HABER YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY
17 Eylül 1961 tarihi Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak düştü. Halkın oyları ile iktidara gelen Demokrat Partili Başbakan Adnan Menderes, 27 Mayıs darbesi ardından kabinesinden Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ile birlikte idam edildi.
Menderes ve arkadaşlarının idamı haksız ve vicdanları yaralayan bir uygulama idi. Bir başbakanın devleti yönetenler eliyle öldürülmesi, cumhuriyet tarihimizin ilk ve umarım tek kara lekesi olarak kalır.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Ben bir olayı anlatırken biraz gerilere gitmeyi severim. Yine aynı yola koyulacağım.
Çok geriye gitmeyeceğim. Aktaracaklarım sadece Osmanlı dönemi ile sınırlı kalacak.
623 yıl hüküm süren Osmanoğulları, saltanatları döneminde 292 sadrazam ataması yaptı. II. Abdülhamid’in canı sıkıldıkça görevden aldığı, başı derde girdiğinde yeniden atadığı meşhur sadrazamı Mehmet Said Paşa’nın (Küçük Said Paşa) 9 kez atanması gibi tekrarları saymazsak imparatorluk tarihinde 218 farklı isim bu koltuğa oturdu.
Vezir-i azamlar ya da son dönemdeki adı ile sadrazamlar, padişahın mutlak vekili konumunda idi. Padişahın mührünü yanında taşır, her türlü işi onun adına yapardı. Mülki ve askeri atamalar da ondan geçerdi.
SADRAZAMLIKTA EN UZUN VE EN KISA SÜRE İLE KALANLAR
Meraklısına bir iki anekdot daha paylaşayım. Küçük Said Paşa, 9 kez göreve geldi ama bu makamda en uzun süreli kalan isim değildi. Bu görevi en uzun süreyle yürüten 1364-1387 yılları arasında (Murad Hüdavendigar olarak bilinen I. Murad dönemi) 22 yıl süreyle görev yapan Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa oldu.
En uzunu olur da en kısa görev yapanı olmaz mı? En kısa veziriazamlık koltuğunda kalan ise Zurnazen Mustafa Paşa oldu. Mustafa Paşa ay veya gün değil, sadece 4 saat bu makamda kalabildi.
Bu kadar hızlı sadrazam değiştiren isim IV. Mehmed diğer adıyla bilinen Avcı Mehmed idi. 1648-1687 yılları arasında 19. Osmanlı padişahı olarak tahtta kalan IV. Mehmed, aynı zamanda 18 sadrazam ataması ile rekoru elinde bulunduran hükümdardı.
218 SADRAZAMDAN 44’Ü İDAM EDİLDİ
I. Selim ya da bilinen adıyla Yavuz Sultan Selim, saltanatta 8 yıl (1512-1520) kaldı. Kısa dönemde adını büyük işler yapan hükümdar olarak tarihe geçirecek gelişmelere imza attı. Başındaki imparatorluğun topraklarını 2.5 kat artırarak 2.4 milyon km²’den 6.6 milyon km²’ye çıkardı. Mısır Memlûklerini yenerek hilafeti Osmanlı’ya taşıdı.
Yavuz Selim’in döneminde 6 isim veziriazamlık makamına oturdu. Bunlardan biri sefer dönüşü eceliyle öldü. Biri Mısır’ın fethinde savaş meydanında şehit oldu, üçünü ise idam etti.
Veziriazam Dukakinoğlu Ahmet Paşa’yı kendi eliyle öldürdü, veziriazam Yunus Paşa’nın kestirdiği kafasını kokuşana kadar yanında taşıdı. İstanbul’daki semte adını veren Koca Mustafa Paşa ise I. Selim’in göreve gelir gelmez idam ettirdiği isim oldu.
Öfkeli padişahın, Hersekzade Ahmet Paşa’yı sık sık tekme tokat dövdüğü bilinir. Ahmet Paşa, gördüğü muamelelerden rahatsız olarak bir gün huzura çıktığında, “Padişahım önünde sonunda bir bahane ile beni öldüreceksin, hemen bir gün evvel halas etsen münasiptir” der.
Aldığı cevap, “Benim dahi bu mana muradım. Lakin yerini tutar bir adam bulunmaz. Yoksa seni muradına eriştirmek kolaydır” şeklinde olur.
Bu sebepten Anadolu’da yüzyıllarca “Dilerim Allah’tan, Yavuz’a vezir olasın” sözü bir beddua olarak kullanıldı.
Veziriazam ya da sadrazam idam ettiren sadece I. Selim değildi. Osmanoğulları döneminde bu makama getirilen 44 isim idam edildi. 218 farklı isim bu makama geldiğine göre, her 5 sadrazamdan birisi idam edildi demek.
MENDERES ADIM ADIM 27 MAYIS’A GİTTİ
Tek parti iktidarının dayatmalarından bıkan halk, 14 Mayıs 1950’de “Beyaz Devrim” ile Demokrat Parti’yi (DP) iktidara taşıdı. İktidara gelir gelmez toplumu sosyal ve ekonomik alanda rahatlatacak bir dizi uygulamayı hayata geçiren DP, bunun ödülünü 1954 seçimlerinde yüzde 57 oy alarak gördü.
Tarımdan, eğitime, ulaşımdan sanayiye kadar pek çok alanda önemli adımlar atıldı. Türkiye DP dönemde her yıl ortalama 7.8 oranında büyüdü. Ülkenin Gayri Safi Milli Hasılasının dünyadaki payı binde 6.43’ten binde 7.52’ye yükseldi.
DP’nin 10 yıllık iktidar döneminin ikinci 5 yılı birincisinden hayli farklı oldu. İş dünyasından medyaya, eğitimden güvenliğe kadar pek çok alanda halkı canından bezdiren tek parti dönemini aratacak bir yola koyuldu.
Seçtiği isimler ve oy verdiği partilerden dolayı şehirler bölündü. Osman Bölükbaşı’yı yeniden seçtiği için Kırşehir ilçeye dönüştürüldü, CHP’ye çok oy çıkıyor diye Malatya’dan bölünüp Adıyaman il yapıldı.
İktidara sert eleştiri yaptığı gerekçesiyle 238 gazeteci hapse atıldı. 79 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın bunlar arasında idi. DP’den istifa eden kurucu isimlerden Fuad Köprülü’nün başka partiden aday gösterilmesinin önüne geçmek için “partisinden istifa eden milletvekilinin 6 ay geçmeden aday gösterilemeyeceği” hükmü getirildi.
Medyanın iki önemli ayağından biri olan radyo, muhalefete yer verilmeyen iktidarın sesine dönüştürüldü. DP’nin kurduğu Vatan Cephesi’ne katılan isimler, tek tek her akşam radyodan yayınlanmaya başlandı.
Hukuksuzluk aldı başını gitti. 6-7 Eylül 1955’te başta Rumlar olmak üzere azınlıkların ev ve işyerlerine yönelik organize saldırı düzenlenmesi utanç belgesi olarak tarihte yerini aldı. 4 bin 214 ev, 1152 işyeri, 73 kilise ve 26 okul tahrip edildi.
Son dönemde ise CHP’yi sindirmek için TBMM içtüzük imkânlarını suiistimal ederek sınırsız yetkilerle Tahkikat Komisyonu kuruldu.
DP’nin yaptığı pervasızlık ve hukuksuzları, TSK’nın hukuksuz bir şekilde yönetime el koyması takip etti.
Ülkenin yönetimini devralan Milli Birlik Komitesi, Yassıada süreci ile başlı başına bir hukuksuzluklar zinciri oluşturdu. Menderes hakkında 19 ayrı suçtan dava açıldı. Bu davalardan Bebek Davası, Köpek Davası gibi bir kısmı öne çıkarılıp magazinleştirildi. Ancak içinde sabık iktidarın hesap vermesi gereken davalar da vardı. 6-7 Eylül Olayları Davası, Radyo Davası, Vatan Cephesi Davası, Örtülü Ödenek davası gibi davalar bunlar arasındaydı.
Menderes, Yassıada’da yargılandığı dönemde hesap vermek durumunda kaldığı konulardan birisi de şair, yazar, gazeteci Necip Fazıl Kısakürek’e Örtülü Ödenek’ten orantısız bir şekilde yapılan ödemeler idi.
Başsavcı Altay Ömer Egesel, Örtülü Ödenek’ten yapılan toplam 723 bin 829 TL tutarındaki harcamadan sadece Kısakürek’e niçin 147 bin 500 TL’sinin verildiğini sorar.
Kısakürek’in, bir kısmı tehdit ve şantaj dolu mektuplarla Menderes’i bu haksız ve hukuksuz bir yola ittiği görülür.
Menderes, 14 Ekim 1960’ta başlayan Yassıada yargılamalarında idama mahkum edildi. İdam kararı Milli Birlik Komitesi tarafından onaylandı ve 60 yıl önce bugün infaz edildi.
Bu kararın haksızlığını, hukuksuzluğunu sorgulamamız gerekir. Bu yolda yapılan araştırmaları takdir ve saygıyla karşılıyorum. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 44 sadrazamın idamının görmezden gelinmesine ya da haklı bulunmasına şaşıyorum.
Gerçekten anlamıyorum.
Başlık “Adnan Menderes’in idamı ve Necip Fazıl Kısakürek”.
Koca makalede başlıkla ilgili kısım: “Menderes, Yassıada’da yargılandığı dönemde hesap vermek durumunda kaldığı konulardan birisi de şair, yazar, gazeteci Necip Fazıl Kısakürek’e Örtülü Ödenek’ten orantısız bir şekilde yapılan ödemeler idi. Başsavcı Altay Ömer Egesel, Örtülü Ödenek’ten yapılan toplam 723 bin 829 TL tutarındaki harcamadan sadece Kısakürek’e niçin 147 bin 500 TL’sinin verildiğini sorar. Kısakürek’in, bir kısmı tehdit ve şantaj dolu mektuplarla Menderes’i bu haksız ve hukuksuz bir yola ittiği görülür. ”
Başlık ve yazar ismini hesaba katmadan bile, 943 sözcüklü yazının 65 sözcüğü başlıkla ilgili.
İddia: Kısakürek, Menderes’ten tehditle örtülü ödeneğin 1/5’ini almış”.
Yuh yani!
Bu mu gazetecilik?
Bu mu fikir özgürlüğü?
Bu mu araştrmacılık?
Ben basit bir okuyucu olarak tavrımı koyuyor ve Ahmet Muhsin Karabay’ı kınıyor, bu kalitedeki bir yazarın yazılarının yayınlanmasını protesto ediyorum.
👏👏👏
Ben de aynen katılıyorum. Bu kadar okuyucusu olan bir sitede yazı yazmanın bir kalite standardı yok mu? Sitenin yazar kadrosuna ve kalitesine de gölge düşürüyor.
Maalesef sanki yazmak için yazılmış zaman kaybı türünde bir yazı .. konu ile başlık bütünlüğü sağlanmamış..
Senin gibi bir densiz bu yazılardan cesaret bularak, bir daha ki yazısında, Efendimiz niye bu kadar çok kadınla evlendi diye ehli beyte dil uzatır. Defol git RAFİZİ
Rafizi diyerek Alevilere hakaret ediliyor bu ifadeleri yorum olarak nasıl kabul edip yayınlıyorsunuz??
Bence de Rafizi ifadesi kesinlikle yanlış olmuş.. Ne alakası var? Herkesin yazıyı ve yazarı eleştirme hakkı var. Ama yazar kadar eleştirenin üslubu da önemli. Yanlış ifadelerle konuyu bağlamından saptırmamak lazım..
RAFİZİ diye kime deniliyor. Önce bir araştır. Sonra yorum yaz.
Maksadın üzüm yemek(Menderes’in idamı ve Necip Fazıl Kısakürek ile ilişkileri) değil de, bağcıyi (Osmanlı) dövmek olduğunu düşündüm yazıyı okurken. Osmanlı’nın zannedildiği gibi masum olduğunu zannetmiyorum ama burada bir köşe yazısına , hiç kaynak vermeden, kaynakların sıhhatini araştırmadan, sadrazamlarin idamı gibi ciddi bir mevzuyu, idama giden sürece hiç değinmeden, dedikodu kıvamında okuyucuya nakletmeye çalışmak benim gözümde en hafif haliyle patavatsızliktir.
Bu haber sitesi, evvela Hizmet mensuplarina hitap edecek sekilde bir dil gelistirdigine göre okurlari da Hizmet mensuplari olmali. Biz biliyoruz ki, Hizmet mensuplarinin ne Osmanli sevdasi, ne Menderes veya Kisakürek hayranligi var. Gecen biri ezber bozmaktan bahsediyordu, bu sitenin Islamci takipcileri de olmayacagina göre bu bilgilerin hic kimse icin sasirtici bir tarafi yok.
Su halde yazici ne yapmak, nereye varmak istemektedir. Benim tahminime göre bu yazilar, travma yasayan bir toplumu görüp iste simdi tam zamani diyerek belli bir zihniyete, dolayisiyla da kitleye karsi doldurusa getirmek icin yaziliyor. Hem de neredeyse her gün ve ismi-cismi kim oldugu belli olmayan biri tarafindan.
Yazici, sanki kendisini yillardir tipki bir Ahmet Turan Alkan´i nasil taniyorsak öyle taniyormusuz gibi lanse ediyor, okurla böyle bir muhabbete giriyor, ben gecmise gitmeyi severim gibi güya artistik laflar ediyor ve aklinca okuru tarafina cekmeye calisiyor.
Durum böyleyken yazicinin yazilari yetersiz, ansiklopedilerden derleme havasi veriyor, bir lafi söylemek icin bütün dünyayi dolaniyor, bütün bir konu ortaokul seviyesinde ilerliyor ama asla renk vermeyerek Hizmet tabanini „uyandirmaya“ calisiyor. Tipki Mehmet Efe Caman gibi.
Öyle görünüyor ki, Karabay ismi hem Türk medyasinin geleceginde, hem Hizmet geleceginde bircok iletisimciye, siyasak bilimciye örnek vermek istediklerinde iyi bir malzeme teskil edecek. Ve sonuc büyük ihtimal söyle olacak: Su dünyada kendi ayagina bu derece sikan baska bir hareket yoktur. Bizim AKP´ye falan ihtiyacimiz yok, kendi kendimize zulmetmekte kendi kendimize yetiyoruz.
Gazeteyi ve cikan yazilari Cuma da hutbe dinler gibi okuyan insanlar, yazarin popüler kültürden esinlenerek yaptigi bir kaç şey üzerinden Hem yazarı hemde siteyi alıyorlar ele gidiyorlar yola. yazarın yaptigi eleştirilerin özüne baktığında sorgulanması gereken ve bir kitle ahlaki-durusu geliştirme adına ogrenilip hesaplasilmasi gereken konular. Sorun acaba kitle olarak bunları ilk kez ve ilk kez mahalle içinden duymak mı. Köşe yazısı ile bırakmayın okumaları hani en okuyan kitle biziz ya, okuyun ya. Son sözde siteye eğer bu yazarı veya bunun gibi ufuk açıcı yazı yazanları engellerseniz bu camia eriye eriye bir tarikat a dönüşecek….
Ufkunuz böyle yazılarla açılıyorsa diyecek birşey yok.. Ufuk açmak iyi araştırmayla, doğru bilgiyle, kaliteli bakış açısıyla olur. Aykırı bakış yapılacaksa onun da bir seviyesi, kalitesi ve ilkesi olmalı. Maalesef burada hiçbiri yok.
Okuru eleştirdiğinize göre yazarın da eleştirilmesini çok görmemeniz gerekir. Ayrıca Lütfen kaynak göstersin de muhabbet kahvehane muhabbetinden çıksın. Mesela geçen günkü büyük bir islam alimi olarak bilinen Ebu Yusuf’dan bahsederken olması gereken gibi olmasa da en azından bazı kaynaklardan bahsetti ve hiç olmazsa itirazı olan okurlara araştırmak için kaynak göstermiş oldu. Ama siz hiç kaynak belirtmeden gazetede köşe yazısı yazarsanız bu dedikodudan ileriye gitmez. Ayrıca Yavuz Sultan Selim’i çok sever(d)im ama adaleti daha çok severim. Feridun M. Emecen’in kitabında yazdığına göre tahta geçince, saltanata ortak çıkabilir diye beşikteki yeğenlerini katletmiş bir insandır. Bunları hoş görme veya görmezden gelme derdinde değiliz, ya da diğer yorum yazanlar gibi yazarın kim olduğu, ya da kimlerden olduğuyla da zerre kadar ilgilenmiyorum. Bu kadar mühim bir konudan bahsedeceksen, ciddi bir araştırma ile, kaynaklarını ve kaynakların güvenirliğini belirterek yazman gerekir.
Bol bol magazin ve kaynağı belirsiz iddialar. Kalitesizliği zaten söylememe gerek yok. Bu arkadaşı (A.Karabay) artık okumayacağım.
👏👏👏
Tr724´e sorular:
– Ahmet Altanla ilgili yazısında hapis korkusu olan insanları eleştiren şahsın asıl ismi nedir?
– Bu yazilari bizi 50 yildir taniyormuscasina kaleme alan şahsın meslegi nedir?
– Ortaokul seviyesinde bir dil ve araştırma ortaya koyan şahsın eğitimi nedir?
– Yazilari yazan sahsin tr724-‘ün yöneticilerinden biriyle veya herhangi bir abiyle akrabaligi var midir?
– Şahsın hizmet geçmişi nedir, tr724te yazmayı kendi mi istemiştir, yoksa teklif haber sitesinden mi gelmiştir.
-Farklı farklı konularda ezber bozmaya çalışan şahsın piyasada bilinen kitapları var mıdır?
-tr724’te yazmak için hangi kriterlere sahip olmak gerekir, yazarlar yazılarını yazarken hangi iç kurallara riayet etmek zorundadırlar?
-Tr724ün genel yayin koordinatörü kimdir?
-Şahsın sürekli Hizmet tabanını sürekli olarak Müslüman tarihinin en olumsuz sahnelerine maruz bırakmasındaki muradı nedir?
-Tr724 şahısla hangi konuları yazacağı hakkında bir anlaşma yapmış mıdır? Yapmışsa bu anlaşmanın çerçevesi nedir?
-Şahıs bir cümleyle ifade edilebilecek düşünceleri için her gün sayfalarca yazacak kadar zamanı nereden bulmaktadır?
Sayın yazarın islam tarihini anlatırken hiçbir sahabeden halifeden ya da Peygamber efendimizden bahsederken bir kere bile Radiallahu anh (ra) Sallallahu aleyhi vesellem(sav) dualarını kullanmaması benim de çok dikkatimi çekiyor. Eğer yaptığı alıntılarda bu şekilde yazdığı için bu durum oradan aktarmadan kaynaklıysa Peygamberine (sav) demeyi zul gören kaynağa ben nasıl itibar edeyim.
Zayif bir yazi marifet az lafla cok sey anlatmaktir. Az lafla hicbir sey anlatamak marifet degildir. Benzetmelet de tutarli degil. Bir secilmis basbakanin asilmasi ve atanmis sadrazamlarin asilmasi konsept olarak cok farkli. Olusturdugu etki cok farkli. Necip Fazil ile ilgili kisim bu kadar havada kalmislik olabilir. Madem bir bahis actiniz anlatin efendim. Editorleri vazifeye davet eidyorum.
Türkiye´ de son 10 senede yaşananlara bakınca çok büyük hayal kırıklığı yaşadım. AKP´liler bunca zulmü neden görmüyor diye kendime sordum. Bunu açıklamaya çalıştım, zaman zaman bu kitleden nefret ettiğimi gördüm. Zira yaşadığım hayal kırıklığı o derece büyüktü.
Şimdi acaba onlara haksızlık mı ettim diye kendi kendime sormaya başladım. Hele bir de bu sitede yukarıdaki yazıya yapılan okuyucu yorumlarını görünce. Bu yorumlar bana sanki bir kısım okuyucuların bu siteyi bir yol ayrımına sürüklediği izlenimini uyandırdı.
Bilmiyorum, belki de hizmet Hocaefendi´nin de karizması ile çok büyümüştü, içinde çok farklı yapıda insanları toplamıştı. Şimdi bu merkezi otoritenin etkisi zayıflayınca bu farklı insanlar bir arada kalamaz hale geldi ve geliyor. Belki de…
Ben yukarıdaki yazı ile fazla söz söylemek istemiyorum. Sadece şu kadarını söyleyeyim: Beni yazıda rahatsız eden bir nokta yok. Hatta yeni şeyler öğrendiğim için ve bunların da gerekli olduğunu düşündüğüm için faydalı da buluyorum.
Mesela:
Osmanlı dönemi ile ilgili anlattıkları. Bazı bilgilerin ezber bozucu nitelikte olduğu açık. Yavuz Sultan Selim örneğini ele alalım. Biz bu padişahı Allah dostu olarak tanımadık mı? Mısır seferinde bir alimin atının ayağından üzerine sıçrayan çamuru sildirmediğini ve dolayısıyla alime ne kadar hürmetli bir padişah olduğu bize anlatılmadı mı? Hatta bu seferde önünde Hz. Peygamberi gördüğü ifade edilmedi mi? Şahsen ben üç sadrazamı idam ettirdiğini bilmiyordum. Anadolu´da “Dilerim Allah´a, Yavuz´a vezir olasın” sözünün söylendiğini de bilmiyordum. Ayrıca Osmanlı´nın bu kadar sadrazamı idam ettirdiğini de bilmiyordum. Bize anlatılan Osmanlı yöneticileri evliya idi, Allah dostlarından oluşan bir topluluktan başka bir şey değildi.
Aynı bilgisizlik Menderes ve Demokrat Parti dönemi için de geçerli. Hepimiz Menderes´i demokrasi şehidi olarak tanımadık mı? Ama onun iktadarının seyrinin AKP´yi andırdığını, ilk zamanlarda iyi işler yapıp sonra yön değiştirdiğini gerçekten biliyor muyduk? O yönüyle Menderes`i hic sorguladık mı? Neden sorgulamiyoruz?
Necip Fazıl Kısakürek için de geçerli benzer düşünceler. Benim evimde bu yazarın tüm eserleri var. Birçoğunu okumuşumdur. Hayatımın önemli bölümü onun hayranlığı ile geçti. Ama onun Menderes´e tehdit mektuplarından bugüne kadar hiç haberim olmadı. Onu bazı ufak tefek hataları olsa da (sigara) müthiş bir fikir ve kendini düşünmeyen dava adamı olarak tanıdık. Neden?
Şimdi yukarıdaki yazıya eleştiri getiren ve yazarın siteden atılmasını isteyen arkadaşlara sormak istiyorum: Osmanlı ile ilgili bazı gerçekleri bilmesek daha mı iyi? Lütfen bizde oluşturulan Osmanlı, Menderes, Necip Fazıl Kısakürek illüzyonunu, hayali dünyayı bozmayın mı demek istiyorsunuz? Eğer bunu istiyorsanız AKP´nin ve Reis´in farklı yüzünü, zalim, despot yüzünü görmek istemeyen, kafalarında oluşturulan illüzyonun bozulmasını istemeyen AKP sempatizanlarından ne farkınız kalıyor?
Bir söz de yazarın kalitesi ile ilgili söylenen elestiriler. Yazarı ortaokul seviyesine indirenini mi ararsınız, gazeteciliğini sorgulayanını mı, kalitesini sorgulayanını mı, hepsi var. Kusura bakmayın ama bana bu eleştiriler boş geliyor. Yukarıdaki makalenin ortaokul seviyesinde olduğunu nereden çıkarıyorsunuz mesela? Veya kalitesinin düşük olduğunu hangi kriterlere göre belirlediniz? Kaynak belirtmediğini söylüyorsunuz bir de. Bu sonuçta bir gazete/haber sitesi yazısı, bilimsel makale değil. Ayrıca herkesin malumu bilgilerin kaynağına belirtmeye gerek yoktur. Yazıyı bilimsel bulmayan arkadaşlar lütfen verdiği bilgilerin yanlış olduğunu kaynağını vererek ortaya koysun o zaman.
Bu arada bu yorumu yazan İsmail rumuzlu kişi, sanıyorum Karabay’ın önceki yazılarına Salih Erdem adıyla bol açıklamalı ve abartılı destek yorumları yazan aynı kişi. Onun yorumlarının tamamını okuyunca bende oluşan izlenim de bu kişinin çok büyük ihtimalle M. AHMET KARABAY’ın bizzat kendisi olduğu şeklinde.
Ismail bey, Osmanli mükemmel bir devlet degildi, bugünden bakinca da degildi, o günden bakinca da. Fakat Osmanli berbat bi ülke de degildi. Ha berbatti mi diyeceksiniz, deyin efendim, bunda bi sorun yok, ama beni doldurusa getirmeyin, aptal yerine koymayin, Islamci yerine koymayin, ben ve benim gibi binlerce Hizmet mensubu bunu cok iyi biliyor.
Ismail bey, Necip Fazil mükemmel bir insan degildi, kumarbazdi, fosur fosur sigara icerdi, bir dava adami olamadigi gibi Islamcilara ilham oldu. Fakat Necip Fazil berbat bi insan degildi. Ha berbatti mi diyeceksiniz, deyin efendim, bunda bi sorun yok, ama beni doldurusa getirmeyin, Islamci yerine koymayin, aptal zannetmeyin. Necip Fazili benim gibi binlerce Hizmet mensubu iyi biliyor.
Ismail bey siz de iyi bilirsiniz ki, Hizmet mensuplari, Hizmetin Islam tarihinde cok önemli bir misyon ifa ettigine inanmislardir. Bu misyonu Osmanlinin da ilerisine tasimislardir, o yüzden bir yaprak dahi kitap okumayan bile Osmanli hakkinda olumsuz bir sey duysa kücük dilini yutmaz, ay ben bunu duymamistim demez, kaynak güvenilirse inanir. Cünkü o Osmanlidan da büyük isler yaptigina inanir. Bunun da dezavantajlari olmustur ayri mesele.
Hizmet tabani, elestirebilecegimiz bircok tarafi olsa da, denge insani yetistirmistir. Sabah aksam Osmanliyla, Necip Fazilla, efendim Ebu Yusufla, Ebu Hanifeyle ugrasmaz, biz onlarin devamiyiz, mirasi kabul eder ve üzerine bi seyler daha koymaya calisir. Bakin ben Necip Fazilin insanligina degil, siirine hayranim. Nazim Hikmetin annesine asikti diye Yahya Kemalin siirinden niye vazgeceyim? Aziz Nesinin nasil bir megaloman oldugunu solcular da bilirler ama onu yazarligi üzerinden yasatirlar.
Ismail bey, yazicinin ortaokul seviyesinde yazdigi ortada. Daha üst bir seviye icin biraz Murat Bardakci okumasi sart. Siz de bir kiyaslama yaparsaniz, ne dedigimi anlarsiniz. Tabii efendim, insanlar yazsinlar, özgürlük var, mesele bu degil, mesele cok baska problemleri olan bir kitleye sabah aksam „Dinin, bagli bulundugun cemaatinden süphe duyuyorsun, kafan cok karisik, haklisin, gel biraz daha karistiralim, bagin tamamen kopsun“ mesaji vermektir. Bu apacik art niyetli bir yaklasimdir. Cumhuriyetin ilk yillarinda biz bu yaklasimdan dolayi gecmisimizi bulamaz olduk.
Bakin bizim Osmanli ile, Adnan Menderesle yüzlesmeye ihtiyacimiz yok. Bizim yüzlesmemiz gereken bir seffaflik problemi, abilik müessesesi, Hizmet ici klikler, Hizmet ici özgür basin, Hizmetin cemaat veya camia olmaktan cikip cemiyet olma gibi cok hayati konulari var. Su an Hizmet tabanina hesap vermesi gereken insanlar var. Yok yazar ben illa bu konulara giricem diyorsa, Yeni Safakta yazmasi daha mantikli degil mi, orda ondan cok sey ögrenecek insanlar var, bol bol ezber bozsun. Hayal kirikliklariniz yüzünden bu yazilarin anlamsizligini görmek istemiyorsunuz. Siz bunu göremeyecek insan degilsiniz.
İsmail bey, bir taraftan “yeni şeyler öğrenirken” aynı yorumda saydığınız onca “yeni şey” için “herkesin bildiği şeylerin kaynağını belirtmeye gerek yoktur” diye izah getirmeniz size de bir çelişki gibi gelmiyor mu?
“Müddei iddiasını ispatla mükelleftir” kaidesinin bu kadar çok tekrarlandığı konjonktürde, sizce yazarın tarih ve özellikle İslam tarihi konusunda şimdiye kadar yazdıkları, seviyesi ve tutarsızlıkarıyla ortaya konulmadı mı?
İktidar örneğini İslam tarihinden mi alıyor?
Yezid zulmünün temelini Hz. Muaviye’de (RA) bile değil, Hz. Osman’da (RA) mı aramalıyız?
AKP’nin, İmam-ı Yusuf’u (Rh) kendine rehber aldığı doğru mu?
Siz gerçekten de Sayın Karabay’In iddia ettiği gibi Osmanlı’da “yüzyıllar boyunca”, “Yavuz’a vezir olasın” diye bir beddua olduğuna inanıyor musunuz?
Yavuz’un, bir vezirinı eliyle boğması, diğerinin kafasını kokuşuncaya kadar bekletmesi de nedir?
Osman Şahin beyin yazdıkları, yazarın yaklaşım metodundaki bazı hataları açığa çıkaran yazılar değil miydi?
Karabay, yazılarında tarihte daha önce duymadığımız bazı şeyleri yazıyor olabilir. Yukarıdaki yazısında Necip Fazıl’la ilgili savcılık iddiasının doğru olduğunu da savunmuyor zaten; sadece böyle bir iddia da var ve Menderes de bu iddialara muhatap olmuş diyor. Problem, öyle bir anlatımla ifade ediyor ki, siyak-sigara bakıp sanki iddia doğruydu demek şeklinde okuyoruz.
Yazarın ilmini bilmiyoruz. Kim olduğunu tanımıyoruz. Yazdıklarından da, yazılarını savunan yorumlardaki yansımalardan da günümüz konjonktüründeki hassasiyetlerden yararlanarak manevi değerlerimize zarar vermeye, kafa karıştırmaya çalışan biri gibi geliyor…
İsmail beye katılıyorum.
GENE ALLAK BULLAK OLDUM….
Niçin mi?
1- 218 sadrazamın 44 ünün idam edilmesine
2-Yavuz Sultan Selim’in kendi elleri ile öldürdüğü kendi sadrazamının kafasını kokarcasına günlerce yanında taşımasına
3-Necip Fazıl Kısakürek’in tehdit ve şantaj dolu mektuplarına…
4-….
Bilgiler doğru ise siz hala allak bullak olmadıysanız, size doğru olma ihtimalı olabilir düşüncesi ile güncel bilgi hatırlatması yapayım ki, sizde benim gibi allak bullak olun…
Bakın o tarihi şahsiyetlere toz kondurtmuyoruz ya… peki
-…. ganimetidir ganimet diyen Balkanoğlunu canlı canlı hatırlayın…
-… karıları ve kızları cariye hükmüne geçer diyen o malumları hatırlayın..
-…. onlarca Holding sahiplerinin şimdi zindan avlolarında olta atarken, bakara-makara diyenlerin büyükelçi yapıldığını hatırlayın..
-…dokuz aylık hamile vede namazlı kadınların cezaevinde tutulduğunu da hatırlayın…
Yüz yıl sonra başka MÜHSİ̇N AHMET KARABAY lar çıkacak ve bugünü anlatacaklar ama gene geçmişine toz kundurtmayanlar itiraz edecek gibime geliyor.
Allak bullak oluyorum ama sanki biraz doğru gibimede geliyor…
Adam kundaktaki kardeşini öldürmüş, sadrazamı nasıl öldürür diyorsun diye lince kalkışıyoruz gibime geliyor.
Cemaat aynı safta namaza durduğu din kardeşinden. Gördüğü bu zülmü Leninden, Stalin’den göreceğine 15 yıl önce İNANMAZDI vede hiçkimse İnanmazdı
ÖYLE DEĞİL Mİ??!
Cemaat insanı sanki HÜSEYİN GÜLERCE gibi makyavelist tipleri seviyor. GÜLERCE Başyazarlık yaptığı gazeteyi, alçakca tekmelemedimi?
LATİF ERDOĞAN gibi karaktersiz bir insan Gazeteciler Yazarlar Vakfı başkanı olmadımı?
Sanki 1500 yıldır ilk zülüm günümüzde yaşanmış ve geçmişimiz aksüt gibi… herkes bunları duymak okumak istiyor gibi…
Yazar bence FİTNE çıkarmaya ve bu camianın insanlarını provoke etmeye çalışıyor.
Bu camianın değerlerini ve şahsiyetlerini gün aşırı diline dolayarak sinir uçlarıyla oynamasının başka izahı yok.
Tamam kaht-ı rical devrindeyiz de, bu kadar da mı yani. Bu kişiyi tanımıyorum ama lise seviyesinde yazılar yazıyor, Murat Bardakçı’nın programlarını özetliyor falan… Kınıyorum.
Maalesef aynı yazıya üçüncü kez yorum yapıyorum ki toplamda bu gazeteye 10 defa yorum yazmamışımdır. Yazar istediğini yazabilir. İstemeyen okumaz, ama bir bilgi paylaşıyor ise yukarıda birinin dediği gibi bu bir bilimsel makale olmasa bile kaynak vermek zo-run-da-dır. Yoksa biz nasıl güvenebiliriz. O zaman ben de çıkar başka bir şey paylaşırım. Kaynak paylaşmak zorunda değildir diyenler youtube’dan peygamber efendimizle alakalı ve Charlie Hebdo’ya rahmet okutan videoları izlesinler. Çok merak ediyorum, o zaman da ‘ya biz meğerse Hz Muhammed’i (haşa) hiç tanımıyormuşuz’ mu diyeceksiniz? Yoksa 2arkadaş senin kaynağın nedir?’ diye mi soracaksınız? ”Ben söyledim aksini sen ispat et” diyenin de ”ben suçu sana yükledim masum olduğunu ispat et” diyene çok da sitem etmemesi gerek o zaman. Ben kimsenin hain falan olduğunu zannetmiyorum. Herkes çok hassas olduğu için herkesten de ihanet bekler olmuş. Ama her yazılana inanmak da, yazana hain yaftası yapıştırmak da, şuursuzca yazmak kadar yanlış ve tehlikelidir.
TR724 de bugün yayinlanan bu habere bakin lütfen
`Hilal Kaplan’dan skandal ‘Ayşe Özdoğan’ paylaşımı: O kadın ‘fetö’den hüküm giymiş!`
Dindar bir kadın olan Hilal Kaplan`in dindar bir kadın olan Ayşe Özdoğan` a reva gördüğü zülmü müğlak bir tarihi bilgi olarak değil, CANLİ CANLİ dinleyin okuyun sonra tarihte üstü örtülen bilgilerinde olabileceğini hesaba katın.
Önce bir hikaye ile başlayayım. Hikaye derken bizzat yaşadığım bir olay, uydurma bir şey değil.
Almanya´nın Frankfurt şehrinde idi. Şehrin merkezi alışveriş sokaklarından birinde bir grup PKK sempatizanı kamp kurmuş, bir nevi gösteri yapıyordu. Oradan geçerken ilgi duyup biraz yaklaştım. İçlerinden bir yaşlı kadınla karşılaştım ve bir süre orada oyalanmaya başladım. O sırada içlerinden biri karşıdaki binanın tepesine çıkmış ve büyükçe bir Abdullah Öcalan posterini açtı. Tam o an aşağıdaki insanlarda o anda sevinç çığlıkları yükselmeye başladı. Yanımdaki yaşlı kadının yüz ifadesi bir anda değişti. O kadar büyük bir mutluluk ifadesi vardı ki yüzünde, daha fazla mutlu olabilir miydi bir insan ve bunu nasıl ifade edebilirdi, bilmiyorum.
Bu sahne beni bir süre çok meşgul etti. Türk tarafının “katil”, “terörist”, “bebek katili” dediği bir insan nasıl böyle bir mutluluk uyandırabilirdi? Oradaki insanlar böyle bir insana nasıl bu derece büyük sevgi besleyebilirdi? Sonra kendimce vardığım sonuç: Türkiye toplumundaki gruplar veya daha farklı bir ifade ile mahalleler içlerinden çıkan insanları, kendi liderlerini, önde gelenlerini, devlet büyüklerini, tarihteki şahsiyetleri vs. ilahlaştırmayı çok seviyor. Her zaman böyle bir eğilim içinde. PKK sempatizanları için Abdullah Öcalan haklı bir davanın savunucusu mutlak iyi. Atatürk kemalistlerin gözünde sadece bir komutan, devlet kurucusu, devrimci, Türkiye´ye büyük hedefler göstermiş bir insan değil, bir daha eşi benzeri gelmesi mümküm olmayan adeta ilahlaştırılmış bir insan. Bunu başka kesim ve liderler için de söyleyebiliriz.
Peki bu nasıl sağlanıyor? Tabii ki seçici bilgiler ile. Gerçeğin tümünü almak yerine işimize gelen bilgileri almak suretiyle. Hoşumuza giden bilgileri alıp, gitmeyenleri unutulmaya terk ederek. Bir defa bu yaklaşım oturduğu zaman kişi de zaten kendiliğinden artık hoşuna gitmeyen bilgileri duymak istemiyor, bunu yapmaya çalışanlara da niye benim algılarımı bozuyorsun diye kızıyor.
Sormaya devam edelim:
Bugün AKP sempatizanlarının gözünde Erdoğan neden büyük bir lider ve kahraman? Neden onun zalim yüzü, hırsız tarafı görülmüyor? Seçici bilgi nedeniyle.
Neden AKP tabanı ve Türkiye´de toplumun büyük kesimleri hizmetten nefret eder hale geldi, hizmet insanının acılarına duyarsız? Seçici bilgi nedeniyle. Bu yaklaşım sonucunda kafasında bir algı şemasının oturmuş olması ve farklı bilgilerle onun bozulmasını ve konforunun bozulmasını istememesi nedeniyle.
(Yine bir tahmin yürütecek olursam: Laik kesimin neden hizmetten bu kadar nefret etti? Belki hizmetin yayın organları da (Zaman) böyle seçici bilgi ile okuyucularında gerçekten uzak bir bilgi balonu oluşturduğu için. Herşey yolunda gidiyor algısı oluştuğu için, karşıda biriken nefret görülemediği için).
Varmak istediğim nokta:
Yukarıda bazı arkadaşlar yazardan bazı bilgiler için kaynak istiyor. Hatırladığım kadarıyla M. Ahmet Karabay önceki yazılarından birinde bazı kaynakları vermişti. Ben yine de aynı noktadayım. Endişe etmeyin, bir yazar böyle somut konularda kolay kolay yanlış bilgi vererek okuyucusunu yanıltma yoluna gitmez. Birisinin gerçeği ortaya çıkarması ve yazarın itibar kaybı yaşaması daha kolaydır. Yanıltılma olasılığı somut konularda yanlış bilgi verme yerine size seçici bilgi verilmesi durumlarında daha fazladır.
Ben ayrıca iddialara kaynak isteyen arkadaşların somut delil peşinde olduklarını da zannetmiyorum. Bugüne kadar bize toplumla ilgili, tarih ile ilgili, değişik alanlarla ilgili ne hikayeler, ne masallar anlatıldı. Hiç delil istedik mi? Peki mesele ne? Toplumun tüm kesimleri gibi bizim arkadaşların da yıllarca seçici bilgiler verilmek ve almak suretiyle kafalarında belli bir sema oluşmuş ve şimdi bunun bozulmasını istemiyor. Çünkü bu aynı zamanda konfor kaybı demek.
Burada yine bir iki sözü de yazarın gazeteciliğini sorgulayanlara söylemek istiyorum. Yazarı ben de tanımıyorum. Ama gazeteciliği ile, seviyesi ile ilgili söyledikleriniz inandırıcı değil. Hani kaynak diyorsunuz ya, peki siz hangi gazetecilik kaynağına göre yaptığı şeyin iyi gazetecilik olmadığını tespit ettiniz? Bir arkadaş da çıkmış, ortaokul seviyesi falan diyor. Benim bildiğim kadarıyla gazatecilik dili zaten ortaokul seviyesinde olur. Zor olan sade, herkesin anlayabileceği dilde yazabilmektir. Akademisyenlerin yaptığı gibi uzun ve anlaşılmaz cümleler kurmak o kadar zor değildir ve gazetecilik dili de değildir o.
Ismail bey, ısrarla anlamak istemiyorsunuz. Yazıcı isterse Osmanlı döneminde 444 sadrazamın öldürüldüğünü kaynaksız olarak ifade etsin, benim için hava hoş, Osmanlıyı aşağı yukarı anlamak için istatistiğe ihtiyaç yok. Osmanlı şöyle bir 400 sene Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu’nun halklarına dünyanın diğer halklarına kıyasla en azından kavgasız-gürültüsüz bir hayat sağlamış, bu kavgasız-gürültüsüzlük dönemi için 44 sadrazamın başının gitmesi benim için şaşırtıcı değil.
Şurdaki bi-iki okura da kanmayın, Türkiye yeni bir başlangıç yapsa, tarihi yeniden yazsa, objektif bir şekilde ve herhangi bir ideolojiye angaje olmadan tarih derslerinde 44 sadrazamın öldürüldüğü anlatılsa Hizmet insanı buna itiraz etmez.
Daha da ileri gideyim: AKP tabanı da itiraz etmez. Öyle bir şey olsaydı, Muhteşem Yüzyıl diye bi dizi oynayamazdı, hem itirazlardan dolayı oynayamazdı hem de izlenmediğinden dolayı. AKP tabanının ezici çoğunluğunun dindarlıkla bir alakası yok, çoğu bu gibi dizileri izlemiş insanlar. Hizmet insanından nefret ettikleri de yok. AKP tabanı dediğiniz şey yeni zengin olanlar, dul aylığı alanlar, su aylığı alanlar bu aylığı alanlardır.
Havuz medyası dediğiniz şey AKPnin kemik kesimini etkileyebilir ancak. Geniş tabanda hakim olan duygu korkudur. Parasını kaybetme korkusu, hapse girme korkusu, terör korkusu. Bunlar esasen haklı korkulardır aynı zamanda. AKPnın seçimi kaybedip nasıl terör tehdidiyle tekrar kazandığını, İstanbul Belediyesi seçimlerinde nasıl oyunlar oynadığını unutmayın.
E ama sokak röportajları öyle demiyor. Onlar da bizim algı operasyonlarımız. Gazeteciliğe uzak bir insan değilim, bizim de bu konularda büyük hatalarımız var. AKP tabanını tek bir bloktan oluşuyormuş gibi göstermek çok büyük bir vebaldir.
İsmail bey, ortaokul meselesine tekrar değinmişsiniz. Madem öyle açalım: Yazıcı 44 sadrazamın idam edilmesini görmezden geldiğimizi söylemiş. Konu tamamen bu! Eğer bir konuya okuyucuya geçirme konusunda eliniz, bilginiz, kaleminiz zayıfsa, 600 yıl içindeki bütün kötülükleri boca edersiniz, hepsini bir torbaya dolurup öldüren her padişaha aynı cezayı kesersiniz. Hafifletici sebep, ağırlaştırıcı sebep dinlemezsiniz. Bütün iyilikleri de GÖRMEZDEN gelirsiniz.
Yukarıda yazmıştım, kaynak benim için okur olarak önemli değil, ama eğer yazar ben olsaydım, bu işlerin ordinaryusu olmadan kaynak vermemezlik etmezdim. Ben İlber Ortaylı değilim. Peki yazar kim? Sizin dediğinize göre beni geçmişiyle övünmekten kurtarmak, aynı hataları yapmaktan alıkoymak isteyen adı sanı belli olmayan bir isim.
İyi de kardeşim, Öcalan doğum gününde hala evi tavaf ediliyor, Atatürkle alakalı tapınma ortada. ABDde HE’nin içtiği sudan içmek için birbiriyle yarışan 2-3 densizden başka HE’yi iflah olmazcasına kültleştiren kim var? Bugün Hizmet handiyse dağlımış durumda ve bunda HE’ye karşı duyulan hayal kırıklığının da önemli bir rolü var. Peki durumda yazardaki bu iştahın muhatabı bu kitle mi? Demagojiye gerek yok. Cevap verecekseniz ısrarla üzerinde durduğum konulara cevap verin.
İnsanlar yazsınlar, konuşsunlar. Yeter ki yalan, hakaret olmasın. Yalan yazarsa biz doğrusunu ispatıyla ortaya koyalım. Hakaret yazarsa susalım veya en fazla yasal mercilere başvuralım. Ama öncelikle eleştiri (irdeleme) ile hakaret arasındaki farkı bilelim. Hiçbir devlet, yönetim, idareci, alim kutsal değildir. Herkes benim sevdiğimi sevmek; benim inandığıma inanmak zorunda değil. Tüm dünyada kabul görmek isteyen, dünyayı da kabul etmeli ve saygı duymalı.
Bir de, bir mevzuya değerince ilgi verilmeli…
M. Ahmet Karabay Bey’in yazılarını genel olarak takip ediyorum. Benim hoşuma gidiyor. Ve yazıları bazı arkadaşların yazdığı gibi beni hizmetten uzaklaştırmıyor. Çok faydalandığımı ve farklı bir bakış kazandığımı söyleyebilirim. Seviye meselesini hiç anlamadım. Ortaokul seviyesi nasıl oluyor. Bi de yazdıklarında yanlış varsa çıkar doğrusunu yazarsınız.
M. Ahmet Karabay Bey’in yazıları son zamanlarda ilgimi çekmeye başladı. Her yazısında tarihi bir şahsiyeti gömüyor. Geçenlerde Ebu Yusuf ve Ömer bin Abdülaziz, bu yazıda Yavuz ve Necip Fazıl. Bunu kritik etmek için söylemiyorum. Belki de biz insanlara ve olaylara hep olumlu yönleriyle yaklaştık. Eğer yazılanlar doğru ise bizim de bunları bileme hakkımız var. Bence, bugün toplum olarak yaşadığımız olayların perde arkasında da olayları ve tarihi sorgulamadan körü körüne inanmak yatıyor. Olayları objektif olarak masaya yatırıp onlardan ders çıkaralım. Peygamberler hariç günahsız insan yoktur. Bu tür yazıların devamını bekliyoruz, ancak sadece değinip geçerek değil biraz daha detaylı analizler yaparak.