YORUM | MAHMUT AKPINAR
Kur’anı Kerim’de en çok vurgulanan kelimelerden birisi adil olmak ve adalettir. Adalet kitabımızda sosyal hayatla ilgili öne çıkan en önemli kavramdır. Demokrasi zaman içinde değişim geçirmiş, tekamül etmiştir. Farklı anlamlar yüklenebilmektedir. Ama adalet bütün toplumlarda var olan ve aynı anlamı içeren bir kavramdır. Ayette: “Ey iman edenler! Var gücünüzle hakkı ayakta tutun, şahitlikte kılı kırk yarar derecede dikkatli davranın, adaleti tam temsil edin. Bir topluluğa karşı öfkeniz sakın sizi adaletsizliğe itmesin. Daima âdil davranın; çünkü takvaya en uygun olan odur.” (Maide:8) buyuruluyor. Hadislerde: “Adil yönetici kıyamet gününde peygamberlerle haşr olunur” deniyor. Hz Peygamber Hud suresindeki: “emredildiğin gibi dosdoğru ol” ayetinin kendisini ihtiyarlattığını ifade eder.
Her cuma imamlar hutbe de “Allah size adaletle muameleyi emreder” ayetini okuyor. Geçenlerde bir sohbette, bu ayetin cumalarda okunması çok anlamlı. Medyanın, sosyal medyanın yaygın olmadığı dönemde halka ulaşmanın en önemli aracı cuma hutbeleriydi. Dolayısıyla her hafta İslam dünyasının her yerinde bu ayetin hatırlatılması konunun önemiyle örtüşen bir durum. Acaba bu ayetin cumalarda okunması nasıl başlamış diye sordum. Bir ilahiyatçı hocamız bunun Ömer Bin Abdulaziz döneminde başladığını ifade etti. Kerbela Vakası’ndan sonra Ehli Beyt’e zulüm ve katliamla yetinilmemiş, 40 yıla yakın Emeviler cuma hutbelerinde Ehlibeyte küfür ve hakaret ettirmişler. Emeviler içinden çıkan ve beşinci Raşit Halife olarak kabul edilen Ömer Bin Abdul Aziz bu zulmü sona erdirip, adalet ayetinin her cuma okunması adetini yerleştiriyor. Sadece bu davranış bile Ömer Bin Abdul Aziz’in büyüklüğünü göstermek için yeterli. Ama okunan bu ayet sözde kalmış, öze inememiş. Zira yeryüzünde adaletin en az bulunduğu coğrafya Müslüman ülkeler.
Allah “takvaya en yakın durum adil olmaktır” dediğine göre adil olmak kolay değil. Kolayca uygulanabilen bir şey olsaydı Allah adil olmaya bu kadar önem atfetmez, büyük mükafat vaat etmezdi. Adil olmanın önünde çok fazla harici ve nefsi engeller var. Çıkarlarımız adil olmaya engel. Yakınlarımızın, akrabalarımızın beklentileri, çevremiz adil olmaya engel. Egomuz, gururumuz, kibrimiz, bazen ilmimiz, müktesabatımız adil olmaya engel. Aidiyetimiz, ideolojimiz, bağlı olduğu mahalle adil olmaya engel. Hatta “adil olun!” diye emreden dinin aidiyeti adil olmaya engel olabiliyor. Ön kabullerimiz, peşin hükümlerimiz, eski kazanımlarımız, ünvanlarımız, makamlarımız, kaybetmekten korktuğumuz rahatımız, maddi birikimlerimiz, şöhretimiz adil olmaya engel. Korkularımız, kaygılarımız, bağlı olduğumuz gruplar, otoriteler adil olmaya engel. Terk edemediğimiz zevklerimiz, hazlarımız, alışkanlıklarımız, zaaflarımız adil olmaya engel. “Kızım Fatıma da olsa adaleti uygulardım” diyen Peygamberin ümmeti de olsanız aileniz, çocuklarınız, akrabalarınız adil olmaya engel oluyor.
Malasefe kendi sınırları içinde “demokrasi”, “insan hakları”, “hukukun üstünlüğü” diye dünyaya nizam verenler İsrail söz konusu olunca adaleti, hukuku unutuyor. İnsan hakları bayraktarlığı yapan batı medeniyeti ötekileştirdiği, “terörist” ilan ettiği bir kesimin hukuku, hakları gündem olunca adaleti ve hukuku yok sayabiliyor. İsrail’de ölen çocuklara, sivillere ağlarken, Filistinli çocukların ve sivillerin öldürülmesine “güvenlik tedbirleri” olarak bakabiliyor. Kimse adil olmaya çalışmıyor. Herkes kendi ölüsüne, kendi acısına ağlıyor, kendi mazlumunu öne çıkarıyor. Bu konuları kurumsallaştırmış, standardize etmiş, dünyaya ders veren “medeni” ülkelerin adalet anlayışının bile ne kadar çarpık ve taraflı olduğunu son olaylarda bir defa daha gördük.
Müslümanların hali, Türk toplumunun durumu İsrail’e ayrı, Filistine ayrı standart uygulayan batılı ülkelerden farklı değil. Müslümanlar olarak Filistin’deki, Gazze‘deki çocuklara ağlarken Yemen’de 15 yıldır açlıktan, susuzluktan ölen bebekleri, sivilleri görmüyoruz. Neden? Çünkü onları öldüren İsrail değil. Onları İran ve Suudi Arabistan öldürdüğü için susuyoruz. Keza 85 milyon Türk toplumu Gazze’de bombalanan ve ölen çocuklar için ne hamasetler kesiyor ne paylaşımlar yapıyor. İsrail hapishanalerine bir başı örtülü hanım atılsa destanlar yazılıyor. Ama aynı toplum 10.000 den fazla eğitimli, dindar ve masum kadının Türkiye’de hapishanelerde tutulmasını görmüyor. Kürtlere yapılanı görmüyor. Cezaevlerinin bebeklerle, sabilerle doldurulduğunu “dindarlar” dile getirmiyor. Annesi ve babası hapse atıldığı için ortada kalmış altı çocuğa Müslümanlar sahip çıkamıyor ama adalet duygusu ölmemiş, vicdanı diri bir Ermeni vatandaşımız sahip çıkıyor ve barındırmak istiyor. Bu çocukların perişan hali pek çok dindarda ürperti oluşturmuyor. Çünkü onlar “öteki” mahalleden. Çünkü onları dile getirmenin faturası var. Çünkü iktidar onları düşman ilan etti.
Sevimli olmak, iyi olmak, anlayışlı, toleranslı olmak kolay. Ama adil olmak çok zor. O, pek çok bariyeri aşmayı, duyguları bastırmayı, aidiyetleri yok saymayı, mahallenizi karşınıza almayı, ailenizle bozuşmayı, çıkarlarınızdan vazgeçmeyi, rahatınızı bozmayı, önkabulleri yıkmayı gerektiriyor. Bu nedenle dini, inancı, felsefesi ne olursa olsun adil insanların değerini bilelim ve onlara sahip çıkalım. Çünkü adalet yok olup adil insanlar susturulunca ne toplum huzuru kalıyor ne de devlet.