Ağaç Baladı

Yorum | M. Nedim Hazar

Senenin bu döneminde, gökyüzünde tuhaf bir ciddiyet ve ketumluk hüküm sürer nedense. Ve gökyüzünü beton bloklar ile dilim dilim bölen bizim bahtsız kuşağımız, bu kasvetli suskunluğu fark edemeyiz çoğu zaman.

Yukarı bakmayı nicedir ihmal eder oldu ahir zaman insanları.

Oysa bakışları yukarı çevirmek, umuda yönelmek demek. Ve künhüne vakıf olanlar için de mebzul miktarda bir okuyuştur yarına dair.

Şehirler böyledir; aman vermez dilini çözmeye tabiatın.

Bir tür gönüllü kuşatılmışlık…

Hele ki dijital devrin bahtsız kuşaklarını…

Gemide, trende, metroda; birbirini görmeden, yüzlerine bile bakmadan, ekseriyetle farkında bile olmadan gider oldu insanlar. Bakışlar aşağıda, yönelişler karanlık camlarda. Herkes soğuk bir likit kristal pencereye mahkum. Bir çeşit dijital pranga…

Bunu kırmanın en tabii yöntemi, uzun yolculuklar sanırım. Gökyüzü tutsaklığından kurtuluyor binaların. Ve bulutlar selamlıyor en yalın haliyle bizleri. Bir tür ertelenmiş yüzleşme ya da ihmal edilmiş mesafeli kavuşma, diyelim.

Hayata olan ilişkinize dair bir kanaat edinmek için öncelikle çevrenize bakmanız gerekiyor. Eğer varsa yakınlarınızda bir ağaç, hâlâ umut var demektir. Uzun yolların da bu güzelliği bekler her şeyden önce. Tekrar yaşadığını hissettirir modern insana.

Ağaç varsa yol güzeldir, ağaçlıklı yollarda bulutlar anlamlı ve görkemlidir.

Ağaç bu, küçümsemeyin lütfen.

Geçtiğimiz gün bir vesile ile bakmak icap etti.

Risale-i Nur’da 300’den fazla yerde geçiyor bahsi. Ne muazzam örnekler anlatılıyor ağaçlarla. Kâh kökleri, kâh dalları, kâh meyveleriyle… Şöyle bir şey mesela; “Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir, kendi bir çamur yer. Nar ağacı sâfi bir şarabı hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir, kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.” (Lem’alar) (Tüm bunların dışında bizzat Müellifin ağaçla olan ilişkisi var ki ona başlı başına bir yazı ayıracağız nasip olursa)

O güzeller güzeli “Sekizinci Gün” (Le huitième jour) filminde “Eğer bir ağaca dokunursanız, siz de ağaç olursunuz.” diyordu. Ağacın bir ana gibi nasıl dinleyici, sakinleştirici ve sarıcı olduğunu anlatıyordu muazzam bir lirizm ile. Biz ise, en çok parlak ekranlara dokunuyorduk son dönemlerde. Ve farkında değildik belki ama hepimiz tuhaf bir nesle dönüşüyorduk belki de.

Dikkat buyurun Bediüzzaman Hazretleri gibi, ağaçlarla yoldaş olmak, hayatı ağaca yaslamak gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Nerede bizde o derinlik! Bütün hikayenin bir ağaçla başladığını idrak etmek, zorların zoru bir mesele. Üstadın hayatı ki, bir anlamda ağaçların öyküsüdür; Katran, Kara Dut, Çam… Hepsinin ayrı bir sergüzeşti, encamı, serencamı vardır…

Belki de bu nedenle öfkesine paratoner olur kötülerin. Doludur tarih sahnesi, iyiye düşman olup da ağaca nefretini kusan kötülerle. Düşmanlık edilmiş, kökünden budanmaya çalışılmış ağaç sayısı, kahraman sayısından bile fazladır belki de. Gafil kafa, bilmez ki, öyle bir ağaç biter ki iyiliğin kalbinde, onu kesebilecek keskinlik yoktur yeryüzünde!

Bu ve benzer hislerle alınır mesafeler. Akar da akar, dalların bulutlara akması gibi. Bu nedenle vurgunuzdur avlusunda ağaçların yükseldiği mabedlere.

O mabedler ki, avlusunda kökü derinlerde, dallar göklerde bir ilahi köprü gibi yükselirler de, yanlarından ve farkında bile olmadan geçerek biz içerde, elimizde küçük telefon objektifleriyle, duvarlardaki ayetlerin resmini çekeriz tuhaf bir nevzuhur ritüelle.

(Devam edecek)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin