Ahsen-el Kasas-17 | Kıssanın akustik analizi

“İç musiki, Kur’ân’ın en önemli yanlarından biridir. Farklı kıraatlerin, okuma usulünün, uzatmaların, kısaltmaların, idgamların… Her birinin kendi yerinde bir mânâsı ve bir müzikal yönü vardır.”

M. NEDİM HAZAR | YORUM

“Kur’an’ı tane tane, hakkını vererek oku…”  (Müzzemmil 4)

En’am Suresi 59. Ayet şöyle bitirilir: “Hasılı yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki açık, net bir kitapta bulunmasın.”

Suat Yıldırım Hoca bu ayetin Kitab-ı Mukaddes’te de geçtiğini vurgular. Ekseri müfessir ‘yaş-kuru’nun bir sonsuzluk skalası olduğunu yazmıştır. Bu perspektifle baktığımızda ise şüphesiz Kur’an-ı Kerim’in pozitif/manevi bütün ilim ve sanat dalları ile ilişkisi olduğu gibi, musiki alanıyla da -hem de çok- yakından bir alakası vardır.

Kur’an, tecvit kurallarına uymak kaydıyla, melodi, ezgi denilen musikinin temel unsurlarına yer vermeksizin düz bir okuyuşla seslendirilmesine cevaz verildiği gibi belli bir makamın ses dizisini esas alarak da okunmasına da müsaade etmiştir. İşte bu durum da Kur’an-ı Kerim’in sanat ile kurduğu derin bir ilişki alanını daha önümüze seriyor. Ayrıca bu son semavi metnin sadece bir güfte değil, aynı zamanda beste olduğunu da bize hatırlatıyor.

Sarfe Nazariyesi

Sözlükte “geri çevirmek, engel olmak” anlamındaki sarf kökünden türeyen sarfe, belâgat yönünden Kur’an’ın benzerini meydana getirme gücünün bulunduğu, fakat inkârcıların bu gücü kullanmasının Allah tarafından engellendiği tezine dayanan i‘câzü’l-Kur’ân teorisini ifade ediyor.

Bazı müellifler, sarfe teorisinin ilk temsilcisi olarak Vâsıl b. Atâ veya Îsâ b. Sabîh el-Murdâr’ı gösterirse de kaynakların çoğunluğu bu teorinin ilk defa Nazzâm tarafından ortaya konulduğunu kaydediyor. Bu telakkiye göre Kur’an, sadece içerdiği edebî özellikler bakımından Hz. Peygamber’in nübüvvetini şüphesiz şekilde ispatlayan bir mucize olmayıp geçmiş ilâhî kitaplar gibi Allah’ın insanlara bildirdiği emirleri ve gayba dair haberleri ihtiva ediyor.

Sarfe Kur’an’ın “mû’ciz” oluşunu sadece fesahat ve belâgat noktasına indirgeyen bir teori olarak çok eleştiriler de almış aslında. Bu teorinin aslını oluşturan, Allah’ın insan iradesi ve bilgisine müdahale ettiği tezini savunmak oldukça zor olduğu için, iman ve itaatle yükümlü tutulmak düşünce ve irade hürriyetini gerekli kıldığı hakikati hep ifade edilmiş.

Ayrıca Hz. Peygamber’in gönderilişiyle birlikte nübüvveti ispat aracı olarak hissî mucize devrinin kapandığı (İsrâ 59) ve Kur’an’ın fesahat ve belagati dışında da i‘câz yönlerinin bulunduğu dikkate alındığında sarfenin insanların çoğunluğuna hitap etmekten uzak, zayıf bir teori olduğu yazılıp çizilmiş. Her ne kadar İbn Hazm gibi bazı sarfe taraftarları Kur’an’ın sarfe dışında da i‘câz yönlerinin bulunduğunu söylemişse de bunlara göre i‘câzın merkezinde sarfe yer almakta.

Kıssanın fonetik ve akustik analizi

Kur’an-ı Kerim pek çok yönüyle olduğu gibi kelime yapısı, armonisi, melodisi, imlası ve fonetiğiyle 1500 yıla yakın bir zamandır herhangi bir deformasyona uğramamış, bozulmamış bir kitap.

Bu özellikler onu, mana dokusuyla akla, mantığa hitap ederken, muazzam bir iç müzikaliteye sahip sözel yapısıyla ruhlara etki etmesi icaz açısından biricik kılmakta. Kur’an- Kerim’in fonetik icazına yönelik iç dinamikleri; harf yapısı, vokal uyumu, ayetlerin iç musikiyi yansıtacak şekilde yapılanması, özgün okunma kuralları (tecvit) ve cümle bölmeleri fasılalar olarak dikkat çekici. Kur’an’ın, fonetik yapısındaki ahengin tadını alanların bu benzersiz Rabbanî hazzı başka hiçbir seküler musikide bulamayacağı da aşikâr. Bir başka deyişle Kur’an’ül Hakim’in semavi seslerle örüntülü bu estetik mimarisi çok güçlü bir iç ahengin de göstergesi. Sahip olduğu bu emsalsiz fonetik Kur’an’ı muhatapları karşısında hayret verici etkiye sahip bir makama oturtuyor. Öyle ki, Arapça tek kelime bile bilmeyen bir dinleyici Kur’an ayetlerinin kastını anlayabilir ve ruhunda derin akisler bulabiliyor.

Önce terminolojik bir tanıma bakalım: Sözlükte “gücü yetmemek, yapamamak” anlamındaki acz kökünden türetilen i‘câz kelimesi “âciz bırakmak” demek. Terim olarak genellikle “Kur’an’ın, sahip bulunduğu edebî üstünlük ve muhteva zenginliği sebebiyle benzerinin meydana getirilememesi özelliği” diye tanımlanıyor.

Kur’an-ı Kerim’de ’da terkib olarak “i‘câzü’l-Kur’ân” geçmemekle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’in beşer sözü değil insanların benzerini meydana getirmekten âciz kaldıkları ilâhî bir kelâm olduğu hususu ısrarla belirtilmekte. Hz. Muhammed’in (SAV) peygamberliğini inkâr edenler diledikleri takdirde Kur’an’a benzer sözler söyleyebileceklerini ileri sürmüşler: “Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman: “Artık anladık! Biliyoruz! Dilesek bunun benzerini biz de söyleyebiliriz. Bu, önceden geçmiş insanların masallarından başka bir şey değildir!” derler.” (Enfâl 31) ve Resul-i Ekrem’den hissî mucize göstermesini istemişler. Bu kişilere Kur’an’ın yeterli bir mucize olduğu açıklanmış: “Hem kendilerine okunan bu kitabı indirmemiz onlara kâfi gelmiyor mu? Elbette bunda iman edecek kimseler için bir rahmet ve yeterli bir ders vardır.” (Ankebût 50); eğer güçleri yetiyorsa bütün yardımcılarını da çağırarak benzer bir eser meydana getirmeleri istenmiş, fakat bunu asla yapamayacakları da ifade edilerek kendilerine meydan okunmuş: “Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’ân’ın Allah’ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi onun surelerinden birine benzer bir sure meydana getirin ve Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda tutarlı iseniz.” (Bakara 23); Bu Kur’ân, Allah tarafından gelmeyip başkası tarafından uydurulmuş olması asla mümkün değildir. Lâkin daha önce indirilen kitapları tasdik eder ve farz edilen hüküm ve hakikatleri açıklar. Onda şüphe edilecek hiçbir taraf yoktur. Rabb-ülâlemin tarafından gönderilmiştir” (Yunus 37); “Yoksa “Kur’ân’ı kendisi uydurmuş” mu diyorlar. De ki: “İddianızda tutarlı iseniz, haydi belagatte onunkine benzer on sure getirin, isterse kendi uydurmanız olsun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardımınıza çağırın!” (Hûd 13); “Eğer dileseydik sana vahy ettiğimiz Kur’ân’ı hafızalardan ve sayfalardan giderirdik. Sonra, sen de onu ele geçirmek için karşımızda bir yardımcı da bulamazdın.” (İsrâ 86) Nitekim Hadislerde i‘câzü’l-Kur’ân’dan bahsedilmemiş.

Muhtemelen Hz. Peygamberin sosyolojik ve peygamberi etkisinin güç alanının yoğunluğundan dolayı Sahabe ve tabiin döneminde de bu konunun araştırılmadığını görmekteyiz.

“Yusuf Suresi: Kur’an’ın sihirli ufku” isimli eserin takdim bölümünde Prof. Suat Yıldırım enteresan bir ayrıntıya değinir: “Müellifimiz, Cenab-ı Allah’ın Tevrat’ı İbranice, İncil’i Aramice, Kur’ân’ı da Arapça indirerek, her kavmin kendi diliyle ve aklının anlayacağı şekilde konuşmasının ise başka bir rahmet tecellisi olduğunu bildirir (s. 41). Fakat Kur’ân’ın Arapça olmasını sadece Peygamber Efendimizin Arap olmasıyla alâkalı görmeyip, bunun diğer bir sebebinin, Arapçanın diğer dillerden farklı özellikler taşıması olduğunu söyler: Arapça harflerde ayrı bir musiki, canlılık ve ses zenginliği vardır. Bu harflerin bazıları dudak, bazıları boğaz, bazıları ağız boşluğu, bazıları da dil ve dişler kullanılarak çıkar. Yani Arap alfabesindeki harfler telaffuz edilirken ağız ve boğazın her tarafıyla beraber diyafram ve göğüs kası da etkili bir şekilde kullanılır. Böylece Arapçanın, Kur’ân’ın edebiyat harikası olduğunu göstermeye imkân verecek özellikler taşımaya, ilahî hikmetle hazırlandığına dikkat çeker.” (s14)

Ki kitabın müellifi henüz başlarda bu noktaya değinir: “Arap harflerinde ayrı bir musiki, canlılık ve ses zenginliği vardır. Bu harflerin bazıları dudak, bazıları boğaz, bazıları ağız boşluğu, bazıları da dil ve dişler kullanılarak çıkar. Dolayısıyla Arapça konuşulurken ağız ve boğazın her tarafıyla beraber diyafram ve göğüs kası da etkili bir şekilde kullanılır. Bu yönüyle Arapça, mânâların kalıpları olan kelimeleri seslendirmede büyük bir zenginliğe sahiptir. Âlemlerin Rabbi’nin, açık ve açıklayıcı olan kitabını, hemen bütün sesleri ifade etme kudretine sahip bir dil ile göndermiş olması çok önemlidir…” (s42)

Surenin iç musikisi

Fethullah Gülen Hocaefendi sair tefsirlerde pek göremeyeceğimiz bir perspektif kuruyor ve kardeşlerin Yusuf’un kuyuya atılması konusunda mutabakata vardıktan sonra babalarını ikna etme sürecindeki ayetlerin yazılımı kadar kıraatinin de önemli olduğunu şöyle izah ediyor: “Bu şekilde bir ön almak ve planlarını perdelemek istiyorlardı. O esnada telaştan dil ve dudakları birbirine karışıyor; ağızlarını eğip büküyor, kem küm ediyorlardı. Güven ifade eden kelimeyi bile güvensizlik içinde kekeleyerek söylüyorlardı. İşte onların bu hâli kelime işmamlı okunmak suretiyle resmediliyor gibidir. Evet, kendilerini vererek dikkatle dinleyenler onun okuyuşunda bu inceliği fark edeceklerdir. Burası, Kur’ân’daki iç musikiye güzel bir örnektir.”

‘İşmam’ın Kur’ân okurken durulduğunda, durulan harfin aslî harekesinin ötre olduğunu göstermek için dudakları biraz ileri çıkarmak anlamına geldiğini ve farklı kıraatlere göre işmam çeşitleri olduğunu hatırlatarak tefsirin bu bahsini takip edelim: “İç musiki, Kur’ân’ın en önemli yanlarından biridir. Farklı kıraatlerin, okuma usulünün, uzatmaların, kısaltmaların, idgamların… Her birinin kendi yerinde bir mânâsı ve bir müzikal yönü vardır. Bunlar okuyuş güzelliği ve ahengini sağlamanın yanında Kur’ân’ın muhteva ve musikisini de aksettiren unsurlardır.

Tabii her okuyan bu musikiyi seslendiremeyebilir. Ancak bu inceliklere dikkat ederek okunduğunda Kur’ân’dan apayrı bir zevk alınır. Mısırlı Kârî Mustafa İsmail bu konuda en başarılı örneklerden biridir. O, buradaki bu kem küm etmeyi bir sonraki âyette gelen َي ْر َت ْع َو َي ْل َع ْب kelimeleriyle beraber çok güzel seslendirir.” (s89)

Gerçekten de Mustafa İsmail, Sıddık Minşevi gibi hafızlardan bu sureyi dinlemek -tek kelime Arapça bilinmese bile- insanı bambaşka alemlere götürür.

Sinema derslerimize katılanlar bilirler, Nas suresindeki kafiyeler ve Yusuf suresindeki kukuya atılma esnasında çıkan “Cup” kelimelerini Kur’an akustiği konusunda sıklıkla örnek veririz. Fethullah Gülen Hocaefendi de bu noktayı es geçmiyor: “‘Cübb’ kelimesi burada iç musiki açısından, suya düşme sesini de verir. Türkçede de “Cup diye suya düştü.” denir.” (s94) Bir başka ön plana çıkan musiki belagati ise az sonra hemen gelir: “Kuyudan su çıkaran tüccarın “ َيا بُ ْش ٰر ٰ ى ه َذا ُغُ َلَا ٌم – Müjde! Bir çocuk buldum.” cümlesi hem anlam yönüyle hem de musikisiyle bu hayreti ifade etmektedir.” (s109)

Kur’an’ın iç musikisine güzel örneklerden biri de 25. Ayette geçiyor. Şeytanın kurguladığı çok iğrenç bir oyun oynanmaktadır Aziz’in evinde. Aziz’in karısı arkadaşlarını toplamış ve Yusuf’tan “Kâm” almak istemektedir. Yusuf iffetinin gücüyle ortamdaki tüm kadınlara karşı durmuş ve en nihayetinde kendini ortamdan dışarı atmak için hamle yapmıştır. Düşünün; kölesiniz, efendinizin eşi arkadaşlarıyla beraber sadece sizin karşı cins olarak bulunduğunuz bir ortamda size tacizde bulunuyor ve siz belki de sonucun zindan olacağını bile bile direniyorsunuz! Gerisini müelliften okuyalım: “Kadın, Hazreti Yusuf’un gömleğini arkadan asılıp yırtar. Bu vaziyette kapı açıldığında birden kadının kocasıyla karşı karşıya kalırlar. Kadın, kocası daha bir şey demeden, ona konuşma fırsatı tanımayıp kendini savunmaya geçer. Âyet-i kerimede hem seçilen kelimeler hem de kelimelerin musikisi tabloyu çok güzel resmediyor.” (s127) Ortamın gerilimi, dramatik aksiyonun yüksekliği ve bunun akustiği… Yusuf suresini en güzel kıssa yapan özellikler işte bunlar!

Burada hassas bir dengeden bahsetmemiz lazım. Şöyle ki;

Kur’an’ın, şuursuz ve cahilce -ya da bilgisizce- diyelim- kıraati, tonalite ve fonetik mevzularına yeterince hassasiyet gösterilmemesi hem melodik anlamda sesi kurulaştırıp düzleştirecektir hem de anlam katmanlarını bozup maksimum verim almayı engelleyecektir. Buna tefrit diyelim.

Bir de ifrat var elbette…

Tecvitte ifrat mesela…

Şunu hiçbir zaman unutmamak lazım, tecvit avazı çıktığı kadar bağırmak anlamına gelmez. Bir Kur’an karii tilavet esnasında tecvit ilmine, güzel sese, kıraat bilgilerine sahip bir dinleyicinin musiki sanatının inceliklerini de bunlara katması şart. Buna bir de uygun makamlarda kıraati eklemek gerekiyor.

İyi bir hafızın ya da Kur’an okuyucusunun pek çok müzikal makama hakim olması gerekmekte. Bunlardan başlıcaları ise şöyle; Acemaşiran, Acemkürdi, Hicaz, Hüseyni, Hüzzam, Müstear, Nihavend, Rast, Saba, Segah’tır. Bir de uygun olmayanlar var elbette; Hicazkar, Karcığar, Kürdilihicazkar, Şedd-i Arahan vs. Şu hatırlatmayı yapalım; burada bahse konu okuyuş tarzı, kişinin bireysel olarak fısıldaması yani kendi kendine hafifçe bir sesle veya vaaz ve hutbede düzce nağmesiz bir sesle okunması değil asla. Cemaat karşısında yahut sesli olarak namaz kıldırırken yapılan okumadır. Literatürde buna irticali (improvize/doğaçlama) deniyor ve bir disiplin içinde yapıldığından sesle yapılan bir taksimin icrası söz konusu oluyor.  İş bu sebeplerden dolayı Kur’an kıraati iyi bir eğitim, tecrübe, sağlam musiki bilgisi ve ustalık gerektiriyor.

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Azizin karısı yanlız iken kam almak istiyor.(Arkadaşları ile birlikte değil) Olayın duyulması ve arkadaşlarının kınaması üzerine onları toplayıp Hz Yusuf u onlara gösteriyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin