Ahsen-el Kasas-15 | Kıssanın epistemolojik analizi

“Bilimsel metodoloji aracılığıyla bilgi ve hakikati arayan insan, bilgi ve hakikatin kaynağı olarak Kur’an’la birlikte sadece İslam’a bakış açısını değil, Kur’an’a ve dünyaya dair tüm perspektifini değiştirebilir. Zira Kur’an, tüm bilginin kaynağı olan Allah’ın vahyidir…”

M. NEDİM HAZAR | YORUM

“Onlara gerek içinde yaşadıkların âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz, tâ ki Kur’ân’ın hak olduğunu onlara iyice açıklanmış olsun.” (Fussilet 53) 

Filozoflar ve düşünürler yüzyıllar boyunca “insan nedir?” sorusuna çeşitli cevaplar vermiş.

Sözgelimi Platon’a göre insan, beden ve ruhun birleşiminden oluşan bir varlıktır. Ruh, bilgelik ve erdemin kaynağıdır ve gerçek “ben”i temsil ederken, beden geçici ve kusurludur. Öte yandan Aristoteles insanı “politik bir hayvan” (zoon politikon) olarak tanımlıyor. Ona göre insan, toplum içinde yaşamak ve iletişim kurmak için doğal bir eğilime sahiptir ve erdemli bir yaşam sürmek için akıl ve ahlaki faziletleri geliştirmelidir. Malum; Descartes, “Düşünüyorum, o halde varım” ifadesiyle tanınır. Ona göre insan, şüphe edebilen, düşünebilen ve dolayısıyla var olan bir zihindir. Bu, insanın varlığının en temel kanıtı olarak kabul edilir. Thomas Hobbes’a göre insan doğası temelde bencil ve güç arayışı içindedir. İnsanlar, güvenliklerini sağlamak adına özgürlüklerinden bazılarını feda ederek bir sosyal sözleşme oluştururlar. J.J. Rousseau masumiyete inananlardan: İnsanın doğuştan iyi ve masum olduğuna ancak medeniyetin bu doğal iyiliği bozduğuna inanır. Ona göre insan, toplumun baskılarından arınmış doğal halde özgür ve mutludur. Kant ise bu eşiği biraz daha yukarı çıkarır. Kant, insanın ahlaki yargı gücüne sahip özgür ve rasyonel bir varlık olduğunu savunur. İnsan, kendi eylemlerinin evrensel yasalara uygun olup olmadığını değerlendirebilir ve ahlaki kararlar alabilir. Friedrich Nietzsche insan konusunda daha karamsar olsa da insana bir rota çizer ve insanı kendini aşma ve kendi değerlerini üretme potansiyeline sahip bir varlık olarak görür. Ona göre insan, yaşamın anlamını ve amacını kendi içinde bulmalı ve “üstinsan” olma yolunda ilerlemelidir.

Batılı felsefeciler insanı tanımlarken birbirine çok yakın duran görüşlere sahiptirler: Sokrates (Aristotales gibi) insanlardan Zoon politicon ya da sosyal hayvanlar olarak, Max Scheller ise Das Kranke Tier ya da her zaman sıkıntılı ve endişeli olan hasta hayvanlar olarak bahseder. Batılı ve Hıristiyan orijinli pek çok bilim insanı ayrıca animal rationale (rasyonel hayvanlar ya da düşünen hayvanlar), animal symbolicum (sembolleri kullanan hayvanlar) ve animal educandum (eğitilebilen hayvanlar) olarak da nitelendirmiştir. Ancak İslam hayvan ya da hayvanlar kelimesinin insanları açıklamak için kullanılmasını kabul etmez, çünkü İslam’da hayvanlar ve insanlar çok farklı iki yaratıktır.

Kur’anî perspektife göre insan şu şekilde tanımlanır: Allah’ın kulları (Abdullah) olarak insanlar: insanlar yaratıcı olarak Allah’a hizmet etmek ve itaat etmekle yükümlüdür; El-Nas olarak insanlar: bu, insanların sosyal varlıklar olduğu çevreyle ilgilidir; Allah’ın halifeleri olarak insanlar: insanlar tabiatı kendi ihtiyaçları için kullanma yetkisine sahipken aynı zamanda doğanın korunmasını da sağlarlar; Beni Adem olarak insanlar: Charles Darwin’in teorisi gibi diğer canlıların evriminden değil Adem’in soyundan gelirler; El-İnsan olarak insanlar: konuşma ve bilgiye hakim olma yeteneği gibi Allah tarafından verilen potansiyele sahiptirler: Biyolojik yaratıklar olarak insanlar: maddi unsurlardan oluşur, fiziksel olarak kaba veya fiziksel bedenler şeklindedir, ürerler, büyüme ve gelişme aşamaları yaşarlar, yaşamak için gıdaya ihtiyaç duyarlar ve ölümü tecrübe ederler.

Mükemmel varlıklar olarak insanlar, İslami öğretilerde bir gereklilik veya Sünnetullah olan ve insanların varoluşundan bu yana var olan görüş farklılıkları veya ihtilaf doğasına sahiptir. Bu farklılık şu nedenlerle ortaya çıkar:

Modern bilimin idealizm tarafından yönetildiği, rasyonalizm ve ampirizmin akut bir bilimsel kriz getirdiği bir zamanda, Müslüman perspektifine sahip bir epistemoloji, oranlarla veya ampirik verilerle sağlanmayan, ancak insani değerlerin varlığını garanti eden bilgi sağlaması açısından eşsizdir. Bilimsel metodoloji aracılığıyla bilgi ve hakikati arayan insan, bilgi ve hakikatin kaynağı olarak Kur’an’la birlikte sadece İslam’a bakış açısını değil, Kur’an’a ve dünyaya dair tüm perspektifini değiştirebilir. Zira Kur’an, tüm bilginin kaynağı olan Allah’ın vahyidir.

Dolayısıyla inançlı bir Müslüman için Allah’ın vahiy dini olarak İslam, insanın hem doğa ve insanla ilgili hem de Allah’la ilgili sorguladığı tüm sorunlara cevap verebilecek durumda olması anlamına gelir. İman perspektifiyle baktığımızda hakikati elde etmek, Allah’tan gelen vahyin izini sürmekle olur.

Kur’an’ın İslam medeniyetinin biricik merkezi metni olduğunu bilmem vurgulamaya gerek var mıdır? Kitab-ı Mübin’e göz attığımızda, onun bilgi ile ilgili terim ve kavramlar açısından eşsiz bir hammadde yatağı ve zengin bir metin olduğunu hemen fark ederiz. Ancak aynı zamanda Kur’an’ın bilgiyi veya bilgi ile ilgili terim ve kavramları tanımlamakla meşgul felsefi bir metin olmadığını da söylemeye gerek yoktur sanırım. Hatta tam aksi olarak o, insanlığın varoluşsal meydan okumaları, ahlaki ve manevi ikilemleri, dünya ve ahiretteki beklentileri ile ilgilenen bir metin olduğunu da söylemek mümkün. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim, bilgi ile ilgili terim ve kavramları bağlamsal olarak kişisel ve toplumsal varoluşsal zorluklarımızı ve problemlerimizi vurgulamak için kullanır. Buradaki amaç -zannımca- insanın tarihteki ve dünyadaki konumunu hem bireysel hem de kolektif düzeyde anlamasını sağlamak ve böylece insanda, insan, Allah ve kendisi için doğru olanı yapma konusunda ahlaki, entelektüel ve manevi bir aciliyet duygusu uyandırmak ve bunu pratize yollarını aramaktır. Dolayısıyla, Kur’an için cehalet, inanç, bilgi, anlayış vb. biçimler bir bütün olarak hayat ağacına bağlıdır. Bunlar kutsal kitabımız için münferit bir mesele de değildir. Zira, bir medeniyetin dünya görüşünün ve bu dünya görüşünün düşünceli uygulamalarının bir parçasıdırlar.

Yine de dünya görüşleri ancak onları oluşturan kavram ve terimleri ve temel ilkelerini anladığımız takdirde bir bütün olarak anlaşılabilir. Bu, bilimsel dünya görüşleri için olduğu kadar dini ve/veya kültürel dünya görüşleri için de geçerlidir. Bu nedenle, Kur’an’ın epistemik kavramlarını sistematik bir şekilde incelememiz, onların önemini ve onlar aracılığıyla oluşturmayı amaçladıkları ilkelerin ve dünya görüşünün önemini anlamak için zorunludur.

Çalışmamızın bundan önceki bölümlerinde çeşitli terim ve kavramlar perspektifinden En Güzel Kıssa’ya bakma çabamız biraz da bu perspektiften ele alınmalıdır. Bu kavramların anlamını tüketen bir tartışma değil, sadece okuyucuları Kur’ânî dünya görüşünün normalde diğer dünya görüşlerinde bulduğumuz aynı epistemik kavramlar tarafından oluşturulduğu gerçeğine karşı uyarmanın bir yolu olarak görmek gerekiyor.

Acı bir hakikat var. Ne yazık ki, bilginin İslam dini ve medeniyeti için taşıdığı büyük öneme rağmen, Kur’an’ın (tıpkı sanatta olduğu gibi) epistemik kavramları üzerine sistematik çalışmalar yok denecek kadar az. Dahası Batı dünyası karanlık Ortaçağı yaşarken Müslüman filozoflar bilgi teorilerini geliştirmiş geliştirmesine de bunlar genellikle Kur’an’ın epistemik kavramları üzerine yapılan sistematik çalışmalara dayanmamış. Dolayısıyla Kur’an’ın epistemik kavramlarına odaklanılmaması ya da sadece sistematik olmayan bir şekilde kullanılması sonucunda, Müslüman filozoflar, fakihler, müfessirler ve âlimler tarafından tarihsel olarak kullanılan çeşitli metodolojiler, Kur’an’ın epistemolojik zenginliğinden tam olarak istifade edememişler.

Ancak akılda tutulması gereken en önemli husus, Kur’ânî kavramların çeşitli epistemolojik perspektiflerden incelenebileceği ve bu tür çalışmaların devam eden bir süreç olması gerektiğidir.

İsterseniz epistemolojinin manası ve çağdaş epistemolojinin durumunu analiz ederek devam edelim.

Epistemoloji, bilginin doğası, kökeni, sınırları ve geçerliliği hakkında soruları inceleyen felsefe dalı. Bir diğer ismi ise Bilgi teorisidir ve “bilgi nedir?”, “nasıl elde edilir?” ve “ne kadar güvenilirdir?” gibi temel sorularla yakından ilgilenir. Başka bir deyişle Epistemoloji, bilginin yapıtaşlarını, bilginin nasıl doğrulandığını, inançların haklı çıkarılmasını ve şüphenin değerini sorgular.

Bunu yaparken şu sacayaklarının üzerinde durur epistemoloji:

Bilgi Nedir?: Epistemoloji, bilginin doğasını ve bilginin ne olduğunu tanımlamaya çalışır. Genellikle bilginin, haklı çıkarılmış, doğru inanç olarak tanımlandığı kabul edilir.

Bilgi Kaynakları: Bilginin nasıl edinildiğini, hangi yöntemlerin ve kaynakların güvenilir olduğunu inceler. Algı, akıl yürütme, hafıza ve sezgi gibi bilgi kaynaklarını sorgular.

Bilgi ve İnanç: Bir inancın bilgi olarak kabul edilmesi için ne gerektiğini tartışır. İnançların doğrulanması, haklı çıkarılması ve gerçeklikle ilişkisi önemlidir.

Şüphe ve Skeptisizm: Bilginin sınırlarını ve şüphenin değerini keşfeder. Epistemolojik skeptisizm, bilginin mümkün olup olmadığını ve eğer öyleyse, hangi sınırlar içinde mümkün olduğunu sorgular.

Bilimsel Bilgi: Bilimin bilgi üretimindeki rolü ve bilimsel yöntemin epistemolojik temelleri üzerine düşünür.

Öte yandan Empirizm, rasyonalizm, pragmatizm, kontekstualizm gibi alt başlıkları da bulunur ama bu çalışmada buralara girmeyeceğiz.

Çok fazla teoriye boğulmadan hemen meramımıza geçecek olursak, Yusuf Suresini epistemolojik olarak analiz kıssanın anlam boyutuna ulaşmamızı kolaylaştırıcı bir özelliğe sahip olacaktır. Zira Yusuf Suresi’ni epistemolojik olarak ele almak, surede işlenen bilgi, anlayış, hikmet ve inanç temalarını ve bu temaların karakterlerin deneyimleri ve gelişimleri üzerindeki etkilerini analiz etmek anlamına gelmektedir.

Sözgelimi bilginin kaynakları ve doğrulanmasından bahsedecek olursak: Yusuf Suresi’nde bilginin çeşitli kaynaklarından söz edilir: Rüyalar (Yusuf’un kendi rüyası ve zindandakilerin rüyaları), vahiy, sezgi, aklî çıkarımlar ve deneyimler. Bu bilgi kaynaklarının doğrulanması, karakterlerin yaşadığı olayların akışı ve sonuçları ile bağlantılı olduğunu görürüz. Öte yandan Yusuf ve Yakup’un sabırlı ve güven dolu tutumları, bilginin ve inancın birleştiği noktaları temsil eder. Her iki karakter de zorluklar karşısında imanlarını/inançlarını/umutlarını koruyarak, olayların ilahi bir planın parçası olduğuna inanırlar. Bu ise, epistemolojide bilginin yanı sıra inancın da önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.

İşin bir de idrak ve hikmet boyutu var elbette…

Yusuf’un yaşadıkları, ona sadece bilgi değil, aynı zamanda derin idrak ve hikmet de kazandırır. Bu kazanç, Yusuf’un kardeşlerini ve Mısır halkını yönetme biçiminde, zindandaki mahkumların rüyalarını yorumlamasında ve ailesiyle olan ilişkilerinde tebarüz eder. Epistemolojik açıdan bakıldığında, idrak ve hikmet, bilginin ötesine geçen ve kişinin yaşamındaki kararları ve eylemleri şekillendiren epistemik erdemler olarak temayüz eder.

Karakterlerin yaşadıkları zorluklar ve irili ufaklı imtihanlar, onlarda sabır, adalet, merhamet, tevekkül gibi epistemik erdemlerin gelişimine yol açar. Bu erdemler, epistemolojide önemli bir yere sahip olup, bireyin bilgiye ulaşmasını, onu doğru şekilde kullanmasını ve anlamlandırmasını sağlamakta.

Yusuf Suresi’ne epistemolojik olarak bakıldığında, surenin sadece hikayesinin ötesinde, insanın bilgiye, anlayışa ve hikmete ulaşma yolculuğunu ve bu yolculuğun kişisel gelişim ve ruhsal olgunlaşma üzerindeki etkilerini görmek mümkün. Bu perspektif, Yusuf Suresi’nin sadece tarihsel ve dini bir metin olarak değil, aynı zamanda derin epistemolojik temaları içeren bir eser olarak değerlendirilmesini sağlıyor.

Diğer kavramlarda olduğu gibi yine Yusuf suresini sekanslara ayırarak, epistemolojik analizlerini yapmaya çalışalım.

Giriş ve Rüya (Ayetler 1-6)

Epistemik Tema: Rüyanın önemi ve onun gerçeklikle ilişkisi.

Erdemler: Anlayış (Yusuf’un rüyasını ve onun anlamını kavraması), sabır (Yakub’un oğlunu gelecekte bekleyen zorluklar için hazırlaması).

Kıskançlık ve Komplo (Ayetler 7-20)

Epistemik Tema: Yanlış inançlar ve niyetlerin bilgiyi nasıl etkilediği.

Erdemler: Dürüstlük (Yusuf’un masumiyeti), adalet (Yusuf’un durumuna ilahi müdahale).

Mısır’da İmtihanlar (Ayetler 21-35)

Epistemik Tema: Doğru ile yanlışı ayırt etme, gerçek bilginin değeri.

Erdemler: Erdemli davranış (Yusuf’un kadının teklifini reddetmesi), anlayış (Yusuf’un kendini savunması).

Zindan Yılları (Ayetler 36-42)

Epistemik Tema: Bilginin paylaşılması ve onun etkileri.

Erdemler: Bilgelik (Yusuf’un rüyaları yorumlaması), sabır (zindanda geçirilen yıllar).

Yükseliş ve İktidar (Ayetler 43-57)

Epistemik Tema: İlmi bilginin toplumsal faydası, doğru karar verme.

Erdemler: Liderlik (Yusuf’un Mısır’da üstlendiği rol), adalet (Yusuf’un adil yönetimi).

58-68 Ayetler: Kardeşlerin İlk Buluşması

Epistemik Tema: Gerçekleri anlama ve yanılgılar.

Erdemler: Anlayış (Yusuf’un kardeşlerini tanıması ve onlara karşı strateji belirlemesi), sabır (Yusuf’un intikam almak yerine sabırlı davranması).

69-76 Ayetler: Bünyamin’in Durumu

Epistemik Tema: İmtihanlar ve onlardan elde edilen dersler.

Erdemler: Adalet (Yusuf’un Bünyamin’e yapılan suçlamayla nasıl başa çıktığı), merhamet (Yusuf’un kardeşine karşı gösterdiği merhamet).

88-98 Ayetler: Büyük Kavuşma ve Aile Yeniden Birleşmesi

Epistemik Tema: Geçmişin yorumlanması ve anlamlandırılması.

Erdemler: Affetme (Yusuf’un kardeşlerini affetmesi), şükran (Yusuf ve Yakup’un Allah’a şükranları).

99-101 Ayetler: Yusuf’un Duası ve Tevekkülü

Epistemik Tema: Hayatın anlamı ve ilahi planın kabulü.

Erdemler: Tevekkül (Yusuf’un Allah’a olan teslimiyeti), şükran (Yusuf’un Allah’a duyduğu derin şükran).

Gazali’nin integral epistemolojisi

İmam Gazali’nin “Kur’an’ın Cevherleri” (Cevahir el-Kuran) adlı eseri, onun epistemolojisine ve pratik eğitimine dair kapsamlı bir anlayış sunması açısından önemli bir eserdir. Eser, Gazali’nin Kur’an ayetlerinin yorumlanması ve tematik sınıflandırılması, bilimlerin bölümü ve hiyerarşisi ve ihlaslı ibadet için uygulamalı müfredatı gibi ana konuları ele alır. Bu alanların her biri, Gazali’nin Kur’an’ın merkezinde yer alan ve Allah’ın birliğinin tezahürü olan bilgi birliğine olan inancıyla şekillendirilmiştir.

Eser üç ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm, Kur’an’ın tüm bilginin kaynağı olduğunu ve bilgi teorisinin yanı sıra bilimlerin sınıflandırılmasını sunarken ikinci bölüm, Gazali’nin Kur’an ayetlerini Allah’ın özüne (783 ayet) ve doğru yola yönlendiren pratik davranışlara (768 ayet) odaklanacak şekilde iki kategoriye ayırarak tematik sınıflandırmasını içeriyor. Üçüncü ve son bölüm ise, genellikle “Dinin Kırk İlkesi Kitabı” olarak ayrı bir yayın olarak sunulan, ancak Gazali’nin eserinin bütünsel bir parçası olarak kabul edilen ve inanç ile eylem arasındaki bağlantıyı vurgulayan pratik bir müfredata odaklanıyor.

Gazali’nin epistemolojisi, bilgi ve uygulamayı uyumlu bir çerçevede bütünleştirmesi açısından da önemli. İmamın Okyanus metaforu, hem bilgi ve uygulamanın entegre çerçevesini hem de epistemolojinin merkezinde yer alan Allah’ın ilmini – O’nun eserlerini, sıfatlarını ve sonunda O’nun özünü kapsamakta. Gazali, bilgi teorisini temsil eden istiridyenin üst kabuğu ve pratik müfredatı temsil eden alt kabuğu ile istiridyenin içindeki değerli bir mücevher olan Allah’ın Bilgisini temsil eden inciyi kullanıyor.

Marifet Nazariyesi

Gazali, bilginin hem akıl yoluyla hem de kalp ve ruh aracılığıyla elde edilebileceğine inanıyor. Ona göre, gerçek bilgi sadece akılla değil, aynı zamanda manevi bir anlayış ve Allah’ın rehberliğiyle de kazanılır. Gazali, bilginin ahlaki ve manevi gelişimle doğrudan ilişkili olduğunu ve bu nedenle bilginin amacının sadece dünyevi başarı değil, aynı zamanda ruhsal arınma ve Allah’a yakınlaşma olduğunu vurgular.

Burada açıkçası epistemolojiyi aşkın bir kadraja ulaşmaktayız. İslam terminolojisinde bunun bir karşılığı da vardır zaten; Marifet Nazariyesi… İmam Ebu Hanife buna Marifetullah Nazariyesi de diyor.

İmam-ı Azam’a göre insanların Allah’ı akıl yoluyla tanıması ve O’nun varlığını, birliğini, sıfatlarını ve fiillerini bilmeleri gereken aklî bir sorumluluktur. Bu bilgi, ilahi mesajın bireye ulaşmış olmasına bağlı değildir; yani peygamber gelmemiş olsa bile, insanlar akıllarıyla Yaratıcı’yı tanıma yükümlülüğüne sahiptir. Ebu Hanife, âlemdeki değişim ve düzenin, yaratılış mucizelerinin Allah’ın varlığının ve birliğinin kanıtları olduğunu savunur. Akıl sahibi her birey, kâinattaki işaretler ve kendi varoluşu üzerine düşünerek Yaratıcı’nın varlığına ulaşabilir.

Marifetullah nazariyesine göre, insanların Allah’ı tanıma sorumluluğu aklî bir temele dayanır ve bu, Allah’ı bilmenin sadece ilahi vahiy yoluyla mümkün olduğunu savunan görüşlerden ayrılır. Ebu Hanife’ye göre, insan akılları, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını kavrayabilecek potansiyele sahiptir ve bu, doğrudan Allah’ın insanlara ihsanıdır. Dolayısıyla, ilahi mesajın bireye ulaşmamış olması, Allah’ı tanıma yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Hazreti Bediüzzaman ise bu perspektifi öylesine detaylandırır ki hayranlık vericidir. Bediüzzaman, kâinatın ardındaki âlem-i gayba nüfûz etme kudretine sahip basî­ret-i rûhiyesini kaybetmiş bir nazarla kesafetli olan şu âlem-i şehadete bakmaz. Onun hissiyatına göre bu âlem-i şehâdet, bütün mu’cizâne vasıflarıyla bir levha-i i’­câziye şeklini almıştır. Bir Mübdi-i Bâri-i Kadîrin elinde resmedilmiş ve en güzel şekilde yaratılmıştır. Ancak bu âlem-i şehadet, bir gölge, remiz ve îmâdır. Daha güzel, daha mukaddes ve daha harika, aynı zamanda nihayetsiz ve ebedî bir âlemin gölgesi ve numunesidir. Mü’minlerin güzelliklere meftun ve müştâk nazarlarını beklemektedir. (Mesnevi-i Nuriye, s37)

Bediüzzaman’ın Marifet Nazariyesi üç köşelidir: Tıpkı bir eşkenar üçgenin kenarları gibi birbirleriyle bağlantılıdır. Taban kenarlarından birinde “mârifet-i kevniyye”, diğerinde “mârifet-i insaniyye” bulunur. Tepe noktasında ise “mârifet-i İlâhiyye” yer alır. Bu üçgenin hangi köşesinden okursak okuyalım, her zaman tabandan zirveye doğru çıkarak okuyabilir veya aynı şekilde zirveden tabana inebiliriz. Yani; eğer iman yolunda kâinat ve insanı tanıyabileceğimiz gibi, kâinat ve insanı tanıma yolunda imanî hareket noktası yapabiliriz. Aklımız marifet yolunda hangi birisinden başlarsa başlasın, diğer iki marifet şeklinin muhal olmadığı sonucuna ulaşır. Adeta her üç marifet, tıpkı eşkenar üçgenin bir tek matematiksel şekil meydana getirmeleri gibi, bir tek marifeti teşkil eder.

Şu muhteşem ifadeler Marifet Nazariyesi’ne muntazam bir perspektif inşa ediyor: “İ’lem Eyyühe’l-Aziz! İnsanın akıl ve fikir meydanı öyle bir vüs’attedir ki, iha­tası mümkün değildir ve o kadar dardır ki, iğneye mahal olamaz. Evet, bazan zerre içinde dönüyor, katre içerisinde yüzüyor, bir noktada hapsoluyor. Bazen de âlemi bir karpuz gibi eline alır ve kâinatı misafireten getirir, akıl odasında misa­fir eder. Bazen de o kadar haddini tecavüz eder, yükseğe çıkar ki; Vâcibü’l-Vü­cûdu görmeye çalışır. Bazan de küçülür, zerreye benzer. Bazan da semâvat kadar büyür. Bazan de bir katreye girer. Bazan da fıtrat ve hilkati içine alır.” (MN, s85)

İbn-i Arabi’nin konu hakkındaki görüşleri hem Gazali hem de İmam-ı Azam’ınkiler ile büyük benzerlikler göstermekle beraber bazı nüanslar da içerir.

İbnü’l-Arabî, aklı, Allah hakkında bilgi edinmenin sınırlı bir aracı olarak görür. O’na göre, akıl Allah’ı sadece soyut bir şekilde, yani selbî (olumsuzlama) yoluyla kavrayabilir; ancak Allah’ı tanımlama veya O’nun zatını tasvir etme kapasitesine sahip değildir. Bu sınırlılıklarına rağmen, akıl, vahiy ve ilham gibi sınırsız kaynaklardan bilgi alıp kabul etme yeteneğine sahiptir. İbnü’l-Arabî, eğer akıl, kendi düşünme kapasitesinin ötesine geçip yeni bilgi kaynakları ararsa, daha geniş bir anlayış ve marifete yönelebilir. Ancak bu, aklın sadece alıcı bir yönüyle, yani kabul edici bir kapasiteyle mümkündür, düşünce yetisiyle değil.

İbnü’l-Arabî’nin marifet nazariyesinde aklın sınırları vardır, ancak bu sınırlar aklın kabul edici yönü için geçerli değildir. Bu nazariye, aklın, Allah’ı anlama ve O’nun sıfatlarına ve fiillerine dair bilgi edinme sürecinde önemli bir rol oynadığını, ancak bu bilginin sınırlı olduğunu ve nihai hakikate ulaşmak için yetersiz kaldığını belirtir. Gerçek bilgi ve marifet, Allah’ın kendisi tarafından direkt olarak, keşif ve ilahi ilham yoluyla verilir.

Özetle, İbnü’l-Arabî’nin marifet nazariyesi, aklın önemini ve değerini tanırken, onun Allah’ı tam anlamıyla kavrama konusundaki sınırlılıklarını da vurgular. Aklın gerçek marifete ulaşmada yeterli olmadığını, ancak ilahi ilham ve keşif yoluyla elde edilen bilginin insanı nihai hakikate yönlendirebileceğine vurgu yapar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin