Ahirzamanın üç günü ve tecdidin üç dinamiği (5)

YORUM | SEYİD NURFETHİ ERKAL

Üstadımız Bediüzzaman, hayatı kesintisiz mücadeleyle geçmesine rağmen ismen şu şahıslarla, şu zalimlerle çarpıştım, çatıştım demek yerine “Otuz seneden beri iki tâğut ile mücadelem vardır. Biri insandadır, diğeri âlemdedir. Biri ene‘dir, diğeri tabiattır.” (Mesnevi-i Nuriye) buyurmuştur.

Zira “’ilahi sanata gaflet nazarıyla bakılırsa, tabiat zannedilip, maddiyunlarca ilâh kabul edildiğini”, “eneyi kasten veya bizzat nazar-ı ehemmiyete alanların ise Nemrud ve Firavun olduğu”nu tespit ettiğinden, inkâr ve nifakın temsilcisi şahıslardan çok, afakta/kosmosda ve enfüste/pisikosda saklı iki büyük putu nazara vermiştir.

Bu ilmi ve manevi mücahedesinin neticesi olarak da “Cenab-ı Hakka hamd ve şükürler olsun ki, Kur’ân’ın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tâğutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi… mevhum olan tabiat perdesi parçalanarak altında şeriat-ı fıtriye-i İlâhiye ve san’at-ı şuuriye-i Rahmâniye güneş gibi ortaya çıkmıştır. Ve keza, firavunluğa delâlet eden ene‘den, Sâni-i Zülcelâle râci olan Hüve tebârüz etti.” demiştir.

“Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümleri kuvve-i gadabiyenin ifratının mahsulü” (İşaret’ül İcaz) gördüğünden zalimlerin bizzat şahıslarıyla meşgul olmaktan ziyade bu zulümleri doğuran “gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyasetin” (On Üçüncü Sözün İkinci Makamının Zeyli) “pek çirkin, pek gaddârâne hakikî suretinin görünmesiyle” iştigal etmiştir.

Talebelerine verdiği son dersinde; “Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim” (Emirdağ Lahikası) diyerek farklı devirlerde istibdat rejimleri ve temsilcileriyle fiilen mücadelesini de zikretmiş ancak asıl “Risale-i Nur’un gerçi siyasetle alâkası yoktur, fakat küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozar, reddeder.” diyerek bu mücadelenin arka planında inkâr fikriyle olan ilmi ve manevi mücahedesini nazara vermiştir.

Üçüncü Said devrinde dahiliye vekili Hilmi Bey’e yazdığı mektupta; dünya çapında “dehşetli bir kuvvetle gelen küfr-ü mutlak, istibdad-ı mutlak, sefahet-i mutlak cereyanın hakaik-ı Kur’âniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla” (Emirdağ Lahikası) durdurulabileceğini ifade ederken; öncelikle kuvve-i akliyenin felsefi mahsulü olan küfr-ü mutlakı, daha sonra  kuvve-i gadabiyenin siyasi neticesi istibdad-ı mutlakı, en son ise kuvve-i şeheviyenin sanatta tesiriyle yayılan sefahat-ı mutlakı zikretmesi de alem-i insaniyet çapındaki çürümenin safhalarını idrak adına mânidardır.

Zaten kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye dallarında felsefe, siyaset ve sanat sahalarında metafizik, etik ve estetik süreçleri başarıyla tamamlayıp fert, cemaat ve cemiyet dairelerinde fikir, aksiyon ve mana cihetiyle galebe etmeden insaniyet çapında hakimiyet rüyaları görmek veya muvakkat, mahalli başarıları evrensel planda süregelen mağlubiyetimizi setredecek bir perde olarak istimal etmenin ham zihinlere ait hayaller olduğunu kabul etmek gerekmektedir.

Tam bu çizgide Üstadımız Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’un neşrinin dünyevi ve uhrevi pek çok faydalarından beşini sıraladığı yerde; “Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmek” gibi en ulvi bir maksadı üçüncü sırada zikrederken; meselenin manevi yönünü teşkil eden “en mühim bir mücahede olan ehl-i dalalete karşı manen mücahede etmeği” birinci sırada; meselenin ilmi veçhesini işaretleyen “Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım suretiyle hizmet etmeği” ikinci sırada ele alması, manevi ve ilmi basamakları bihakkın tamamlamadan ameli cephede muvaffakiyetin mümkün olmadığını anlama adına önemlidir. (21. Lem’a)

“Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek.” (20. Lem’a) gerektiğini ifade ederken de karşımızda sadece görünen ve bilinen maddi şahıslar ve organizasyonlar değil küfrü, zülmü ve sefahati adeta üretip, yayan manevi bir şahsiyet bulunduğunu belirtmiş ve buna karşı insan-ı kâmil huviyetinde bir cemaatle ilmi, ameli ve manevi mücahede edilmesi gerektiğini ihtar etmiştir.

“Eskişehir Hapishanesinde müşahede ile meşgul iken, sefahet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mânevî, insî bir şeytan gibi karşısına dikilmiş” (Gençlik Rehberi) ve bu habis şahs-ı maneviyi temsil eden şeytanın şahsıyla tıpkı süfyanla şahsen karşılaşıp, görüştüğü gibi bizzat görüşmüş ve tartışmıştır.

Bunu hiç garipsememek gerekir zira; “Umur-u şerriyenin mümessilleri ve mübaşirleri ve o umurdaki kavâninin medarları olan ervâh-ı habise ve şeytaniye bulunması, hikmet ve hakikat noktasında kat’îdir.”

Evet; “İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesetli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesetsiz ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyettedir. Eğer onlar maddî ceset giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesetlerini çıkarabilseydiler, o cinnî iblisler olacaktılar.” (29. Söz) tespiti bu vakayı izaha kafidir.

Şüphesiz “Bu acip ve komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı mânevî müceddid olmak lâzım gelir.” (Emirdağ Lahikası) Lâkin, “Bu zaman hem îman ve din için hem hayat-ı içtimaî ve Şeriat için, hem hukuk-u amme ve siyaset-i İslamiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister” ve “bu üç vezaifi birden bir şahısta yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, adeta kabil görülmemektedir.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)

Maalesef, “efkâr-ı ammede, hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hakimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaîye-i İslamiye ve siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli” ve “hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkarında o birinci vazifeden bin derece geniş göründüğünden” iman ve din cihetindeki ilmi ve manevi mücahede zamanla nazarlardan gizlenip, silinebilmektedir.

Daha üzüntü verici olan ehl-i hizmet içinde dahi bu avami bakışın tesiriyle “gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyasetin” akılları Süfyan’ın arabaları, karısının çantalarıyla meşgul etmesi neticesinde ifsat cereyanıyla hakiki mücadelenin önünde ciddi bir zihni blokaj oluştuğunun fark edilmemesidir.

(Devam edecek)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. “Daha üzüntü verici olan ehl-i hizmet içinde dahi bu avami bakışın tesiriyle “gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyasetin” akılları Süfyan’ın arabaları, karısının çantalarıyla meşgul etmesi neticesinde ifsat cereyanıyla hakiki mücadelenin önünde ciddi bir zihni blokaj oluştuğunun fark edilmemesidir.”

    Allah razı olsun Seyit abi. Maalesef siyaset, iğfali en kolay, tedavisi en zor bir illet, bir hastalık. İnşaallah tedavisini ve gerçek mücadele yolunu da anlatırsınız.

  2. Nasıl bir çağda yaşadığımızı Üstad Hazretlerinin beyanlarıyla bir kere daha hatırlattınız. Yazılarınızın devamı bekliyoruz.

  3. Allah Razı olsun nazarlarımızı afaktan enfüse. Çevirmemizesebebleretakılmadan Müsebbibül esbaba teveccühümüze vesile olması dua ve niyazıyla

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin