütün Almanya’nın birleşmesine vurgu yapıyor Grass. İlginçtir, Hz. Peygamber’i (sas) öldürmek için de bütün kabileler birleşmişti. Birleşmek zorundaydı çünkü kimse böyle bir kanın sorumluluğunun üstünde kalmasını istemiyordu. İlginçtir, Yusuf (as)’ın kuyuya atılması için kardeşlerinin birleşmesi gerekiyordu…
Bir yanda Yahudiler, bir yanda bir peygamber ve bir yanda da bir cemaat. Ortak olan şey zulümler için birleşmek. ‘Sessizin Payı’nda önemli olan kalabalıktır çünkü. Kalabalıkta olmak, kalabalıktan olmaktır.
Ne tuhaf şey şu tarih! Ve çoğu bahsi hiç de İlber Ortaylı’dan dinlediğimiz gibi değil.
Grass’a geri dönelim: “Auschwitz’ten sonra yazı yazılmaz” teziyle cedelleşiyor Grass. Aklı başında her insanın 17/25’ten sonra yazmanın, düşünmenin, hukuku aramanın anlamsızlığıyla cedelleştiği gibi. Suçu ve suçluyu apaçık gösteren 17/25 tablosu karşısında toplum “Biz bunları sorun etmiyoruz” dedi. Muhalefet suçu kabul ediyor ama suçu ortaya çıkaranı da affetmiyor. İşte soykırım ortaklığı dediğim yer de burası.
Peki, Hizmet Hareketi’nin savunması ne âlemde? Görünen şu ki on seneden beri Sisifos kayası gibi bir Ergenekon kayası var elde.
Hukuksuzluklar, devletsizlik, çeteleşme buradan gösterilmeye çalışılıyor ama dinleyen yok. Memleketin en çok satan gazetelerinin manşetinde, memleketin en çok izlenen ana haberlerinde her gün ve hiç aksamadan bu derin yapıyı anlatmaya çalışıldı. Ne elde edildi? Zindanlar, zulümler…
Bir dönem için Sisifos’un kayası gibi derin devleti değil de hukuku zirveye taşımanın derdi olarak görüyorum ben de. Bunu küçümseyemem ve kimse de küçümsememeli. Ama bu kadar şeyden sonra hâlâ her meseleyi aynı bildik yöntemle açıklanmaya çalışılmasını da anlamıyorum.
SİSİFOS KAYASINDAN KURTULMAK
Aynı şeyi konuşanlar diye yine bu mesele yüzünden bin bir sıkıntı çeken eski gazeteci, hukukçu, düşünür, yazarları kast ediyorum. Derin devlet elbette var ve bütün işleri organize ettiği de anlaşılıyor ama yeni bir bakış açısı getirilemeyecek mi bu derde. Biz hâlâ Ergenekon konuşarak çareler mi arayacağız? Sisifos kayasına dönüşmesi, dediğim de bu. Bu büyük resmi gündemde tutmak, her hadiseyi Amerika, İsrail büyük resmiyle okuyanlarla aynı yere konuşmaya başlamaya dönüşmüyor mu zamanla? Bu kadar derinlere işlemiş belli ki daha da derinleştirilmesi düşünülen soykırımı, -evet soykırımı- büyük resimlerden koparak okuyabilecek sadra şifa tek söz duyulmayacak mı?
Anlamadım gitti, nedir bu Fuat Avni’cilik hevesi?
Bak, olan geleni biz biliyoruz bilmişliği mi? En erken ben söylemiştim kâhinliği mi? Bizden habersiz yaprak kımıldamaz hafiyeciliği mi? Acaba nedir bu Fuat Avni aymazlığı? Görmüş olmalısınız: Bakan istifasının ertesinde twitter hesapları “en önce ben demiştim” bilgiçliğinden geçilmiyor. Bir de daha fav’a atıp beklememiz gerekenler var ki sormayın.
Bu kadar yetişmiş sosyal bilimcinin çok okumuşluğunun aktarımı olan kaynakçalı göndermelerini okumaktan sıkıldım Yetişmiş bu kadar ilahiyatçının hemen her şeyi reddetmesinden de usandım. Bir ilahiyatçının insan yönetme şevkini ise hiç anlamadım. Oysa kendilerinden inanç değerlerinin ikliminde çareler bekliyor insanlar. Dinlerken o kulakla dinliyor, o niyetle saygı duyuyor.
YENİ ŞEYLER SÖYLEMENİN ZAMANI GELMEDİ Mİ?
Yapılan edilenlere her yönüyle yanlışlık, her yönüyle kötülük ve her yönüyle içinden çıkamamazlık yaftası yapıştırmak da hakşinaslık değil elbet, farkındayım. Sözlerimi gayret erbabının gayretini kırmak için de sarf etmiyorum. Sadece yeni şeyler söylemenin zamanının gelip gelmediğini sorgulamaya çalışıyorum.
Bitiriyorum.
Kim ne derse desin, bu hizmet sokakta yatana “Gel seni bu dertten kurtaralım, bir iş bulalım, çoluk çocuğunu okutalım topluma katalım” demiş bir harekettir. Buna karşılık popülist dini(i)dar politikacılar o sokakta yatana “Bırak ev hikâyesini! Gel sana kömür, makarna verelim, bir millet bahçesi açarız orada hem yuvarlanırsın hem de kek de yersin” diyerek oyunu ve desteğini almıştır. O sokakta yatan adam önce battaniye ve kek uğruna sonra da bunlardan mahrum kalmamak için partiye ve zulmüne desteğini verdi, veriyor. Büyük resmin ardındaki küçük resim de bu.
Resimler böyle ama memlekette ne hukuk kalmıştır ne hazine ne güven ne de üç kuruşluk kefen parası. Satılacak üç beş köşe daha varsa satılıp üç beş ay daha gidilebilir. Ötesi? Ötesini söylemeyeceğim! Elbette hesap edenlerden de büyük bir Hesap Eden var. Onu söyleyeceğim sadece.
Görelim Mevla’m neyler!..
Şundan eminim bana isnat edilenler yazılı kanun metinlerine göre suç unsuru değildi. Beni tutuklayan hakime şunu sormuştum; bu devletin yazılı kanunlarına göre hangi cürmü işledim? Gözlerime bir kez bakmadan, üzerinde cübbesi bile yokken tutuklama kararı verdi. Ben gölgelerle uğraşmıyorum, bizzat somut olguların pesindeyim. Bu nedenle aynı soruyu toplumun tüm kesimlerine de sordum. Ben antlaşmaya ihanet etmedim. Bedevi toplumlarda bile antlaşmaya ihanet etmenin bir bedeli vardı. Birgün kendi yazdığı antlaşmaya ihanet edenlere yeni bir soru soracağım eğer maddi veya manevi kıyamet kopmazsa başlara.