Ah Türkiye!

PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Kötüye gidiş bazı alanlarda ufak bozulmalar şeklinde tezahür etti önceleri. Sonra kendimizi hızı artan bir zincirleme tepkimenin içinde bulduk. 2000’lerin başında ülkenin demokratikleşeceği, siyasetin sivilleşeceği, devletin giderek daha fazla hukuk devletine dönüşeceği, ekonominin toplumu refah toplumuna ve istikrara ulaştıracağı, eğitim sisteminin kalitesinin artacağı falan konuşulurdu. Yaşı 30’lardan küçük olanlar hatırlamayacaktır belki de ama Türkiye’nin en önemli gündemlerinin başında Avrupa Birliği üyeliği vardı.

Nereden nereye!

Soğan tarlasındaki çocuğun videosu bana bunları hatırlattı. İlkokulu bitirememiş, çelimsizlikten on yaşlarında görünen ama 14 yaşında olduğu söylenen, ailesiyle beraber batıda, başkasına ait bir tarlada soğan toplayan mevsimlik işçi gariban bir oğlan. Günde 50 liraya çalışıyor. 50 lira, 2 ABD dolarından az! Günde 10 saat çalışan garibana, saat ücreti olarak 20 cent’e çalışan çocuğu görmüş olsa, acaba Demirel efsanevi “Ülkeyi 70 cent’e muhtaç ettiler!” ifadesini kullanır mıydı bir daha? Saat ücreti 20 cent olan ülkeler ligine düşen bir ülkede, demokrasi, insan hakları, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, temel özgürlükler gibi konuları tartışmak ne kadar anlamlıdır artık?

Kafamda bu sorular varken videoyu izlemeye devam ediyorum. Cildi güneş altında çalışmaktan kararmış, gözlerinde normal ülkelerde anca kırklı ya da ellili yaşlardaki insanlarda görebileceğiniz bir yorgunluk ve tükenmişlik, kırık Türkçesiyle röportajı yapan kişinin sorularına kısa yanıtlar veriyor. Bu çocuk muhtemelen 2009 doğumlu!

Röportaj esnasında tarlada küçük kardeşinin de çalıştığını söylüyor, sonra o miniği de kamera size gösteriyor. Daha okul çağına gelmemiş küçük kardeş ama abisi onu okula göndereceğini söylüyor.

2024 Türkiye’sinde benim küçük oğlumla aynı yaşta küçük bir çocuk, henüz okula başlamamış küçük kardeşini okula gönderme umudunu dile getiriyor. Kendine dair bir umudu ve hayali kalmamış. Okuma bilmemesini kanıksamış, babası da röportajda bunun kendi seçimleri olmadığını, imkânsızlıktan oğlunu okula gönderemediğini anlatıyor. Minik kardeş kaç yaşındadır acaba diye sormaya, düşünmeye çekiniyorsunuz. “Burası bizim ülke olabilir mi yahu!” diye içinizden geçiriyorsunuz, eğer küfretmemeyi becerebilirseniz.

Eğer konuşulan dil Türkçe olmasa, bu videonun güneydoğu Asya’daki fukara bir ülkede çekildiğini düşünebilir insan. Özellikle de bizim nesil! Çünkü bizim doğduğumuz ve büyüdüğümüz Türkiye, bakın net söylüyorum, sosyal eşitliği sağlama bakımından bugünkünden çok daha iyi bir yerdeydi.

Sosyal medyada karşıma çıkan diğer enteresan bir veri de, Türkiye’de kişi başı milli gelirdeki dalgalanma grafiği oldu. Satın alma paritesi bakımından Türkiye insanının zenginleşmediğini, bilakis yoksullaştığını kantitatif olarak ortaya koyan birçok veri mevcut. Enflasyon, işsizlik, büyümede yavaşlama, gelir dağılımında bozulma gibi verilerden bahsetmiyorum yalnızca. Çok daha temel bir sorunla karşı karşıya insanlar: Açlık!

İnsanların sofrasındaki yemek tabağı küçülüyor, içindeki protein oranı, özellikle de hayvansal gıda miktarı düşüyor, tarımsal potansiyeli yerkürede en olumlu olan coğrafyalardan biri üzerine kurulu olan bu ülkede insanlar açlıkla terbiye oluyor. Eskiler, “Allah insanı açlıkla terbiye etmesin!” derlerdi. Acaba tencerenin devirmeyeceği iktidarın olmayacağını söyleyen Demirel, kendi ifadesiyle o deyim arasındaki bağı hiç aklına getirmiş miydi?

Zannetmiyorum!

Çünkü Demirel ve onunla üç aşağı beş yukarı aynı dönemde doğmuş ve büyümüş Erbakan, Özal, Türkeş, Ecevit gibi orta sınıf ve orta sınıf altı politikacılar, Türkiye’deki en iyi okullarda okudular. Hatta bir kısmı yurtdışında akademik kariyer yapıp veya eğitim alıp, içine doğdukları sınıflara rağmen ülkenin kaderini ellerine alabilecek pozisyonlara geldiler. 1940’ların veya 50’lerin Türkiye’si de, 1960’ların, 70’lerin ve 80’lerin Türkiye’si de bugünkünden çok daha iyi bir gelecek vaat ediyordu çocuklarına. Bakın yapısal sorunlardan veya demokrasi-insan hakları problemlerinden bahsetmiyorum. Konumuz eğitim, konumuz aş!

Sizi biraz daha gerilere götüreyim.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine kurulu olduğu topraklar, tarım devriminin gerçekleştiği coğrafyanın merkezidir. Avcı-toplayıcı insanlar, Anadolu ve Mezopotamya’da tarımı buldular, açlık sorununu çözdüler. Dünyanın ilk buğdayı, çavdarı, zeytini ve zeytinyağı, ilk ekmek, ilk bağcılık ve şarap, ilk evcil çiftlik hayvanları bu topraklarda keşfedildi. İnsanlık insan olma macerasının önemli bir etabını, hatta belki de en zor parkurunu, bu topraklarda tamamladı. Bugün Sibirya’da, Sahra’da, Arap Yarımadası’nda, Taklamakan’da falan açlık olması düşünülebilecek bir şeydir. Çünkü iklim ve toprak bakımından bu bölgeler insanı doyurmanın güç olduğu coğrafyalar. Fakat ya Anadolu? Son 10 bin yıllık bilinen geçmişinde bu topraklarda nüfusunu doyuramayan bir devlet olmadı, biliyor musunuz?

Yani ortada savaş veya kuraklık falan yok!

Devraldıkları Türkiye’de çocuklar ilkokula gidebiliyordu! Yaz tatillerinde yoksul ailelerin çocukları çalışsa da, bu çalışma yaşı 10 veya 6 gibi aklın havsalanın almayacağı, Bangladeş veya Somali liginde yaşam koşullarına tekabül etmiyordu!

Türkiye yüzyılı dedikleri İslamcı masallar arasında soğan tarlasında, 40 derece sıcakta kendinden daha bebe bir kardeşle birlikte kavrulan, okula gidemeyen, okuma bile bilmeyen, bir deri bir kemik çocuklar hatırlamıyorum ben. Bu olay SİHA ve İHA yapıyoruz, tank veya tüfek yapıyoruz edebiyatıyla geçiştirilebilecek bir nokta değildir. Uzaya turist yollayarak imaj yapan, ya da Diyanet’in Arapça bilmeyen baş imamının altına 2023 model eskidi diye 2024 model Audi alan bir anlayış çocukları yatağa aç sokuyor! Anadolu’nun tüm tarihindeki abartısız en başarısız yönetim, sadece insanlarını adaletsiz bırakmadı veya tutsaklaştırmadı. Aynı zamanda onları kuru ekmeğe ve temel eğitime muhtaç hale getirdi.

Geçen gün bir sokak röportajında insanlara Selanik’in nerede olduğunu soruyorlar. Gençlerin çok büyük bir bölümü Selanik’in nerede olduğunu bilmiyor! Diyebilirsiniz ki, bunun ne önemi var! Önemli! Eğitim alamayan çocukların durumunu eleştiriyorum. Ama eğitim alabilenlerin durumu da yukarıda altını çizdiğim eski Türkiye döneminden çok daha kötü bir eğitim alıyor.

Selanik’i Çanakkale’de ilçe zanneden çocuk, ilçenin ne olduğunu da bilmiyor mesela. Ya da Selanik’in İstanbul’da veya Ankara’da olduğunu zannedenler var! Türkiye yüzyılının en önemli özelliği, çakma haritalardan eski toprakların fethine girişen ya da izlediği Hint sinema sektörü ürünlerini andıran aşırı nasyonalist dizileri üzerinden Türk üstünlükçü ve ırkçı Neo-Osmanlıcılık duygularını tatmin eden kitlelerin, fethetmek istedikleri yerlerdeki en önemli şehirlerden bile bihaber olmaları. Bunda anlayabilenler için bir takım işaretler yok mu sizce?

Mevcut rejim Türkiye insanının bir varoluş meselesidir derken cidden abartmıyorum.

Söyleyecek bir şek yok, “Ah Türkiye!” demek dışında.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Çocuk Selanik’i, Çanakkale ilçesi sanıyormuş.
    Sen de Alevi Türkmenleri Türk değil de, başka bir millet sanıyorsun. Hem de adının başında koskoca bir “Profesör” ünvanı var.
    Hamgisi daha tuhaf.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin