YORUM | Av. Nurullah Albayrak
1. Giriş: Türkiye’de İnsan Hakları Krizi Yaşanıyor
Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye, insan hakları ve uluslararası hukuku koruma konusundaki kararlılığının inceleme altında olduğu bir yol ayrımında bulunmaktadır. Ülke şu anda muazzam boyutlarda bir insan hakları krizine saplanmış ve AİHM Büyük Daire kararı sonrasında insan haklarına duyarlı herkes bu sorunu çözme ya da daha da büyütme konusunda iktidarın atacağı adımları beklemektedir. Bu rapor, insan hakları alanında yaşanan krizin kapsamlı bir incelemesini yapmakta ve Türk hükümetinin temel insan haklarını ve uluslararası hukuk ilkelerini sistematik olarak göz ardı etmesine ışık tutmaktadır.
Yaşanan krizin merkezinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin (AİHM) 26 Eylül 2023 tarihli kararı yer almaktadır ve bu karar, devam eden insan hakkı ihlalleri açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Bu kararın yeni bir hesap verebilirlik ve insan haklarına saygı dönemini başlatması gerekirken, bunun yerine Türk hükümetinin meydan okumasıyla karşılaşmıştır. Bu rapor, bu krizin çok yönlü boyutlarını inceleyerek durumun aciliyetine ve kararlı uluslararası destek ihtiyacına ışık tutmaktadır.
II. AİHM Büyük Daire Kararı: Krizde Önemli Bir Dönüm Noktası
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 26 Eylül 2023 tarihinde Yüksel Yalçınkaya v. Türkiye davasında verdiği karar, Türkiye’nin içinde bulunduğu krizde bir dönüm noktası niteliğindedir. Bu kararın etkileri insan hakları ve adalet tarihi boyunca yankılanacaktır. Bu kararda altı çizilen ihlallerin kapsamı şu şekildedir:
1. Madde 7 İhlali: Keyfi Yargılamalar ve Keyfi Mahkumiyetler
AİHM’nin kararı, Türkiye’de terör örgütü suçlamasına dayanak olarak gösterilen eylemlerin örgüt suçunun delili olamayacağını, yasallık ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olarak suçlama yöneltildiğini ortaya koymuştur. Yasal bir bankaya para yatırmak, herkesin kullandığı bir telefon aplikasyonunu kullanmak, sohbet toplantılarına katılmak, dernek ya da sendika üyesi olmak, çocuğunu yasal bir okula göndermek, gazete abonesi olmak, gazetede köşe yazısı yazmak ya da yasal olarak kurulmuş bir okulda çalışmak gibi isnatlar terör örgütü üyeliği suçunun fiili unsurunun bir parçası olmamasına rağmen, ulusal mahkemelerin yorumlarında suç olmayan bu fiillerin bilerek ve isteyerek silahlı bir terör örgütüne üye olmakla eşdeğer tutularak kişilerin mahkum edildiği belirtilerek ağır bir hak ihlalinin olduğu karara bağlanmıştır. Türkiye’de terör suçlamasıyla yapılan yargılamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. Maddesinde belirtilen temel ilkelere aykırılığını ortaya koyan bu karar, belirsizlikler ve keyfiliklerle dolu bir hukuk sistemine yönelik ağır bir itham niteliğindedir.
2. Madde 6 § 1’in İhlali: Yargılamaların Esastan ve Temel Olarak Adil Olmadığı
AİHM’nin kararıyla, Sözleşme’nin 6 § 1 maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ihlalini, kişilerin ağır bir ceza gerektiren ciddi bir suçtan mahkûm edilmesine yol açan yargılamaların, AIHS’in 6. Maddesi kapsamında esastan ve temel olarak, adil olmadığı gerçeği ortaya konulmuştur. Ayrıca mahkemelerin zanlıların taleplerine ve itirazlarına cevap vermemesi, savunma argümanlarına karşı duyarsız oldukları ve zanlıların gerçekten “dinlenmediği” konusunda meşru bir şüphe uyandırdığı tespiti yapılarak, yargılamaların prosedür tamamlama şeklinde olduğunu göstermiştir. AİHM kararından da ifade edildiği üzere adil yargılanma haklarının sistematik olarak engellenmesi, Türkiye’nin yargı sisteminin bütünlüğüne ciddi anlamda gölge düşürmekte ve onu adaletin en temel ilkelerini yerine getirememek gibi açık bir suçlamaya maruz bırakmaktadır.
3. Madde 11’in İhlali: Örgütlenme Özgürlüğüne Benzeri Görülmemiş Bir Saldırı
AİHM’in kararı, Sözleşme’nin 11. Maddesi kapsamında korunan örgütlenme özgürlüğüne yönelik eşi benzeri görülmemiş bir saldırının da altını çizmiştir. Muhalefeti bastırma arayışında olan Türk hükümetinin örgütlenme özgürlüğüne yönelik müdahaleleri ve örgütlenme hakkını terör suçu olarak görmesi, demokratik toplumların temelini oluşturan, benzer düşünen bireylerle özgürce bir araya gelme ve barışçıl, meşru faaliyetlerde bulunma hakkını yok etmiştir. AİHM, şiddete teşvik veya demokratik bir toplumun temellerini reddetme olarak yorumlanabilecek herhangi bir eylem olmaksızın kişiler hakkında terör suçlamasında bulunulmasının örgütlenme özgürlüğüne yönelik ağır bir ihlal olduğunu belirterek sistematik yanlıştan dönülmesi çağrısında bulunmuştur. AİHM’nin kararında da izah edildiği gibi bu ihlalin sonuçları, doğrudan etkilenen bireylerin ötesine geçerek, demokratik değerleri ve devletin yersiz müdahalesi olmaksızın sivil hayata katılma hakkını derinden yaralamaktadır.
Sistemik Sorunlar ve AİHM’in Eylem Çağrısı
AİHM Büyük Daire kararının münferit davaların ötesine geçen daha geniş kapsamlı sonuçları bulunmaktadır. Kararda açıkça belirtildiği üzere, Sözleşme’nin 6. ve 7. maddeleri kapsamında benzer şikâyetleri içeren yaklaşık 8.500 başvurunun AİHM önünde karar aşamasında beklediği, ayrıca 100.000’den fazla davanın da benzer isnatlarla Türkiye’de görülmeye devam ettiği belirtilerek ortaya çıkan sorunların münferit olmayıp sistemik bir sorun halini aldığı belirtilmiştir. AİHM’nin tespiti kapsamında Türkiye Adalet Bakanlığı verileri dikkate alındığında 1.000.000’un üzerinde kişiyi ilgilendiren sistematik ve ciddi bir sorunla karşı karşıya olunduğu söylenebilir.
AİHM, sistematik sorun tespiti nedeniyle kararların bağlayıcılığı ve uygulanmasına ilişkin 46. Madde kapsamında yankı uyandıran bir eylem çağrısında bulunmuştur. Türkiye, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine aykırı olarak tespit edilen delillere yaklaşımıyla ilgili olarak, bu sistemik sorunları ele almak üzere genel tedbirler almakla görevlendirilmiştir. Bu eylem çağrısının sonuçları geniş kapsamlı olacaktır ve Türk hukuk sistemindeki bu sistemik eksiklik ve ihlallerden etkilenen tüm bireylerin haklarını korumak için kapsamlı reformlar yapılmasını gerektirmektedir.
III. Türk Hükümetinin Meydan Okuması: Adaletin Temellerini Zayıflatmak
AİHM kararının ardından Türk hükümetinin verdiği yanıt son derece rahatsız edicidir ve ülkedeki uluslararası hukuk ve insan haklarının durumu hakkında derin endişelere yol açmaktadır:
1. AİHM Kararının “Kabul Edilemez” Olarak Damgalanması ve Yetki Aşımı Suçlamaları
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un AİHM’in kararına verdiği ilk tepki, reddetme şeklinde oldu. Kararı alenen “kabul edilemez” olarak nitelendiren Tunç, sadece kararı uygulanmaz olarak nitelendirmekle kalmadı, aynı zamanda uluslararası saygınlığı olan bir hukuk kurumunun otoritesini de reddetti. Dahası, Bakan Tunç AİHM’i yetkisini aşmakla suçladı ve bulgularının müdahaleci ve yersiz olduğunu öne sürdü. Adalet Bakanının açıklamasından sonra 1 Ekim 2023’de TBMM’nin açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan, AİHM kararına atfen ‘Avrupa Konseyi’nin bir kurumu olan AİHM’nin verdiği son kararlar adeta bardağı taşıran damla olmuştur…. Bizim de terör örgütleriyle aynı hizada sıralanan kurumların kararlarına ne saygı duymamız ne de onların dediklerine kulak asmamız mümkün değildir.’ diyerek karara karşı tepkisini göstermiştir.
Bu yanıtlar, sadece saygın bir uluslararası mahkemenin meşruiyetine söz söylemekle kalmamakta, aynı zamanda Türk hükümetinin eylemleri için hesap verebilirliği kabul etme konusundaki isteksizliği hakkında da kritik soruları gündeme getirmektedir.
2. AİHM’nin Bağlayıcılığının Sorgulanması
Bakan Tunç, AİHM’nin otoritesini sorgulayan nitelikte bir hareketle, kararın emsal teşkil etmeyeceğini de iddia etti. Türk hükümeti, AİHM kararının emsal teşkil etme potansiyelini göz ardı ederek, mahkemenin bağlayıcı otoritesine saygı gösterme konusundaki isteksizliğinin sinyallerini bu açıklamayla vermektedir. Yerleşik hukuk normlarının ve uluslararası yükümlülüklerin bu şekilde göz ardı edilmesi, Türkiye’nin uluslararası toplumun sorumlu bir üyesi olarak güvenilirliğini azaltmakla kalmamakta, aynı zamanda ülkenin hukukun üstünlüğüne bağlılığı konusunda da endişelere yol açmaktadır.
3. AİHM’in Bulgularının Uygulanmasına Açık Direnç
Türk hükümetinin tepkisinin belki de en endişe verici yönü, AİHM’nin bulgularını uygulamaya yönelik açık direncidir. Bakan Tunç’un açıklamaları, hükümetin uluslararası hukuk ve insan hakları ilkelerine bağlı kalma konusundaki isteksizliğini ortaya koymaktadır. Türk yargı sistemindeki sistematik ihlalleri ortaya çıkaran bir kararın ardından gelen bu tutum, sadece hesap verebilirlik ruhuna karşı çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda ülkenin vatandaşlarının haklarına saygı gösterme ve bu hakları koruma konusundaki kararlılığı hakkında da derin endişeler uyandırıyor.
Türk hükümetinin AİHM’in kararına karşı çıkan tepkisi, adalet, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini zedeleyen açık bir mesaj vermektedir. Uluslararası toplumun bu meydan okumaya kararlılıkla karşılık vermesi, Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nin bir üyesi ve temel haklar ile hukuk normlarını korumayı taahhüt eden küresel toplumun bir katılımcısı olarak yükümlülüklerinden sorumlu tutması zorunludur.
IV. Endişe Verici Baskılar Devam Ediyor: Baskının Tırmanması
AİHM kararının yarattığı önemli uluslararası ilgiye rağmen, 28 Eylül 2023 tarihinde Türkiye’nin iktidarın baskılarını artıracağı şekilde anlaşılacak endişe verici gelişmeler yaşandı. Bu gelişmelerden birisi AİHM tarafından ihlal kararı verilmesine ve Bakanlar Komitesi tarafından sürecin takip edilmesine rağmen tahliye edilmeyen Osman Kavala’nın yargılandığı ‘Gezi Davasında’ Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası terör davalarına bakan Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından onandı. Ayrıca TİP Milletvekili Can Atalay ve diğer yargılananlara verilen cezalar da onandı. Yargıtay’ın bu kararı AİHM kararı sonrasında keyfi olarak cezalandırma iradesinin devamı olarak anlaşılmaktadır.
Diğer gelişme ise, AİHM kararında suç olmadığı belirtilen eylemler nedeniyle cezaevine konulan, işlerinden atılan kişilere insani yardım yapanlara terörle mücadele adı altında operasyonlar yapıldı. İçişleri Bakanı tarafından duyurulan operasyonlar kapsamında cezaevinde bulunan kişilere yardım ettiği için 52 kişi Antalya ilinde, 25 kişi de Balıkesir ilinde göz altına alındı.
Diğer bir gelişme ise, AİHM kararı sonrasında beşiz çocuğu bulunan KHK’lı Abdülkadir ve Nurcan Arslan çifti çocuklarının göz yaşları ve çaresizlikleri altında tutuklanarak cezaevine konuldu. Tutuklanan Arslan çiftine yöneltilen suçlama AİHM’nin keyfi olarak mahkumiyet kararına gerekçe yapıldığı söylenen eylemler.
Terörle mücadele adı altında yapılan ve İçişleri Bakanı tarafından iftiharla duyurulan bu operasyonlar, uluslararası toplumun değer verdiği adalet ve insancıllık ilkelerine gölge düşürmüştür. AİHM kararı sonrası yaşanan bu gelişmeler son derece rahatsız edici yönleri ortaya çıkarmıştır:
1. Hükümetin Baskıcı Tedbirleri Sürdürmekte Israr Etmesi
Türkiye’nin 28 Eylül 2023 tarihinde verdiği Yargıtay kararı ve 29 Eylül 2023 tarihinde yapılan terör operasyonları, Türk hükümetinin baskıcı politikalarını sürdürme konusundaki kararlılığını gözler önüne sermektedir. Ülkedeki insan hakları ihlalleri uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmesine rağmen, hükümet adalet, insan hakları ve uluslararası hukuk ilkelerinin altını oyan taktikler uygulamakta ısrar etmektedir. Keyfi yargılamalar ve keyfi mahkumiyet kararları AİHM kararına rağmen devam etmektedir. Bu ısrar, siyasi baskının ortasında kalan bireylerin haklarını korumak için gerekli ihtiyacın altını net bir şekilde çizmektedir.
2. İnsani Yardımın Adaletsizce Suç Sayılması
En büyük endişe kaynaklarında birisi de insani yardımın suç sayılması ve insanların keyfi olarak yargılanıp cezalandırılması. Yapılan operasyonlarla, suçsuzluğu kanıtlanmış kişilerin ailelerine insani yardım sağlayan kişiler hedef alınmıştır. Bu eylemin ne Türk hukukuna göre suç ne de uluslararası standartlara aykırı olduğunu belirtmek gerekir. Hükümetin bu yöndeki eylemleri, insanlığın özüne ve siyasi ayrımları aşması gereken merhamet ve dayanışma ilkelerine aykırıdır. Bu durum, adaletin tüyler ürpertici bir şekilde saptırılması anlamına gelmekte ve Türkiye’deki insan hakları krizinin ne kadar derinlere indiğinin altını çizmektedir.
3. Masum Sivillerin Acı Çekmesinin Tüyler Ürpertici Gerçekliği
Yapılan hukuksuz gözaltı ve yargılamalar masum sivillerin hükümet eylemlerinin yükünü taşımaya devam ettiği tüyler ürpertici gerçeğini ön plana çıkarmaktadır. Bu adaletsizlik, yasal ve siyasi sınırların ötesine geçerek, insan onuru ve empatinin özüne dokunmaktadır. İnsanlar kanunsuz suç ve ceza olmaz hükmüne aykırı olarak cezalandırılmaya devam etmekte yapılan bu hukuksuzlukla ailelerle birlikte yüzbinlerce insan acı çekmeye devam etmektedir.
Bu endişe verici baskıların devam etmesi, Türkiye’nin baskıcı politikalarının uluslararası incelemeye rağmen sürdüğünü keskin bir şekilde hatırlatmaktadır. Uluslararası toplum, Türkiye’yi eylemlerinden sorumlu tutarak ve tüm ulusların saygı duyması gereken evrensel değerler olan adalet, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini destekleyen bir çözüm için çalışarak kararlı bir şekilde yanıt vermelidir.
V. Acil Eylem Çağrısı: Türkiye’de İnsan Haklarının Korunması
Uluslararası toplum, Türkiye’de yaşanan derin insan hakları krizinin ardından kendisini bir yol ayrımında bulmaktadır. Masum bireylere karşı işlenen ihlallerin vahameti ve Türk hükümetinin uluslararası hukuk ve insan hakları normlarını hiçe sayması, bizi acil bir eylem çağrısında bulunmaya zorlamaktadır. Küresel toplumun bu ihlalleri ele almak ve adalet, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini korumak için kararlılıkla harekete geçmesi zorunludur. Bu kapsamda;
1. Türkiye’nin Uluslararası Yükümlülüklerine Uymasını Talep Edin
Bu krizin giderilmesine yönelik ilk adım, Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine uymasının kesin ve açık bir şekilde talep edilmesidir. Avrupa Konseyi’nin bir üyesi ve çeşitli uluslararası sözleşme ve anlaşmaların imzacısı olarak Türkiye, temel insan haklarını güvence altına alan yasal bir çerçeve ile bağlıdır. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de dahil olmak üzere bu anlaşmalar kapsamındaki taahhütlerini yerine getirmesi ve hukuk sistemindeki sistemik eksiklikleri gidermek üzere derhal adım atması konusunda ısrarcı olunmalıdır. Türkiye’yi eylemlerinden sorumlu tutmak ve sınırları içindeki tüm bireylerin haklarını koruma ve bu haklara saygı gösterme yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamak uluslararası toplumun görevidir.
2. Hedefe Yönelik Yaptırımların Uygulanmasını Değerlendirin
Türkiye’nin süregelen meydan okuması ve uluslararası hukuku hiçe sayması karşısında, uluslararası toplum bu krizi etkili bir şekilde ele almak için bir dizi tedbiri gözden geçirmelidir. İnsan hakları ihlallerinden sorumlu olanlara baskı uygularken genel nüfusa zararı en aza indirecek şekilde dikkatlice ayarlanmış hedefli yaptırımlar, uluslararası normlara uyumu teşvik etmek için güçlü bir araç olarak hizmet edebilir. Ayrıca, diplomatik baskı ve angajman da dahil olmak üzere diplomatik tedbirler, krizin çözümüne yönelik yapıcı bir diyaloğun teşvik edilmesinde etkili olabilir.
3. Küresel Sahnede Adalet, İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü Davasını Savunun
Türkiye’deki kriz münferit bir olay değildir; uluslararası düzenin karşı karşıya olduğu daha geniş çaplı zorlukların bir simgesidir. Adalet, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerin erozyona uğraması hepimizi etkilemektedir. Bu nedenle, uluslararası toplum bu değerleri küresel sahnede savunmak için ortak bir duruş sergilemelidir. Ortak sesimizi yükselterek ve adaleti savunarak, her bireyin haklarının ve onurunun desteklendiği ve korunduğu bir dünya için çalışabiliriz.
VI. Sonuç: İnsan Haklarını Savunmanın Zorunluluğu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 26 Eylül 2023 tarihinde verdiği karar, adalet ve hesap verebilirlik için bir umut ışığı oldu. Ancak bu umut, Türk hükümetinin uluslararası hukuk ve insan hakları normları karşısındaki hukuk tanımaz tavrıyla gölgelenmiştir. Türkiye’yi saran bu kriz, endişe kaynağı olmanın ötesine geçerek hızlı ve kararlı bir şekilde harekete geçilmesini gerektirmektedir.
Uluslararası toplum ağır ihlaller karşısında sessiz kalmamalı ve Türkiye’den uluslararası yükümlülüklere uyulmasını talep etmelidir. Ayrıca adalet, insan hakları ve hukukun üstünlüğü davasını savunarak, sadece Türkiye’de değil tüm küresel toplumda bu ilkelerin desteklendiği bir dünya için hep birlikte çalışılmasını sağlamalıdır. Haksız yere acı çekenleri savunmanın ahlaki bir yükümlülük ve bir görev olduğu bilinciyle ortaya konulacak çabalar değişim yaratmayı ve haksızlığa uğrayanların hak ettikleri adaleti bulmalarını sağlayabilir.
Bu karar neticesinde, insanların keyfi olarak tutuklandıkları ve hayattan koparıldıkları anlaşılmıştır. Nazilerin yaptıklarından bir farkı da yoktur. Bu baskı ve zulüm yaygın olduğundan başında da Erdoğan vardır. Bu kararla birlikte bu tescillenmiştir. Yapılması gereken husus UCM ye gidip bunlar hakkında yaptırım kararı çıkartmaktır.
Tayyib’e Putin gibi tutuklama çıkartılmasına yönelik çalışmalar yapılmalı