Adanmışlık mı şeffaflık mı? (II)

Businessman Reading Contract Using Magnifying Glass Before Signing

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Adanmışlık mı şeffaflık mı? başlıklı yazıyı dostlardan oluşan bir grupta paylaşınca katkı sunan, ufuk açan bir yorum aldım. Bu yorumu okuyucu ile paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm. Zira yorumu yazan arkadaşımız Hizmet’in şu anda ihtiyaç duyduğu, görüşlerini önemsemesi gereken, gençlerle ilkler arasındaki mesafeyi dolduracak anlayışa, eğitime, bakışa sahip 30’lu yaşların sonunda birisi. Arkadaş Türkçenin dışında 3 ayrı dili çok iyi derecede okuyup yazabiliyor. Hayatı 18 yaşından sonra yurt dışında geçmiş. Ortaokulda Türkiye derecesi yapmış, Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası ilişkiler bölümünü kazanmış ama o Çin’e gitmeyi tercih etmiş. Sosyal bilimler alanında yüksek lisans ve doktora yapmış. Şimdilerde şirketlere danışmanlık yapıyor, ticaretle uğraşıyor. Eli kalem tutan, yazan, çizen, kültürel-felsefi birikime sahip bir kardeşimiz.

Ayrıca bu arkadaşımız Hizmet’le ilgili konularda işin içinde ve aktif. Son yıllarda gençlere ulaşma ve Hizmet’le buluşturma konusunda çok önemli bir projeye imza attı. İngiltere’de yetişen, ulaşmakta ve tatmin etmekte zorluk yaşadığımız 16-20 yaş arası gençleri Hizmet faaliyetlerine katılmaya ikna etti. O gençler şu anda gayet aktif ve verimli çalışıyorlar. Doğru yöntemlerle gençlere yaklaşıldığında Hizmet’e tavırlı olmadıklarını bizlere ispat etmiş oldu. 

Arkadaşın yazıya yorumunu ve katkısını aynen alıyorum:

“Haddim olmadan bir iki cümle karalayacağım. Adanmışlık, fedakarlık, hasbilik, diğergamlık gibi değerler Cemaat’in Hizmet’ten anladığı düsturları hayata geçirirken en çok istifade ettiği değerlerdi, öyle de kalacaktır. Yukarıda zikredilen değerlerin anlaşılması, yaşatılması Hizmet’in birincil temsilcilerinin bu konudaki insanüstü gayretleri ve temsilleri ile mümkün olmuştur. Bu da ancak güvenle olmuştur! Güven, varlığında muazzam bir itici güç iken, kırıldığında tamiri mümkün olmayan bir şeydir. Belli bir dönemden sonra, kabul etmek istemesek de bu temsilin kaybolduğunu, keyfi uygulamaların olduğunu biliyoruz. Özellikle meselelerin uluorta konuşulmaya başlanması güven kaybını daha da artırmıştır. Güvenin kaybolduğu bir zeminde yukarıda zikredilen değerlerin hayat bulması, yaşaması çok da mümkün değildir.

Zira Allah’a olan itimadı, fıtratının müsaitliği ile hala çok az bir kısım insan yukarıda zikredilen değerlerle meşbu bulunup yaşasa da, bunun genele teşmil edilemeyecek kadar ve geçmişle kıyaslanamayacak kadar küçük olduğu aşikardır! Belki bu az sayıdaki insanların niyetlerine göre kurtuluşuna vesile olabilecek bu husus, çoklarınca “safdillik” olarak görülüyor. Bu hal, çoklarına göre, var olduğu bilinen, ama adı net konulamayan bir sistem tıkanmasının devamını sağlayan bir boyun eğmedir. Bu şekilde bakıldığında, Cemaat insan kaynağının ve maddi kaynağının çok büyük bir kısmını  bu yüzden kullanamamakta, atıl şekilde kalmasına sebep olmaktadır. Uzatmadan kısaca söylemek gerekirse:

Şeffaflık, hesap verilebilirlik, kontrol edilebilirlik, istişareye açık olma, eleştiriye açık olma.. gibi hususlar  SADECE BATIDA HİZMET EDEBiLMEK İÇİN GEREKLİ HUSUSLAR DEGİLDİR. AKSİNE YAZIDA ZİKREDİLEN “ADANMIŞLIK, DİGERGAMLIK, HASBİLİK, FEDAKARLIK” GİBİ DEĞERLERİN YENİDEN CANLANMASI, YENİDEN HAYAT BULMASI VE BU DİNAMİKLERLE CEMAATİN PERFORMANSINI ORTAYA KOYMASI İÇİN ZORUNLULUKTUR! 

Zorunluluktur, çünkü bu değerlerin yaşaması için uygun olan ortam, vasat bozulmus, güven kırılmış, temsil zarar görmüştür. Bunun tamiri mümkün değildir, ancak yeni neslin bu değerleri üstüne alabilmesi için uygun bir vasat, ortam oluşturulursa, bu değerler yeniden hayat bulacaktır. Cemaatin şirket gibi olmamasını istiyorsak, şirketlerden daha açık, net, kabul edilebilir, herkesin dahil olabilmesine müsait zeminler oluşturmalıyız. Alabildiğine hesap verilebilir ortamlarla “bizi biz yapan o değerlerin” yeniden hayat bulmasına imkan hazırlamalıyız. Sadece son durumlardan sıyrılmak veya batıda hizmet etmek için değil; Cemaatin en önemli dinamiklerinin ortaya çıkabilmesi için; şeffaf, sorgulanabilir, hesap verilebilir, istişareye açık, taassuptan uzak, tahakkümden sıyrılmış, çoğulcu, katılımcı bir yapı KURGULAMAK ZORUNDAYIZ…

Her canlı öncelikle kendi güvenliğini önemser. Tehdit ve tehlike algıladığında acil durum alarmı verir ve müdafaa hazırlıkları yapar. A.Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde güvenlik ihtiyacı yeme-içme gibi temel fizyolojik ihtiyaçlardan sonra ikinci sırada gelir. Evde kedimiz var. Normalde bana çok güveniyor, zira ben onu hiç incitmedim, güvenini zedeleyecek bir şey yapmadım. Çocuklar örseleyerek sevdiklerini için onlara karşı hep ihtiyatlı davranıyor. Ama onu zorla kucağımda tutmaya çalışırsam tedirgin oluyor, endişeleniyor. Bana güvendiği halde her ihtimale karşı teyakkuza geçiyor. 

İnsanlar bir tehdit ve tehlike görmediğinde, akli boşluk, tutarsızlık olmadığında güven duyar ve bu güvene bağlı olarak fedakarlık yapar, zamanını ve imkanlarını seferber eder. Ama güven zedelenir veya kaybolursa telaş ve endişe artar. Bütün canlılar gibi insanoğlu da kendini güvenceye almaya ve muhtemel risklerden korunmaya çalışır. Maalesef son yıllarda maruz kaldığımız olaylar nedeniyle Hizmet Hareketinde insanların güveni zedelendi, aşındı. Eski güven varmış gibi insanlardan beklentide bulunmak, yüksek fedakarlıklar talep etmek, güveni tekrar belirli seviyeye getirene kadar mümkün değil. En azından insanlar güven duygusunun tamirine yönelik olumlu adımların atıldığını, yeni problemler üretilmediğini görmek isterler. Problem çıkaran konuların düzeltileceğine dair teminat almak isterler. Güven artırıcı önlemler almaz ama aynı talepleri tekrar ederseniz sadece insanları itham etmiş ve itmiş olursunuz. Ekonomik krizler sonrası dahi ilk yapılan şey güven artırıcı önlemlerdir. Çünkü para da güven ortamı ister. Güven yoksa para kaçar, düşünen ve üreten insanlar uzaklaşır. İnsanlar kaynaklarının, fikirlerinin korunacağından emin değilse, zengiliklerini açık etmez, başkalarıyla paylaşmaz. 

Güven duyulacak ortamda kuralların belli olması, amaçların, süreçlerin bilinmesi ve ortamın sürprizlere, risklere mümkün olduğunca kapalı olması gerekir. Veya insanlar bu riskleri bilerek, iradi almalıdırlar. Hizmet son yıllarda içte ve dışta güven kırılması yaşadı ve bunun bir muhasebesi, kriz analizi, hasar tespiti yapılmadı. Çözüme dair kapsayıcı ve uygulamaya dökülen kongreler, toplantılar yapılmadı. Nelerin düzeltileceğine dair taahhütlerde bulunulmadı. Bu kadar ağır fatura ödeyen, hala ağır işkence, eziyet, zulüm altında inleyen insanlara hiçbir şey olmamış gibi davranarak “aynı fedakarlığı gösterin!, aynı hasbilikte bulunun!, aynı cömertliği sergileyin!” demek insan tabiatına aykırı. Akla, mantığa, hikmete, muhakemeye aykırı. O nedenle Hizmet’in titizlikle bir güven inşa süreci yürütmesi lazım. Bunun için temel adımların, hedeflerin belirlenmesi ve bunlara itina ile uyulması lazım. İlla ki Hizmet’in hatalı gösterilmesi, birilerinin hedef yapılması gerekmiyor. Ama kredi toplamaya, güven inşa etmeye ihtiyaç olduğu çok açık. Güven bir defa kazanılıp sürekli kullanılabilen bir şey değil. Her daim korunması gereken bir şey.  

İnsanlar çekinik davranıyor, güven duymuyor, uzak kalmayı tercih ediyorsa, dönüp kendimize bakmak ve insanımızın güvenini kazanmanın, enerjisini, katkısını aktive etmenin yollarını aramalıyız. 

İlgili eski yazılar: 

Güven inşası ve potansiyeli aktive etmek! https://www.tr724.com/guven-insasi-ve-potansiyeli-aktive-etmek/ 

Güven inşası ve şeffaflık https://www.tr724.com/guven-insasi-ve-seffaflik/

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

29 YORUMLAR

  1. “Şeffaflık, hesap verilebilirlik, kontrol edilebilirlik, istişareye açık olma, eleştiriye açık olma.. gibi hususlar SADECE BATIDA HİZMET EDEBiLMEK İÇİN GEREKLİ HUSUSLAR DEGİLDİR. AKSİNE YAZIDA ZİKREDİLEN “ADANMIŞLIK, DİGERGAMLIK, HASBİLİK, FEDAKARLIK” GİBİ DEĞERLERİN YENİDEN CANLANMASI, YENİDEN HAYAT BULMASI VE BU DİNAMİKLERLE CEMAATİN PERFORMANSINI ORTAYA KOYMASI İÇİN ZORUNLULUKTUR! ”

    Kesinlikle katılıyorum. Bu yorumu paylaştığınız için çok teşekkürler Mahmut Hocam.

    Güven noktasında zamanında tamamen teslim olmuş insanları artık “şakirt bilmediğin şeyler var” gibi ifadelerle ikna edemezsiniz. Hele ki bu insan alanında uzman ve tecrübe sahibi biri ise.

    Düşünün; ısrar üzerine fake bir bylock hesabına ait bilgileri (kullanıcı adı ve şifre bilgilerini) abi dediğiniz kişiyle paylaşıp daha sonra, gerçekte olmayan bu hesaba ait bilgileri suçlandığınız dava dosyasında görünce o saatten sonra kime güvenirsiniz. Bu meseleyi “içimizdeki ajanlar, hainler ….” şeklinde izah etmeye çalışırsanız, o kişiden artık ” kim ulan bu kişiler, nedir ulan bilmediğimiz derin mesele?” şeklinde cevap alırsınız.

  2. Mahmut hocam sizi tanimam ama bu yazinin altina imzami atiyorum, ve de bundan onceki yazi ve konusmalarinizin %90’i icinde aynisi. iyiki varsiniz. Aradan bunca yil gecmesine ragmen bu yukarida saydiginiz degerler icin guveni saglama adina niye bir adim atilmaz, niye bizim gibi insanlarin fikirleri kaale alinmaz, kabul gormez anlamasi hakikaten cok zor. Ama her gecen zamanda insanlarin hizmet degerlerinden uzaklasmasina sebebiyet veriyor olduklarinin vebalinin bilmem farkindalarmidir. Tesekkurler

  3. HE iyi ama cevresi kotu diyerek topu taca atmaya gerek yok guven probleminin odak noktasi odadaki fil yani herkesin konusmaya imtina ettigi Hocaefendidir. Kendisinden bu saatten sonra daha fazla aciklama beklemek beyhudedir. Maalesef mururu zamanla herkes kendi isine asina donuyor ve Tr deki mazlumlar kendi haline terkedilmis durumda. Umit kirmak ya da he ye saygisizlik etmek icin degil bir realiteyi dile getiriyorum. O gece ve oncesinde 40 senede ilmek ilmek islenen projenin komuta kademesi hocaefendidir ve dusman cok cetin ve amansiz ve alcakca saldirmis ve maglup etmistir. Allahin davasi bir yerde durup baska bir filizden kok salabilir arkadaslar bunda da eyvah Islam bitti filan demeye gerek yok biz belki bir yarim asir omzumuza yuklendi davayi tasimakla serefyab olduk gun geldi bozunma ve yozlasma basgosterince vazifeden alindik olayin ozeti budur. Guven isin belki bir vechesidir lakin hocaefendiyle baslayan surec hocaefendiyle bitmistir ama next chapter hangi bilinmezlikte acilir onu Allah takdir eder. Bu islerin bassorumlusu Hocaefendidir diyen bir yigit de cikamadi maalesef. Halimize yanalim ama Allahin davasinin fetrete ugrasa da devam ettigini tarih bize gostermistir o yuzden nevmit olmaya da asla gerek yok vesselam

    • Salih Bey,

      Bu bakış açınızla hareket edersek,

      İsrail oğullarını çöllere mahkum eden de Hz. Musa dan başkası değildi. Firavuna kafa tuttu, durup dururken hırsını, hıncını çekti de diyebilir ozaman bir başkası. Koca bir inanan kesimini yokluğa, çöllere düşmeye, açlığa terk edilmeye sebebiyet verdi de diyebilir bu sefer densizin biri. Tenzih ederim sizi , bağlam için yazıyorum bunu lütfen yanlış anlamayın.

      Putları kırmaya ne gerek vardı, durup dururken kendisiyle birlikte başkalarına da zulme sebebiyet verdi diyen olabilir ozaman Hz. İbrahime. Varsın dursun putlar yerinde, bir gece putları gizli gizli kırdın da ne oldu der mi der biri o zaman.

      Örnekler çoğaltılabilir..

      Sonuçlar üzerinden değerlendirilen bakış açısıyla, Peygamber efendimizin dönemi üzerinden bile neler söylenebilir kimbilir.

      Hudeybiye de, büyük bir sadakat imtihanı olmuş, hem de güzide sahabenin ağzından “Sen Allahın peygamberi değil misin?” çıkacak şekilde itham edilmişti. Anlaşma şartlarına itirazlar yapılmıştı.

      Dersek ki, onlar vahiyle mukayyetti, peygamberdi. O zaman Cenabı Hakka kadar uzanan bir tür suçlamaya sebebiyet bir mantık zincirini getirir. Zira, müslümanların, per perişan halleri orta da. Buradan bakılınca izzet gibi görülse de, teşbihte hata olmasın, bir başkasına göre rezaletti halleri. Kimler kıs kıs gülüyordu kimbilir.

      Nasreddin Hoca damdan düştüğünde, biri dikkat etseydin, diğeri görmedin mi, kimi ne biçim adamsın sakarsın deyince, herkes Hocayı suçlayınca, dayanamayıp yahu bana damdan düşen birini getirin demesi gibi durum.

      Ben, kendi hesabıma, vazifeliyiz diyenler olduğunda da bir tür içsel tepki verip, tuhaf hissediyordu, vazife alındı dendiğinde de. Biz hep baştan beri zaten recülü facir değil miydik? Kendimizi öyle görmüyor muyduk?

      Böyle yazarak savunmak, birşeyleri kapatmak vs derdinde değilim Salih Bey. Ama üzülerek gördüğüm birşey var.

      Kendi kendimizi suçlamaya başladık. Sanki eskiden insanlar kötü imiş gibi davranıyoruz, onun karşılığını alıyoruz gibi davranıyoruz. Bu başımıza gelenleri hak ettik gibi bir davranış modeli var.

      Yahu en ağır imtihanı, belayı müslümanlar, Hz. Peygamber dönemi olsun diğer dönemler olsun, en imanlı , en saf dönemlerinde yaşadılar. Mekke dönemini kim kıyas edebilir diğer dönemlerin zulmleriyle müslümanların. Çektiler bak, demek ki hak etmişlerdi bunu mu diyelim.

      28 Şubatta, 90 larda samimiydik de, sonradan değil miydik, bu mu kastediliyor. Kim cüret edebilir ki bu niyet okumaya. Nereden biliyoruz 28 Şubatta böyle birşeyi yaşasaydık, yine aynı cümlelerle vazife alındı demeyeceğimizi.

      28 Şubatta, 90 larda bu dönemlere kıyasla ruhsal kaygı-psikolojisi hariç neyi ne kadar incinmiş ki hizmet insanının, bu dönemin insanına göre daha yüksekte görüyoruz. Akşam çekirdeğimizi alıp çitiyorduk yine öğrenci evimizde, gömleğimizi aşağı indirmiş öğrenci bakıyorduk. 15 Temmuz olduğunda da gömleğini indirmiş şakirt öğrenci bakıyordu.

      Samimiyet ölçümüz yok. Elbette, birşeylerin değiştiğini görmezlikten gelemeyiz. Devasa kısmı bekardı 90 larda, kolaydı tabiki bir yönüyle. Evlendik, barklandık, işlerimiz oldu hayata atıldık. Ama samimiyetimiz azalmadı ki. Herkes birşeyiyle katkı sağladı yine de. Ama yine bizim geçmişimizi yaşayan gençler, gördüğüm samimiydi ki. Gömleğini dışarı çıkarmış, yarı utangaç yarı çekingen, devrin şartlarına göre!! melek gibiydi herkes.

      Özetle, Salih bey, vazifeden alındık derken, bu sözün kime gittiğini gerçekten anlayamıyorum. Orta 3 dük, lise olduk, üniversite, bekardık .. evlendik. Ama yine aynıydı orta 3 ü, liselisi, üniversitelisi. O duygular yine yaşanıyordu emin olun bir yerlerde. O samimiyet bir şekilde vardı.

      Derseniz ki, canhıraş mıydı değildi, ama eğer sonraki halimiz helak edecek boyuttaysa, ozaman diğer cemaatlerin başına gökten elli defa taş düşmeliydi.

      Demek istediğim şu Salih bey, konuşalım edelim. Ama suçlu psikolojisini asla hissetmeyelim. Hepimiz suçsusuz.

      Suçlu gözümüzün önünde. Tarihte eşine az rastlanır bir zalim ve sistematize ekibi vardı. Kim dayanabilir buna. Psikolojik harbin bini bir türlüsüyle çıkıyorken, bu insanların mukavemetini, 90 ların saffetinden az bulmuyorum.

      Bu vazifeden alınma, verilme, hikmet vb kelimeleri nedense hiç içselleştiremiyorum, demiştim de. Gördüğüm, çok güzel giden, samimi, güzel hizmet insanlar vardı. Sahte değil, gerçekten güzel gidiyordu, biri gelip bozdu.

      Hak etti de bozulur demiyorum asla ben. Gayette güzel, insani sınırlar içinde akan giden ve tarihte emsali az görülür bir iyilik hareketiydi.

      Bu engellenir miydi, nasıl engellenirdi vs meselenin diğer yanı.

      Ahım şahım bir görevim olmadı, ama yeterli bir kamu çalışma geçmişim var.

      Bir şeyi fark etmiştim ki, bu Ergenekon zihniyetindeki tiplerin yaptığı en güzel şey, kendilerini asla tartıştırmazlardı. Konuyu ne yapıp ne edip sana getiriyordu. Çok defa övgü almışımdır üstelik, nadir yergi de. Konum olarak önceden girmelerinin avantajı, bir çeşit faydalı olma güdüsünün ardına saklanmış, burada ben överim, ben eleştiririm, aslında ben otoriteyim der gibi edalara çok rastladım. Bu tarz tespitlere başkalarından çok da şahidim. Övgüleri, bir öğrencinin öğretmenine karşı kendini hissettiği türden bir psikoloji yaratacak şekilde yaparlardı, yergileri de tadında. Ne uzak ne yakın. Ama hiçbir zaman, ben onların davranışlarını, işlerini güçlerini tartışacak, övecek yerecek duruma gelemedim.

      Bu anlattığım aslında hizmet insanının da kaderiydi, dağdan gelmiş gibi düşünüp, bağdaki gibi davranıyorlardı. Geçmiş tecrübelerinin avantajını da kullanarak yapıyorlardı bunu. Yeniydik kısaca, acemiydik, tabiki bir ustalıkları olacaktı.

      Bu ustalık şu an hizmet insanına yine yapılıyor. Dışardan bahsetmiyorum. Elbette ki sözüm size de değil. Affınıza sığınarak yazıyorum. Bir itham da görmeyin. Ufaktan ufaktan gördüğümü söylüyorum.

      Eleştirmek, konuşmak, hataları göstermek olacak. Ama ufaktan ufaktan suçluymuşuz itirafları babından yaklaşımlar görüyorum. Hak ettik, suçluyduk .

      Bu tarihi hatası olur hizmet hareketinin.

      Pirüpak tertemiz insanların bu tuhaf algıya düşmemeleri gerekir.

      Biz kötü olduğumuz, suçlu olduğumuz için bunları yaşamadık.

      İyi olduğumuz için, kötüler tarafından hunharca katledildik.

      Özeti budur.

      Ve evet, yeniden bir daha nasıl olur, nasıl edilir, hepimizin bir aklı var ve görüyoruz. Neyin ne kadar zor olduğunu.

      Ben çok farklı düşünüyorum. Bu olayları yaşayacak derece de yanlışının olmadığını düşünüyorum ki bunun aksini kimse de iddia edemez.

      Hikmetten sual olunmaz diyorlar ya hani, bende kullanayım, nedir hikmeti bilmiyorum. Zaten hikmeti kimse bilemediği için de, hikmet adına konuşmayı da tuhaf buluyorum.

      Hak etmedik ama yaşadık.

      İyi bir şey yapmak istedi hizmet. Bir güzel gelecek vaad etti topluma, huzurlu mutlu, maddi manevi.
      Herkesin kardeş, şen şakrak olduğu güzel bir ülke hayali vardı.

      Süslü kelimeler sanmayın, gerçekten de ideal bir demokrasi, ideal bir toplum için gayret edecek en güzel hareketti kadroydu. Hem ahiret hem dünya yapardı bu güzel insanlar, ülkesine o güzel katkıları.

      Olmadı.

      Suçlu bunu engelleyenler.

      Teşekkür ederim.

    • Önemli noktalara değindiğinizi düşünüyorum. Naçizane bazı eklemeler yapmak isterim.
      Yaşanan sorunların temelinde Türkiye toplumunun, Islam anlayışında, sorgulanamaz elestirilemez insanlar, gruplar, kitaplar oluşturmaya alışmış olması yattığı kanaatindeyim. Beşinci Şua’nin vaadlerine sanki Rasulullah(sav) vaadetmis gibi inanan insanlar, Türkiye toplumunun tamamını göz önünde bulundurursaniz yalnız değiller. Sürekli bilerek veya farkında olmayarak kutsallastirilan insanlar, ağabeyler, büyükler, hocalar, hocaefendiler, üstadlar, efendi hazretleri, şeyhler vb. olmuş bu toplumda tarih boyunca. “Hizmet” hareketi de bundan müstağni değil.
      Insanlara bunu izah etmeye çalıştığınızda hemen inkar edip öyle yapmadıklarını, veya sizin “kutsallastirilan” bu insanları eleştirecek konumda olmadığınızi öne sürerler. Sen kim oluyorsun tarzı ifadelerle konu anında kapatılır.
      Mevlana, Yunus Emre, İmam Rabbani gibi insanlar da kritik edilemez, Said Nursi, Mehmet Akif Ersoy, Fetullah Gülen veya diğer cemaatlerin, tarikatların üstad, şeyh ve hocaefendileri de. Bu insanların Kur’an ve Sünnet’e somut olarak ters olan hatalarını ortaya koysanız, sevenleri hemen yapılan bu hatayı tevil ve tefsir etmenin yollarıni aramaya ya da “vardır hocanın bir bildiği, sen daha mı iyi bileceksin” gibi laflar etmeye başlarlar.
      Adam açıktan Allah’a isyan cümleleri ile şiirler yazar, ama o Mehmet Akiftir. Sen kim oluyorsun ki laf edesin. Adam açıktan içki içen dostuna ona bişey yapmaz minvalinden laflar eder ama o Mevlana Celaleddindir.
      Din tamamlanmış, Gaybin Son Habercisi(sav) Refik-i Alâ’ya yükselmiştir, lakin adam gelecekte olacak olaylardan bahseder, ebcedler cifirler ile cikarimlar yapar, ama o Said Nursidir. Kimse de demez ki Rasulullah(sav)’in bu tarz hesapları Arapların arasında bilindiği halde bir kere olsun kullandığına veya kullanılmasına müsaade ettiğine dair tek bir tane sahih senetli delil yoktur, ama sonuç değişmez. Üstad vaad ettiyse, o olay olacak, Türk ordusu İslami bir düzen tesis edecektir. (Beşinci Şua ve 15 Temmuz’a inandirilanlar) Rasulullah(sav)’in bile kıyametin tarihini bilemeyeceği farklı senetlerle mütevatir derecede sabit sahih bir hadisdir, ama Risalelerde bu yaziyorsa sorun olmaz. Risaleler Kur’an’ın en güncel tefsiridir (!) Sonuna bir Allah(CC) en iyisini bilir deyince bu ifade küfür olmaktan çıktı zannedilir.
      Bu inanış biçimine sahip insanlara siz insanları, kitapları, insan aklını, belli değer yargılarını, vb. bir çok kişi veya kavramı “putlastiriyorsunuz” dersiniz, bunu onlarca ayet ve hadisle de ispat edersiniz, lakin insanlar içinde bulunduklari bu çelişki yumağını fark etmek yerine size hakaretler etmeyi daha uygun bulurlar. Bu durum Türkiye’nin kendini İslam’a nispet eden hangi grubunun, tarikatının, cemaatinin benzer algilarina dokunursaniz dokunun, değişmez. Tepkiler de hep benzer olur. Tarihsel süreçte hepsi aynı kaynaklardan beslenmiş ve beraber gelişmiş bu grupların yüzyıla bir uydurulan müctehidleri, müceddidleri ve silsileleri İranlılarınkinden pek farklı olmasa da, sorun teşkil etmez. Yine de Türkiye müslümanları kendilerini Ehl-i Sünnet’e nispet etmekte bir sakınca görmezler. Halbuki tarihsel süreçte din bağlamında Iranlilarla çok ciddi etkileşimler olmuştur, ama tarih sonuçta tarihtir, bizlerin günümüze bakması gerekmektedir.
      Ne hikmetse her grupta son derece yaygın olan diğer bir özellik de, özünde, temel kodlar ve inanış biçimi baglaminda, kendisine bu kadar benzeyen diğer grupları hatalı, zayıf, aşağı derecede görmesidir. Herkes enaniyetin kötülüğünden dem vurur, lakin dibine kadar kibre saplanmış olduğunu görmemekle kalmaz, hep “ötekini” enaniyetli olmakla yaftalar.
      Bu tepeden bakma sadece grupların kendi aralarında da sınırlı kalmaz. Bayrak burda düşmüştür, burdan kalkacaktır. İslam’ın en iyi yaşandığı yer Türkiye’dir (!), hatta falan tarikattir, falan cemaattir vs. Türkiye’deki her tarikat veya cemaatin şeyhi ne hikmetse tüm dünyanın manevi sahibi, (haşa) Rasulullah’ın (sav) yegane varisidir.
      Insanlara sorsanız, madem öyle, gayeniz Rıza-i Ilahi, Ila-i Kelimetullah, bu güne kadar dünyanın nerelerine ulaştınız, tamam hadi ulastiniz, kaç tane insanın imanına vesile oldunuz, kaç tane hayatında İslam nedir bilmeyen insan sizin gayretleriniz, tebliğ ve temsil vazifeniz neticesinde İslam ile sereflendi… Bu soruya cevap vermeye yanasilmaz, kemiyet değil keyfiyet önemlidir nihayetinde. Yine de Anadolu insanlarının teşkil ettiği bu cemaat, bir Hintlilerin, Endonezyalilarin, Arapların cemaat veya dini gruplarindan daha mühim daha ehemmiyetlidir. Onlar tüm insanliga hitap etmemektedirler zira, birçoğu aşırıcıdir, ama bilhassa “hizmet hareketi” (benzeri diğer tüm nurcu gruplar ve suleymancilar için de geçerli) batılılara daha çok hitap etmektedir.
      Bu batiliya hitap etme meselesi de nasıl bir şeyse, adamlarla diyalog kurarsınız, yemekler, ikramlar vs… Ilımlı bir profil cizersiniz. Sonuçta kaç kişi İslam’la müşerref oldu denilince. Cevap verilemez. Elin hör görülen adamları(diğer ülkelerle alakalı kendini İslam’a nispet eden bazı gruplar) bunlarla ilgili bilimsel sosyolojik çalışmalar yapar, istatistikler tutar.. Bu tarafta ise Türkiye’nin kendini bilime en fazla izafe eden grubuna bakarsınız.. Argümanlar hazırdır.. Top keyfiyete atılır, o insanlar yavaş yavaş müslüman olacaklardır, beklemek gerekir, zaman gerekir… Temsil edilen İslam mıdır, yoksa “Batı”yi irrite etmeyecek bir “Ilımlı İslam” profili mi çizilmeye çalışılıyordur, sorgulayamazsiniz. “Ilımlı İslam” da her neyse artik… Batıya yaranmak diye bir şey zinhar yoktur nitekim.. Saçma olur zira bunu sorarsanız.
      Şahsen benim kapasitem bu kadar çelişki yumağı ile nasıl yaşanabildigini anlayamaya yetmiyor. Bazı arkadaşlarin belirttiği gibi acaba hayat düzenleri yaşanan süreçten hiç etkilenmeyen tuzu kuru insanlar mı bu çelişki yumagini yaşatmaya devam ediyor, bil(e)miyorum.
      “Hizmet” hareketi özelinde… Kavramları eğip bükmeden, doğruyu yanlışa karıştırmadan… Iki seçenek… Ya adam akıllı, İslam özünde neyse, çelişkilere sapmadan, olduğu gibi, Kur’an ve Sünnet çizgisine dönmek, ve açık bir şekilde normal (Türkiye ile alakalı olmayan birçok diğer grup gibi) bir İslami grup haline gelmek… Ya da bu hareketi vakti zamanında Türkiye standartlarında diğerlerinden bir noktada ayrıştıran fedakarlık, hasbilik, samimiyet, dayanışma gibi birtakım temel insani kavram ve değerler üzerinden “İslam”a nispet edilmeyen, dinden bağımsız, her türlü mazluma sahip çıkmayı hedefleyen, insan hakları odakli, her türlü din, dil ve ırktan insanı bünyesinde barındıran bir “sivil toplum hareketi” olmak.
      Hareketin tepesinde birileri planlar, “kurgular” ile “oynarken”, bunu da “hizmet” zannederken (neye hizmetse artık) Türkiye bataklığında kalan yuzbinlerce insan binlerce maddi ve de manevi sıkıntı ile boğuşuyor. Insanlar intihar ediyor. Nedenlerini sorgulayamiyorsun. Sorarsan sen kibirli, sen hatalı, sen problemli olursun… Sen kimsindir ki bunu sorabilesin? Sen irtidat eden insanlara bizzat şahit olmuşsundur, sorunları bizzat kaynağında yaşamış ve birçok problemle yuzlesmissindir, bazıları bunun nedenlerini araştırmak ve çözüm bulmaya çalışmak yerine kalkıp hemen sana iki hakaret ederek, seni yalancılıkla suçlayarak bu gerçekleri kapadigini zannedebilirler…
      Cemaat=İslam algısını birileri 2000’li yıllarda o kadar ileri götürmüştü ki, İstanbul Fatih’te bir ahmak cemaatten olmayanların cennete gidemeyecegini, veya sonradan gideceğini iddia eder hale gelmişti. Ne gariptir ki günümüzdeki bazıları da açık Kur’an ayetlerine rağmen önüne geleni cennete gönderme çabasında.
      Başka bazilari Cemaat=İslam anlayışına sahip değillerse eğer, bazı şeyleri feshetmek, bazı iddialardan vazgeçmek, alabildiğine “şeffaflık”la biz zamanında şöyle şöyle hatalar yaptık, bunlardan ders aldık, artık tek gayemiz hukuk ve insan hakları, dünyadaki tüm mazlumların dayanışması, “İslam” ile ilgili hiçbir ajandamiz, hedefimiz, gayemiz yok, hiçbir “mahrem” tarafımiz yok, biz İslam dinini temsil etmiyoruz diyebilseler, kendi yaptikari veya inandıklarını İslam’ın tek doğrusu olarak kabul etmeseler, eldeki tüm imkanları Türkiye başta olmak üzere tüm dünyadaki mazlumların kurtuluşuna somut şekilde harcasalar, boş ve anlamsiz faaliyetler yerine uluslararası başka sivil toplum örgütleri ile bu konuda açıktan anlaşmaya ve ortaklığa giderek aç kalan, açıkta kalan, zorda kalan, kenar köşe şehirlerin hapislerinde, zindanlarinda isimleri bile duyulmayan mazlumlara lafla, reklamla değil somut olarak ulaşmaya çalışsalar, belki daha tutarlı bir yaklaşım sergilemiş olurlar.

      • Eyüp bey, çoğu konuda düşüncelerimiz örtüşüyor. İmkan olsa sizinle detaylı sohbet etmek isterim. Etiket sahibi, zeki, âli ! insanlardan değilsinizdir umarım. malum ulaşılmaz olursunuz o halde 🙁
        onların yıllardır söyle(ye)mediğini veya akledemediğini söylediniz. Artık yenilenmeli ve Dünya çapında Sivil bir insan hakları hizmeti olunmalı. İnancımızdan vazgeçerek değil ama her inançtan iyi insanla birlik olarak ve yardım isteyerek önce kendi madurlarımıza (intihar edeninden, irtidat edenine, her türlü mazluma) aynı şekilde tüm insanlığa farklı bir dünya için başlangıç olabilse keşke.

        • – Birileri ego yarışı yaparken, saf insanların, dünyası da ahireti de yok oldu.
          – Âli insanlardan, yorumculardan güzel haberler bekleyenler, maalesef onların ezber tekrarını , kendilerinden bile çaresiz kaldığını görüyor.
          – Sadece İslam olmak, maalesef yüzyıllardır birçok soruna çare olamamış, belki sebep olmuş. çok daha donanımlı ve kapsayıcı olmak gerek.
          – Dünya düzeni neyi gerektiriyorsa, âlisinden vasatına, süper zekisinden normaline bir araya gelip olayların perde arkasını çözmeye çalışmalı, (para, güç , hırs, kin vs. bunlar var ama bence yetersiz nedenler,) arkasında dünya çapında hesaplar dönüyor olmalı.
          – Bunları çözmeden, teşhisi koyamadan neyi tedavi edeceksin, ipler acaba görünürdekilerin mi elinde yoksa piyonlarla mı mücadele ediliyor.
          – Bu Müslüman toplumun daha şifrelerini çözememişiz. ” Bu insanlar Akıllarını peynir ekmekle yemediler ya” denmişti zamanında , gördük ne ile yediklerini.
          – Elhasıl şeffaflık olsun ama, yıpranmış eskimiş, içine münafıkları doldurmuş, sonu hüsran olmuşla değil. Onun güzel taraflarını alıp tüm insanlığa şifa olacak YENİ yepyeni insanlık ve adalet hareketine ihtiyaç var.
          – Kölelikten bıkmış tüm dünya insanlarını bir araya getirecek (Dindarından, isyankarına, hindu’ sundan deist’ine) , bir güzel ütopik hareket Eyüp bey.
          – İvedilikle de zalimler ve kötüler hariç kimlerle pazarlık veya anlaşma yapmak gerekiyor ise oturup, o bahsettiğiniz intihar edenler bunalıma girenler vs vs hatırına (sivil toplum örgütleri mi olur, atıyorum Bill Gates’ler mi olur, devlet adamları mı olur her ne zakkum sa) anlaşıp şu zulmün bitmesi için anlaşmak lazım.
          Diye düşünüyorum Yorgun kalbimle ve beynimle. Ütopyaysa da gönlümden geçen hayaller, şu yaşanan distopya nasıl olabildiyse o da olur birgün umarım😊

          • Ben de Eyüp beyin ve Garip beyin cemaatine katılmak istiyorum. Lütfen liderliğini ilan etsin, ali heyetini tayin etsin, sonra STK kurarak şeffaf ilkelerini açıklasın, zaman kaybetmiyelim arkadaşlar 😊

          • Garip bey, öncelikle ben o “ali heyet” laflarinin altına yazmadım yorumu. Bilgisayardan değil telefondan yazıyorum ve yazdığım hiçbir yorumu dalga mahiyetinde, alaya alma mahiyetinde yazılan yazıların altına yazmadım, yazmıyorum. Birkaç aydır bu gazetedeki yazıların altina yanlis olan ters giden bir şeyleri gördükçe birşeyler yazmaya çalışıyorum. Denk gelir de diğer yazdıklarımı okursanız, hakaretamiz, alaycı ifadelerle ilgilenmediğimi görebilirsiniz. Telefondan yazmam nedeniyle sıralama karistiysa veya bilgisayarda farklı görünüyorsa bilemem.

            Benim ali heyet gibi uydurma yüceltilmiş makamlarla da, oralari dolduran zevatla da ne işim olur ne eyvallahim, tanımam etmem. Küfürleri içinde debelenmeye devam ettikleri sürece dileyen dilediği oyunları kursun, dileyen dilediği hesapları kitapları yapsın, zerre ilgilenmem. Yeter ki Türkiye bataklığında kalmış yuzbinler zulümden kurtulsun.

            Yıllardır daldigim derin bir uykudan uyanmaya başlayıp da sorunların temelini kurcalayinca Türkiyenin nerdeyse tamamına hakim olan en temel sorunun hakiki anlamda iman ve itikat problemi olduğu sonucuna ulaştim. Bunu bu sayfalarda yazdigim birçok yorumda da defalarca birçok yönden gerekcelendirdim. Bu nedenle hayata dair tüm sorunlar için kalıcı ve umumi bir çözümün sadece Kur’an ve Sünnet’e dönüş ile mümkün olduğuna iman ediyorum.

            Ben hayatım boyunca bir tane gerçekten “Ali” denilebilecek heyet tanıdım ki, o heyetin lideri sırma koltuklar inci mercanlar yumuşak yataklar kendisine teklif edilirken yüzüne yerdeki hasirin izi çıkan, vefatında bile bir Yahudiye rehin verilmiş zırhı olan Rasulullah’tır, sallallahu aleyhi ve sellem.

            وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ
            Biz seni yalnızca âlemlere rahmet olarak yolladık.
            (21/Enbiya Suresi, 107)

            لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
            Andolsun ki size, içinizden olan, sizi zora sokan şeylerin kendisine ağır geldiği, size pek düşkün, müminlere karşı şefkatli ve merhametli olan bir Resûl gelmiştir.
            (9/Tevbe Suresi, 128)

            O heyetin üyeleri varını yoğunu Allah’ın(CC) dinine gözü kapalı veren, iki kişinin ikincisi Ebubekir-i Sıddık(ra), hilafeti döneminde ayağına gelen Bizans elçilerinin kral ararlarken mecidde toprak üzerinde yatar vaziyette bulduğu, Kudüs’ün anahtarını teslim almaya giderken kölesi ile ayırt edilemez halde olan buna rağmen küfür ile imanı, hak ile batılı ayırt etmede kılıç gibi keskin olan Ömer-i Faruk(ra), şehit edileceğini anlamasina rağmen Kur’an okumaktan başka her şeyden yüz çeviren Osman-i Zinnureyn(ra), hicretteki yatağa girişi ile birlikte hayatının her döneminde canını Rasulullah’a feda etmeye hazır olmuş Ali bin Ebu Talip(ra), daha çocuk denecek yaşta devenin terekesinde yanağını Rasulullah’in(sav) sırtına dayamisken vahyin ağırlığına şahit olmuş, Ömer(ra)’in kendisinden tefsir sorduğu alim Abdullah İbn-i Abbas(ra), Rasulullah’i bir gölge gibi takip eden, bulamadığı yerlerde ablası hafız-ı mübarek Hafsa validemizden (rah) haberlerini soran alim Abdullah İbn-i Ömer(ra), kimsenin götürülmedigi yerlere bir başına götürülmüş, kimselere gösterilmeyen ürkütücü tablolar kendisine gösterilmiş, Ebu Cehil gibi bir şeytani cehenneme yuvarlamis, Kur’an’dan bir ayet bile yoktur ki nerde ve neden nazil olduğunu öğrenmiş olmayayım diyen alim Abdullah İbn-i Mesud, ve herbiri gökteki yıldızlar gibidir denilen Ashab-ı Kiram’dir.

            Günümüz dünyasında varlık içinde yüzen, hayatında bir tane değil yüzlerce şeyi putlastiran, putlastirmanin ne olduğunu dahi bilemeyen, Kur’an’dan Sünnet’ten ve dahi İslam’dan uzak yaşayan insanlar istedikleri heyetleri, heyetler üstü heyetleri kurabilirler. Lakin bunun İslam ile alakası olmaz. Bunu anlayamayana da diyecek bir sözüm olmaz.

            قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
            De ki: “Şayet babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elinize geçen mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler; size Allah’tan, Resûl’ünden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevimli olursa, Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidayet etmez.”
            (9/Tevbe Suresi, 24)

            Türkiye insanı çoğunluk itibariyle öyle bir noktada ki, şeyhinin yüzünü gözünün önüne getirerek “haşa” Allah’ı(CC) hayal etmek suretiyle yaptığı rabitayi dinin bir vecibesi olarak görüyor. Ya da ucuna dokunduğu ip ile ettiği tevbenin Allah’a(CC) ulaştığına inanıyor. Birçok tarikat ve cemaatte görülen bu uygulamalarin düpedüz birer şirk oldugunu, bunu Allah’a(CC) yakınlaşmak adına yapan insanların dilerse yüzlerce kez hacca da gitse sabahlara kadar namaz da kılsa müşrik olduklarını Türkiye insaninin ne kadari idrak edebilir söyleyebilir misiniz? Hoş bu durum Suriye Irak Lübnan gibi yakın coğrafyalarda da benzer veya kısmen farklı tonlarıyla mevcut ama, insanlara bunun Lat ve Uzza’dan farklı olmadığını anlatinca insanlar Lat ve Uzza’yi sadece önünde tapilan heykeller zannediyorlar. Lakin bu heykellerin bizim bildiğimiz Mekke musriklerinden sadece birkaç yüz yıl önce yaşayan önemli insanların heykelleri olduklarını günümüz insanı bilmiyor, veya çoğunlugu anlatilinca da anlamak istemiyor. Müşrikler Allah’ı(CC) inkar ettiği için mi müşrik, yoksa Lat gibi Uzza gibi mübarek gördükleri hacılara su dağıtmış insanların ruhaniyatlarini kendilerine aracı gördükleri için mi müşrik? Bu kadar temel seviye bilgilerden bile yoksun, uydurulmuş ve hiçbir kanıta, delile dayanmayan esaslar üzerine bina edilmiş küfür ve şirk bataklığındaki itikada sahip bir toplum sürekli hipnoz edilmeye mahkumdur. Zira herhangi bir insan, grup, akil, meta, kanun, kitap, kadın, makam, vb kavramların putlastirilmadigi durumda, Rasulullah’a(sav) bu senin görüşün mü yoksa Allah’ın(CC) emri mi diye soran, bir kadın olsa bile Ömer (ra)’ı hutbedeyken düzelten Ashab-ı Kiram (rac) anlayışı hakim oluyor.

            Birşeyleri netleştirmek lazım. Benim itirazim çelişkilere. Benim itirazim İslam olmayanın, İslamla alakası olmayan şeylerin İslam olarak öne sürülmesine, ve insanların bununla hipnotize edilmesine. Bu Türkiye’nin ve yakin coğrafyasinin neredeyse her tarikatının cematiinin partisinin grubunun kullandığı bir metot. İslam’ı kendi hevasina göre eğip büken ve istediği hale sokup insanların gözünü boyayan ve bununla dünyayı kazanan, makamlar, güçler, iktidarlar, sevgiler, övgüler, vs vs kazanan insanlar, gruplar…

            Şunu unutmamak lazım. Kabirde yapayalnız olacağım. Hesabı yapayalnız vereceğim. Kimsenin kimseye yararı olmayan günde mutlak manada kaybeden olmamak için uyanmam, dinimi kendim öğrenmem lazım. Yoksa hüsran kaçınılmaz. Kabre girmeden önce biran evvel Kur’an ve Sünnet’e tabi olup her sapkinliktan yüz çevirmek lazım ki kurtulabilelim.

            Bu din arabalar arasından araba seçenler, evler katlar yatlar düzenler, eşya için meta için hayat tüketen göz yaşı dökenler ile değil garipler üzerinde yükseldi. Her devirde de çoğu zaman adı bile bilinmeyen, nadiren öne çıkan isimlerin olduğu garipler tarafından, küçük gruplar halinde, azınlıklar halinde yasanilarak bu devre geldi. Son ana kadar da bu böyle devam edecek. Nefsim adına dilerim ki Rabbim beni birilerinin “ali” dediklerinden değil de gariplerden eylesin.

            بَدَأَ الإِسْلاَمُ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ كَمَا بَدَأَ غَرِيبًا فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ
            İslâm garib başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu o gariblere!
            (Sahih-i Müslim, İman, 232)

          • Ben bulunduğu şehirde nerdeyse türk bile olmayan, tek basina bir adamım. Hiçbir kimseye hiçbir etkim de yok, kimse üzerinde bir yetkim de. Beşinci şua ile gazlanan tanıdığı birçok insan defalarca müebbet almış, bu insanların haline kafa yoran birkaç arkadaşindan başka da mazlumların durumuna dertlenen kimse ile konuşup görüşmeyen kendi halinde bir garibanim. Bu sayfada adı sanı bilinen bir köşe yazarı şeffaflık diye bir kavramı öne sürdü. Madem şeffaflık, ki olsa keşke, ah bir olabilse… Ben de buna mukabil önerimi öne sürdüm.

            Bid’atlerden sirklerden küfürlerden uzaklaşıp, kültür müslümanı, ılımlı batısever İslam anlayışından uzaklaşmak, sadece Kur’an ve Sünnet’e bağlı müslümanlar olmak kolay iş değil madem, en azından açıkça mertçe yapılan hataları ilan etsin cemaat, camia, hizmet adı verilen bu organizasyon. Çıksın biz bu hataları yaptık, ders aldık, artık İslam ile hiçbir alakamız yok, tek derdimiz insan hakları, tek amacımız zindandaki insanların kurtulması, başka hiçbir isimiz hiçbir gündemimiz hiçbir amacımız yok desin. Her türlü maddi manevi desteği sunmaya hazırım. Hilf al-Fudul bağlamında sıradan bir birey olarak elimden gelen her desteği sunarım. Lakin bunu hayata geçire(bile)cek kişi veya kişilerden birisi değilim. O birileri işlerine gelen mesajları okumada son derece mahirler, lakin bu tarz fikirleri kale alıp almadıklarini bilemem.

        • Hocam ne bir etiketim var ne de makamım. Imanla kabre girmek dışında kalmadı hiçbir derdim. Etkisi de yetkisi de olmayan, bir başına, garibanın tekiyim. Google’a adımı yazınca Almanya’da ikamet eden karşınıza çıkacak kafası kel yegane kişiyim. Yıllarımı boş hayaller ve hezeyanlar peşinde kaybetmiş, küfür nedir iman nedir bildiğimi zannetmiş ama özünde anlamamış, hayatımın sillesini yiyince uykudan uyanmaya başlamış, geçmişimin çelişkilerini, tutarsızlıklarını, saçmaliklarini gördükçe de pişmanlığı artmış, kafamdaki tüm kütüphaneyi döküp en baştan harf harf kelime kelime satır satır okumaya başlamış, yıkılmaya meyleden duvarimi yıkıp en baştan yavaş yavaş yeniden örmeye girişmiş kendi haline bir sürü insandan biriyim sadece. Ben düştüm, ben yaralandım, etrafımda var benim gibi binlerce onbinlerce. Zamanında defalarca yaptığım şimdi ise görmeye başladıgim itikadi, imani hatalarimi, çelişkilerimi başkalarında da görünce göstermeye çalışıyorum elimden geldiğince, ki umulur da faydası olur diye. Kur’an ve Sünnet dışında sorgulanamaz hiçbir şey kabul etmeyen, kendisi ile celismeyip başkasına saldirmadigi, hakaret etmedigi, iç tutarlılığa da sahip olduğu sürece her kabule de saygı ile yaklaşan bir bireyim. Öyle ulaşılmaz erişilmez bir adam değilim. En fazla bu dünyadan göçüp giderim, imanla olduktan sonra kalmaz geride gözüm.

          • Eyüp bey, duygularınızdaki samimiyete binaen, inşallah riyasız, halis bir imanla yaşarsınız. İstediğiniz güzellikte bir fani ömür geçirirsiniz.
            İtikadi meşrebiniz açıkçası en önemli problemimiz değil. ister tarikatlar ile, cemaatlerle renklendirilmiş!!! ya da bulamaç olmuş Türkiye sünnisi olun, ister Şii, ister vahhabi,isterseniz bunların karışımı veya farklı bir itikadi görüşte olun İnanın benim takıldığım sorun bu değil. Hepsindeki samimi insanlara saygım var. Ama samimi olan duyguları olan, merhameti ve şefkati bencilliğin önünde olan , ben merkezli olmayan insanlardan olalım. Ahiretteki cennete, huriye, yatırım yapan ticari kafalı, imanından kendi bile emin olmayan müslümanlardan olmayalım yeter.
            O kadar ticari kafalı ki günümüz müminleri aynı anda hem dünyayı hem ahireti aynı oltayla avlıyorlar maşallah. Müslüman kardeşlerine yapılan zulmü görmeyen, dünya için din kardeşini satan, hak hukuk gözetmeyen “İbadetlerimi yaparsam cenneti kotarırım, hadiki ahiret yoksa kaygısıyla gürül gürül dünyaya çalışıp, kul hakkı yiyip nasılsa Müslümanım Allah affeder” kafasındaki , işkembeden farksız ortalama müslümanı kasdetmiyorum sadece.
            Şu anda zulüm gören bu grup ta zamanında çok hatalar yaptı, parlağa gösterişliye kondu onu kovaladı ahireti kovalarken dünya ego’ sundan da geri kalmadı ve kul hakkı deniliyor ya âlâsına girildi bana göre ve hala da ders almadan devam ediliyor.

          • Âli heyet deniliyor hâlâ. Yani yüce insanlar Eyüp bey, hani sizden bizden çok ötelerde özel insanlar. Biz seviyoruz böyle tanımları (altına yorum yaptığımız yazının sahibi de dahil bu etiket meraklıları kervanına) Âkil insanlar, kariyerli, üç beş dil bilen, etiket sahibi veya tanınmış çevresi geniş, veya bir zamanlar peşinden koşulan siyasi söz sahibi, bir yerlerde kapıları açacak insanları. Bunlar gereksiz demiyorum yanlış anlaşılmasın ama öyle değilseniz söz hakkınız ve kıymetinin olmaz.
            Bu insanların önceliği acaba Allah rızası mı yoksa, şahsi tatminleri mi bunu ne ile ölçüp âli ilan edebiliyoruz ve sabitliyoruz. İstişare heyeti dense veya başka bir tanım bulunsa incileri mi dökülür bu zatların.
            Ki bu muhteremler, bu kadar garibanın başına ne geleceğini zamanında öngörememişler, kaç yıldır birşeyleri izah edemiyorlar, baştaki insanı uyaramamışlar. En mahrem sofralarına, başlarına yarın belalar açacak yolları akılları veren insanları oturtmuş baş tacı etmişler, sırf güçlü, makam sahibi diye. Samimiyet testinden geçmeyen binlerce insanı kemmiyet hesabıyla ( kurban sayısı, sohbet sayısı, mangır sayısı, vs. ) ölçüp baş köşelere oturtmuşlar.
            Kul hakkından bahsediliyor haklı olarak, başka insanlardan adalet bekleniyor tamam.
            Peki zamanında saf temiz insanları bu hareketin peşinden Allah rızası için koştururken, İnsanlar belki geleceklerini dünyevi çıkarlarını ellerinin tersiyle ittiler. Şimdi bir çoğu bunalımda.
            Acaba ? o zaman kul hakkı düşünüldü mü. yoksa sınıf ayrımı mı yapıldı.
            Paran varsa mantıksızsa da sözün geçer yoksa köşende otur ve dinle.
            Zeki isen parlak, tatlı dilli isen kariyer yapmana izin var bazı yerlere özel seçilirsin kapılar açılır, değilse senelerce hizmet diye ömrünü çürütsen kimsenin ruhu duymaz işin bitince kendi derdinle bir köşeye atılırsın.
            Siyasi çevren varsa, düzenbaz bile olsan, yukarılarda kapılar açtığın için baş tacısın, sonunda başlarına çorap ördürenlere (mazlumları istihbaratın oyuncağı eden âli, âkil zatlara) selam olsun.
            Özetle Eyüp bey, seninle ortak görüşüm şu ki. Madem boyunuzu aşan bir işe girdiniz ve neticesi malesef hüzünlü oldu. Bırakın şu ego’lu işleri ( Âli lik imiş abilik imiş) de. İnsanlarla istişare edin, ve mazlumlara çare olmaya bakın. adınızda daha mütevazi olsun. DİN merkezli değil , İNSAN merkezli bir çizgide, yine dini temel ahlakı esas alarak ama diğer insanları dışlamayarak, dünya çapında bir SİVİL TOPLUM KURULUŞU olun. Bir an önce de önce Kendi mazlumları nıza , sonra tüm dünya mazlumlarına çare olmaya çalışın. Bunlar kısa ve uzun vadeli temenniler. Ukalalık peşinde değilim. Madem şeffaflık ve fikir soruluyor yazayım istedim. Selamlar.

          • Teşekkürler, tefekkür’üne sağlık kardeşim. Görüşlerinde ifratın, tefritin, vardır yoktur bilemem beni aşar. Ama iyi niyetli ve inancının dertlisi olduğun aşikar. Çok haklı bulduğum tesbitlerin var. 5. şua kehanetleri gibi. Yalan yok bizleri de çok etkiledi zamanında, Mehdi bekleyip durduk. Sonra da nerdeyse imanımızı sorgulattı bu keramet, hayal, evliya severlik. Bu da insan olarak bilgisizliğin, tembelliğimizin, zaaflarımızın, biri hazırlayıp önümüze koysa hazırcılığımızın sonucu.
            Ama şu bir gerçek ki iyi niyet, fedakarlık, Allah, peygamber sevgisi, vs. İslam’a yakışan çok şeyi bu grubun o gariban kesiminde çok rahat görürsün, hatalarıyla kusurlarıyla güzel şeyleri yaşayıp yaşatmak istediler ve birşeyler de yaptılar, çoğu müslümanın yapamadığı ( tebliğ yönünü kastediyorum, yoksa bi yerlerde makam güç sahibi olma kaygısı zaten işin samimiyetini bozdu ve ağır sonuçları oldu) Eğer niyetler asılsa bu insanların her şeye rağmen Allah katında da makbul olduğunu umuyorum. Bir an önce de sahili selamete çıkmalarını temenni ediyorum. Senin de dualarını esirgemediğini anlıyorum.
            Allah bu süreci baştan sona Selametli eylesin ve mazlumların işleri rast gitsin güzel kardeşim.

  4. Yolun Kaderi kavramı ve izahı içine yolda sebepler planında yapılan hatalar, bunların analizi ve değerlendirmesi, çıkarılan dersler ve alınan tedbir ve önlemler de giriyor. Yolun Kaderi deyip ihaleyi kendinden çok ama çok uzaklara atmaya çalışanların kulakları çınlasın. Hizmette Yeni Dönem, 15 Temmuz öncesi ve sonrası yapılan hatalar, eksiklikler ve kusurların tespiti ve bunların halledilmesi ile ilgili gereken önlemlerin alınması ve de uygulanmasından sonra başlayacak. Yolun Kaderi bu çünkü.

    • Bütün iyi niyetimle dinledim. Diyo ki: Osman Simsek´in basina gelenler yalan olmamakla birlikte birer enformasyondur. Siz diyor böyle enformasyonlarla ugrasmayin, sormayin, sorusturmayin, biz onlari sizin yerinize konusuyoruz. Osman Simsek´in basina gelenleri diyor biz bilginin de ötesinde marifetle hal yoluna koyuyoruz. Siz de pazartesi-persembe oruclarinizi tutun, teheccüt namazlarinizi güzelce kilin, bakin nasil marifetle dolacaksiniz, her isi sorgusuz-sualsiz bize birakacaksiniz.

      Yani tabii bu kadar nazik söylemiyor. Haddinizi bilin diyor, haricten gazel okumayin diyor, efendim kendinize vazife cikarmayin diyor, size kim izin verdi de agzinizi aciyorsunuz diyor. Sonra bikac defa ayni örnegi hihoha diyerek anlatiyor. Böyle biri HEye geldiydi de beni dinlemedi rezil oldu diyor. Siz de kendinizi rezil etmeyin diyor. HE yanilmaz, HEnin etrafindaki abiler hic yanilmaz diyor. Siz akademisyensiniz anlamazsiniz bu islerden diyor.

      • Gerçekten anlayamıyorum. Bir insan aynı anda hem son günahsızın, son masumun, ismet sıfatına haiz son insanın Rasulullah(sav) olduğuna inanip, aynı anda HE veya başka bazı insanların hatasız ve masum olduklarına nasıl iman edebilir? Bu küfür değilse nedir, Allah aşkına? İran rafizilerinin masum ayetullahlar anlayışından ne farkı var ki bu anlayışın? Izahı olabilir mi bu tarz kabullerin, bir temel, bir dayanak, Kur’an veya Sünnet’ten bir delil bulunabilir mi?

        • Daha neler diyor. Bütüüüün bu islerin mimari HE diyor. Ve burdan yola cikarak bir formül gelistiriyor. Durum böyleyken HE´nin hata yapmasi mümkün müdür diyor.
          Bunu bir profesör olarak söylüyor, aksini düsünenlerle resmen gülerek alay ediyor. Sonra öbür taraftan baska bi profesör yanci olarak ortaya atliyor ve giybetin, iftiranin dini yaptirimlarindan bahserek sindirmeye calisiyor.

          Hz. Meryem filminde görmüstüm. Iki Yahudi grup vardi. Sadukiler ve Ferisiler. Bunlardan biri düz vatandasa söyle diyordu: Siz diyordu bu isleri birakin, biz onlari sizin icin düsünüyoruz. Siz diyordu ibadetlerinizle mesgul olun.

          Iyi oluyor ama konusmalari, ne kadar cok konusurlarsa kendilerini o kadar ele verecekler. Tek korkum o ki bunlarin yüzünden taban modernistlerin, tarihselcilerin eline düsmesin!

      • Raci bey, Eyüp bey https://www.youtube.com/watch?v=5IWfC0dvu64 PROF. DR. ADNAN ASLAN enfes anlatmış. Oysa siz, aklı gözüne ve eli cımbızda insanlar gibi sadece KILLARA odaklandığınız için, bütünü okuyamadığınız için, HE adına GÜNAHSIZ- İSMETLİ- KUSURSUZ demediği halde, demiş gibi çarpıtma yorumlar yaptığınız için, hatta Adnan beyi KÜFÜR ile itham ettiğiniz o. kirli TEKFİRCİ söyleminiz için… ALLAH SİZİ ISLAH ETSİN EMİ..

        • Öğrenmişsiniz bir tekfirci, tekfirci de tekfirci. Bırakin bu kafayı yeter yaa. Insanlar intihar ediyor Türkiye’de. Adamsan eğer çözüm bul çözüm. Ayetle hadisle açıklarsin, yine de anlamaz.

          • Evet maalesef intiharlar var. Ama sen katillerini burada aramakla büyük hata ediyorsun Eyüp bey. TR yazar ve yorumcularından KATİL bulamazsın. Bilmiyorsan ve öğrenmek istiyorsan, cevabı basit..

        • Ali bey, öncelikle size iz´an dileklerinde bulunuyor ve hemen konuya geciyorum. Profesörümüz küfre girmis midir ben o isleri bilmem, fakat cok büyük kul hakkina girdigi meydandadir. Kendimi bi tarafa koyayim da, Mahmut Akpinar´in KILLARA odaklanacak biri oldugunu düsünmüyorum. Nitekim su dagdagali zamanda insanlari tekrardan toparlayan insanlarin basinda Mahmut Akpinar gelir. Bu konuda profesörümüzün hicbir katkisi olmadigi gibi zaten kendisi meseleye hamlar-haslar acisindan baktigi icin “ham”larin ayrilmasi onun icin herhangi bir sorun teskil ediyor görünmemektedir.
          Simdi gelelim profesörümüzün carpitmalarina:

          Madde madde anlatmaya calisayim:
          -Elestiride bulunan insanlari niyet okumasi yaparak haricten gazel okuyanlar ve durumdan vazife cikaranlar diye ikiye ayirmak cok cirkindir. Profesörümüz hizmetten ayrilanlari Hizmete zarar vereceklerini bile bile negatif duygulari yaymakla sucluyor ve hadi isine git diyor. Hizmete yillarini vermis insanlarin cikmis olsalar bile iyi niyetle degerlendirmede bulunabileceklerine ihtimal vermeyecek kadar niyetlerini okuyabiliyor. Bunu da tabanin maneviyatini ileri sürüp duygulari sömürerek yapiyor. Bu bilimle de dinle de bagdasmayan son derece ruhsuz ve merhametsiz bir tutum.
          -Abileri elestirenler aslinda HEyi elestiriyorlarmis ama bundan cekindikleri icin abileri hedefe koymak suretiyle “etrafini sardilar” diyorlarmis. Bunun sebebi ise elestirenlerin bilimin kurallariyla hareket etmeleri, pazartesi-persembe oruclarini tutmamalari, teheccüt namazi kilmamalari ve o manevi seviyeye ulasmamalari imis.
          -Hizmete zarar veriyorlar demek, Hizmet´in dogru istikamette olduguna iman etmektir. Halbuki Hizmet´e yön verenler insandir. Allah´in lütfetmesi biz insanlarin istikametinin dogruluguna baglidir. Nitekim su an lütuftan cok tokat yagiyor.
          -Profesörümüz HE´nin hatasiz olduguna 28-37 dakikalarda acik bir sekilde iman etmektedir. Söyle demektedir: “Dehaya intihab olmaz. Dehanin secme sansi yoktur.Her sey o kadar kamil ve mutlak bir sekilde karsisina cikar ki yol kesindir onun icin ve o yolu tercih eder. Her ne yapiyorsa, sorgulanamaz oldugu icin degil, bu liderliginin, konumunun geregi böyledir. Simdi sen Napolyon´a ne diyeceksin?”
          Profesörümüzün Napolyon´a büyük bir hayranlik duydugu diger aciklamalarindan da belli oluyor. Fakat biz biliyoruz ki bu kralin Ispanya ve Italya´da akrabalarini tahta gecirdigi icin bu ülkelerdeki milliyetcilik akimlarini azdirdigini biliyoruz. Profesörümüz buna ne der bilmiyorum ama sürgüne gönderilirken esege ters bindirilmesini herhalde “Yolun Kaderi”yle aciklayacaktir.
          -Profesörümüz, elestiride bulunanlari HEyi anlamamakla sucluyor ve diyor ki: “HE Hizmeti ne badirelerden boralardan alip bugünlere getirdi, ne istihbarat oyunlarindan korudu, kolladi. Böyle bir insan manipüle edilebilir mi? HE´nin kumasindan iki Gandi, bir Abdülhamit iki de Karl Marx cikar.”
          Bu aciklamalar profesörümüzün hayret makamindan yayin yaptiginin apacik bir tezahürüdür. Su haliyle Avrupanin en dandik profesörü bile kendisini iki dakikada madara eder, bunu kendisi de biliyor ama kandirabildigi taban kendisine yettigi icin bunun kendisi icin hicbir önemi yok. Ama yok o kendinden gecmis bile: Bak diyor, görüyorum diyor. Iyi izle dakika 34.
          Yahu arkadasim “günah islemez, hata yapmaz” desen daha iyi, bunlar nasil betimlemeler, adam agzinin suyu aka aka anlatiyor nerdeyse. HE ve abiler bizi bu badireden niye kurtarmadi aciklama yok, yedi senedir kamil ve mutlak bir sekilde karsisina cikan bir yolu secemiyor da standbye´da bekliyoruz buraya girmiyor. Bak Osman Simsek HE´ye olan sevgisini ne kadar mantikli anlatti di mi, hem de tam maneviyattan girerek anlatti. Ac dinle ve karsilastir ve gör bütünü görmek neymis.
          -Osman Simsek davasinda haklidir, haksizdir bu ayri mesele, fakat ortada anlatilan önemli iddialar var. Profesörümüz bunlara yalandir diyemiyor, kimse diyemiyor Sadece enformasyona indirgiyor. Bununla da yetinmiyor, yasadigimiz zamandaki genel dezenformasyon gercegini istismar ederek Hizmeti elestirenleri enformatik cahil olmakla sucluyor. Carpitma iste bu benim güzel kardesim.
          Bir topluluk bu kadar da aptal yerine konur mu benim güzel kardesim, ha? Biz AKP tabani miyiz? Sen misal Hulusi Sani´den medet ummalari, köz gibi yapmalari yalanlayabilirsin mesela. Yok bunu yapmak yerine bizden bunlari “ufak tefek” enformasyona indirgememizi bekliyorsun, kendini de cekmissin manevi bir üst seviyeye, pazartesi-persembe oruclarini tutun, bizim seviyemize bi gelin de ondan sonra manzarayi bi daha seyredin diyorsun.
          Sen bizi ne saniyorsun? Hayir kendini ne saniyorsun? Bak bak iyi izle ne diyor: HE´nin yanindaki abiler onun manevi ikliminin o kadar etkisinde kalmislar ki, birak bi sey demeyi, yüzünü assa kacacak delik ariyorlarmis. Cevdet Türkyolu napiyormus bu arada? O da mi kacacak delik ariyormus?

          Simdi profesörümüz HEyi böyle seviyelere cekerek savunmus ya, dur ben de Mahmut Akpinarla ilgili bi seyler diyeyim: Hadi ben dedigin gibi akli gözünde eli cimbizda olayim. Mahmut Akpinar da mi akli gözünde eli cimbizda? Sizin kaciniz su dalgali dönemde bu adam kadar insanlarin Hizmet dairesinde kalmasini sagladi? Pazartesi-Persembe oruclarinizi ise yaradi mi? Allah kac ayetinde düsünmez misiniz, akletmez misiniz diyor be, hic mi üstünüze alinmadiniz?
          Ispat edebilirim ki AKP tabani bile sizden daha makul.

          • Kim bu Mahmut Akpınar..? Hani bir ara demişti, ‘esnaftan alınan ve benim şahsıma verilen burs miktarını, ilk fırsatta geri verip ödeyeceğim’ diyen bir düşünür. Bu anlayış
            ile, bebekken içtiği annesinin sütünün fiyatınıda annesine ödesin ve borcu bitsin o zaman.. Mehter gibi 2 ileri 1 geri yazıp çiziyor.. İstikrarı yok.. Mesleğinden geçmişler ile mesleğinin masada keyfini çıkaran doçentlerden ortaya bu çıkar zaten..

  5. Yüz yıllardır Kuran ve sünnet ten uzak yaşamış bir toplum…Kuran da ne yazdığından bir haber merak bile etmeyen siz soylediginizde de hayatında ilk defa duyuyor gibi davranan Kuranın hükümleriyle hukmetmeyen buna rağmen kendini Müslüman zannedenler. gerçek Allahin huzurunda anlaşılınca sizler için çok geç olacak. Ey akıl sahibi olanlar ölüm gelmeden aklınızı kullanın..

    وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ
    (Tüm bu gerçekleri bilmelerine rağmen) insanlardan öylesi vardır ki; Allah’ın dışında birtakım varlıkları Allah’a denkler/ortaklar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgisi ise çok daha kuvvetlidir. O zalim olanlar azabı gördüklerinde kuvvetin tamamının Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın çetin bir azap sahibi olduğunu anlayacaklardır.
    (2/Bakara Suresi, 165)(Herhangi bir varlığı Allah’ı (cc) sever gibi ya da Allah’tan (cc) daha fazla sevmek, affedilmez günahlardan olan şirkin kısımlarındandır. Kıyamet Günü müşriklerin yaşayacağı pişmanlıkların başında salih insanları, onların ruhaniyetini ve onları temsil eden put/türbe/kabir gibi şeyleri sevgi, korku, fayda bekleme ve zararı defetmede Allah’a (cc) denk tutmak gelir. (bk. 26/Şuarâ, 96-98; 71/Nûh, 23) )

    اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ
    Kendisine tabi olunan (dinî ve siyasi liderler) tabi olanlardan teberrî edip uzaklaştıklarında ve azabı gördüklerinde aralarındaki (dostluk, akrabalık, ticari, dinî tüm) bağlar kopmuş olacaktır.
    (2/Bakara Suresi, 166)

    وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُ۫ا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۜ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ۟
    Tabi olanlar diyecekler ki: “Keşke bir fırsatımız olsa da, onların bizden teberrî edip uzaklaştığı gibi biz de onlardan teberrî edip uzaklaşabilsek.” Bunun gibi Allah pişmanlık vesilesi olan amellerini onlara gösterecek! Ve onlar ateşten çıkacak değillerdir.
    (2/Bakara Suresi, 167)(Tebaanın liderlerinden, liderlerin tebaadan teberrî edip uzaklaşması, lanetleşmesi ve birbirlerini suçlaması kıyametin ibretlik sahnelerindendir. (bk. 7/A’râf, 38; 14/İbrahîm, 21; 33/Ahzâb, 67-68; 34/Sebe’, 31-33) Bu sahnenin yaşanmaması için her insanın dinini güzel bir şekilde öğrenmesi, tabi olduğu ve itaat ettiği dinî ve siyasi liderleri vahyin ölçülerine göre değerlendirmesi gerekir.)

    Sahabe efendilerimiz bile münafık olarak ölmekten korkarken eyyy imanından emin olup cennet satanlar ey imanını başkasının eline teslim edenler eyyy Allahin dinini omuzladigini zanneden ahmaklar önce kendi dininizi siz öğrenin. Allah dilediginin kalbini islam a açar. Tevbe edin Gerçek İslam a Kuran ve sünnet e dönün. tabi ki derdiniz doğru yolu bulmak ve dini yaşamaksa ..
    لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ
    (İnsanın) önünde ve arkasında, Allah’ın emriyle onu koruyup gözeten (melekler) vardır. Şüphesiz ki bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah, onların durumunu değiştirmez. Allah bir topluluk için kötülük diledi mi, onun geri çevrilmesine imkân yoktur. Onların (Allah’ın) dışında bir koruyanı/idare edeni de yoktur.
    (13/Ra’d Suresi, 11)

  6. Raci C. ve Eyup Dogan’in ezberleri bozan farkli yorumlarindan cok istifade ediyorum.Tesekkurler. Ozellille Raci C.’yi Tr724,un yazilarina ilave ettigi yorumlarindan dolayi sahsen onemli bir yazar ve dusunur olarak takip ediyorum ve istifade ediyorum. Gonlunuze saglik.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin