YORUM | Dr. Yaşar Demircioğlu – HRD Berlin
Adalet Bakan Yardımcısı Niyazi Acar ın, Yüksel Yalçınkaya kararı açıklanmadan önce AİHM Başkanı Siofra O´Leary’i ziyaret ettiğinin ortaya çıkmasının ardından, pek çok kişi, lehe çıkması muhtemel bir karara Türk Hükümetinin son anda müdahale etme girişiminde bulunmuş olabileceğini ve endişelerini dile getirdiler. Kıdemli ve tecrübeli AİHM uzmanları ise 28 Haziran tarihinde zaten Yalçınkaya davası hakkında bir karar verildiğini ve bu nedenle bu aşamadan sonra kararın değiştirilmesi gibi birşeyin söz konusu olamayacağını” yazdılar.
Peki Bakan Yardımcısının AİHM Başkanını ziyaret etmesinin perde arkasında ne yatıyor olabilir. Bu sorunun cevabı aslında AİHM’in daha önce Türkiye hakkında yapısal sorunlara işaret ettiği ve genel tedbirler alınmasını istedigi benzer 2 davada yatıyor.
Türkiyenin AİHM macerasında daha önce mevcut olan yaşanmışlıklar ve geçmiş tecrübeler zaten bağıra bağıra AİHM’in bu şekilde bir karar vereceğini gösteriyordu. Ümmühan Kaplan/Türkiye ile Müdür Turgut/Türkiye davalarındaki tecrübeler bile doğru okunabilse, AİHM’in Türkiye hakkında madde 46 kapsamında genel tedbirler alınmasını isteyebileceği yönünde bir sonuç çıkarılabilirdi.
Peki bu 2 dava, bundan sonra yaşanacaklar için acaba ne diyor? Adalet Bakan Yardımcısı Niyazi Acar ın, Saadet Yüksel ile birlikte AİHM Başkanını ziyaret etmesinin amacı ne olabilir ve geçmişte yaşanan bu 2 önemli dava, Yalçınkaya davasının ne şekilde uygulanacağı konusunda başka hangi pratikleri ortaya koyuyor olabilir?
Bakan Niyazi Acar ın ziyareti işte bu aşamada önem kazanıyor. Zira AİHM ve Bakanlar Komitesi şu anda Türk Adalet Bakanlığına, Türk Bürokratlarına, Hükümetine ve Mahkemelerine çok önemli görevler vermiş bulunmakta. Sayın Bakan Yardımcısının AİHM ziyaretindeki fotoğrafı, işte bu ödevlerin nasıl ve ne şekilde yerine getirileceğinin ağır sorumluluğunu taşıyor.
Sayın Bakan Yardımcısı ile AİHM Başkanının ne konuştuklarının bütün ayrıntıları aslında AİHM’in daha önce verdigi Ümmühan Kaplan/Türkiye ve Müdür Turgut Türkiye davalarında aynen geçiyor. Nitekim o zamanki Hükümet de AİHM’in vermiş olduğu uzun bir ödev listesinin gereklerini yerine getirebilmek için 19 Ocak 2013 tarihinde 6384 sayılı Kanunu yürürlüğe sokarak, yani bir kanuni düzenleme yaparak AİHM önünde bekleyen binlerce dava dosyası hakkında çözüm üretmek zorunda kalmıştı.
Her iki davada da AİHM, vermiş olduğu genel/objektif nitelikteki pilot kararların uygulanması konusunda; Türkiye nin daha önce imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelere, Bakanlar Komitesinin 2008/2 sayılı Tavsiye kararına, 2010 tarihinde yapılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Geleceği Hakkındaki İnterlaken Konferansı ile 2011 yılında İzmir’de yapılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Geleceği Hakkındaki Konferansta alınan kararlara atıf yaparak Türk Devletine, uluslararası hukuka göre yükümlülükleri hatırlatılmıştı.
Her iki dava hakkında AİHM’in Türk Hükümeti ile varmış olduğu uzlaşma şu şekilde özetlenebilir:
1- Üye Devletlerin, AİHM tarafından belirlenen yapısal sorunlar ve alınması gereken genel tedbirler konusunda “uygulayacağı yöntemi kendi belirleme yetkisi” vardır. Bu yetkisini kesinleşmiş davalar hakkında, yeniden yargılama yolunu uygulamakla kullanabileceği gibi, AİHM önüne henüz gelmemiş uyuşmazlıklar hakkında bir Komisyon kurmak suretiyle de kullanabilir.
2- Üye Devlet uygulayacağı yöntemi seçme konusunda bir serbestiyete sahip olsa bile bu serbestiyet keyfi ve sınırsız bir takdir yetkisi içermez. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin, bir üye devlet tarafından alınan tedbirlerin, ihlalin sonlandırılmasını sağlayıp sağlamadığını etkin ve hakkaniyetli bir şekilde denetleme yetkisi vardır.
3- Henüz Türkiye’de Anayasa Mahkemesi/Yargıtay aşamasında bulunan ve AİHM’e ulaşmamış başvurular hakkında, BAŞVURULARIN INCELENMESININ ASKIYA ALINMASI KARARI VERILECEKTIR. AIHM, benzer başvuruların incelenmesini, sözkonusu yapısal sorunların çözümü için uygun önlemler alınıncaya kadar ertelemeye karar vermiştir.
4- Ancak AİHM kayıtlarına giren ve Hükümete tebliğ edilen başvurular hakkında olağan usulde inceleme devam ettirilecektir. Davalı Hükümete henüz tebliğ edilmeyen ve AİHM de bulunan başvurular hakkında da askıya alma kararı aynen uygulanacaktır.
5- Davalı Devlet tarafından sunulan yöntem ve üretilen çözüm; hukuki, idari ve cezai tüm uyuşmazlıklar hakkında uygulanacaktır.
6- Davalı Devlete emsal davalar hakkında yeterli ve uygun bir tatmin sağlayacak bir ad hoc/iç hukuk yolunu oluşturması konusunda 1 yıllık süre verilmiştir.
7- Davalı Devletin sunduğu yeni ve etkin iç hukuk yolu, AİHM’in pilot davada vermiş olduğu ihlalleri mutlak surette giderecek şekilde tesis edilecek ve yeni bir uyuşmazlık çıkması veya uyuşmazlığın tekrar AİHM önüne götürülmesini önleyecek/uyuşmazlığı mutlak surette çözecek nitelikte olacaktır.
8- AİHM’in yapısal sorunlar ve genel tedbirlere yönelik vermiş olduğu pilot karar sadece yeniden yargılama yapmakla yükümlü Türk Mahkemelerini değil, tüm idari makamları ve kamu görevlilerini de kapsamaktadır.
9- Henüz AİHM aşamasında bulunmayan ve Hükümete tebliğ edilmemiş dolayısıyla INCELENMESI AİHM TARAFINDAN ASKIYA ALINMIS UYUŞMAZLIKLAR; mutlak surette davalı devlet tarafından teklif edilip Bakanlar Komitesi tarafından uygun bulunan yönteme göre (yeniden yargılama veya ayrı bir komisyon) çözümlenecektir. Bu ilke; davalı devletin yeni bir etkin iç hukuk yolu oluşturacağı varsayımına dayanmaktadır.
10- Mahkeme ve Bakanlar Komitesinin, davalı devletin aldığı tedbirler ve uyguladığı yöntemlerin; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin tavsiyelerine ve İnterlaken, İzmir ve Brighton Konferansları nihai bildirilerine uygun olup olmadığını, başvuranların sözleşmede yer alan temel hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlayıp sağlamadığını takip etme ve izleme yetkisi bulunmaktadır. Davalı Devlet, kararların icrasının takibi hakkında Bakanlar Komitesi ile tam bir işbirliği içinde olacaktır.
11- Hükümet tarafından uygulanan yöntem sonucunda bireyler hakkında verilen karar (yeniden yargılama veya komisyon incelemesi sonucunda verilen karar) nihai karar olmayıp itiraza ve temyize tabidir. Aynı şekilde uygulanan yöntem sonucunda verilen karar; Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karardan sonra şikayet yolu ile Strazburg Mahkemesine de iletilebilecektir. Davalı Devlet tarafından sunulan sözkonusu yöntemin ve önerilen çözümün etkin bir iç hukuk yolu olduğunu ispatlama yükü, davalı devletin üzerindedir.
Bu çerçevede bundan sonraki aşamada Yargı ve Hükümet, Gülen Cemaatine yönelik davaları TCK 314/1 Terör Örgütü Yöneticiliği ve TCK 312 Cebir ve Şiddet Kullanarak Hükümeti Yıkmaya Teşebbüs ve yeniden yapılanma davaları özelinde sürdürebilir.
Türkiye hakkında, yapısal sorunlar ve alınması gereken genel tedbirler hakkındaki bu 2 dava ile Gülen Cemaatine yönelik davalar tabiki tamamen nitelik olarak birbirinden farklı. Hükümetin, yargı organlarının bu davalardaki motivasyonları, AİHM’in taleplerine yönelik tepkileri ve olayları çözme istekleri de farklı nitelikte olabilir. Ancak AİHM’in bu tür davalarda genel olarak Hükümetlerden neler talep ettiklerinin altını çizmeye çalıştık. Türk Halkı, Gülen Cemaati ile ilgili sorunun çözülmesini arzu etse bile, varlıklarını, makamlarını, kariyerlerini tamamen bu harekete düşmanlık üzerinden elde eden bazı yargı mensuplarının, askeri ve emniyet bürokrasisinin ve tabiki Hükümetin bu uyuşmazlıkları rızaen çözmek isteyecekleri düşünülemez.
Yine de Ümmühan Kaplan/Türkiye ve Müdür Turgut/Türkiye davalarında Türk Hükümeti ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin üzerinde mutabık kaldıkları ve yukarıda sıralanan hususları aynı şekilde Yalçınkaya davasına uyarlayabiliriz. Buna göre sayın Bakan Yardımcısının eline verilmiş ödev listesinde de muhtemelen benzer yükümlülükleri öngörebilmek mümkün. Sayın Bakan, Türk Hükümeti adına uygulanacak genel tedbirler konusunda alternatifli bir calısma konusunda süre istemiş, ve bu çerçevede Ankarada farklı yöntemler üzerinde yoğun çalışmalar yürütülüyor olabilir.
Gönül ister ki Türkiye’de bulunan bütün mahkemeler, ceza, hukuk veya idari yargı farkı bulunmaksızın AİHM’nin vermiş olduğu karar çerçevesinde TCK 314/2 Terör Örgütü Üyeliğinden açılan tüm ceza davalarında beraat kararları vermesidir. Benzer şekilde idari yargı veya adli yargı hukuk mahkemelerinde devam eden davalarda da mağdurlar lehine kararlar tesis edilmesidir.
Ancak 2016 sonrasi şekillendirilen Türk Yargısının Yalçınkaya kararına çok çabuk rıza göstermeyeceği gerçeğine karşı bazı ihtimalleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Bu çerçevede halen ilk derece mahkemelerinde, İstinaf veya Danıştay/Yargıtay aşamasında bulunan derdest davaları süreye yayma ve yavaşlatma prosedürü uygulanabilir. Hukuka ve vicdana göre hareket etmeye cesaret edebilecek sınırlı sayıda örnek davada beraat/iade benzeri cesur kararlar da çıkabilir. Bu aşamadan sonra AİHM’e götürülecek başvurular konusunda bir askıya alma/erteleme prosedürü uygulanabilir. AIHM Başkanı da, kendilerine yeni başvurular gelmemesi konusunda tedbirler alınmasını, mesela davaların görülmesinin süreye yayılmasını ima etmiş olabilir.
Hükümet, Af Kanunu da dahil olmak üzere, 28 Şubat dönemi mağdurları ile ilgili uygulanan resen emekli etme ve tazminatlarını ödeme şeklinde şekerleme kabilinden göz boyayacak uygulamalarla mağdurları ikna etmek isteyebilir. Mülki amirler, yargı mensupları, askeri personel ve polis gibi kamu görevlilerini resen emekli edip diğer alt düzey kamu görevlileri hakkında iade prosedürü işletebilir. Tabi bütün bunlar yanında Hükümet ve yargı organları, Büyük Dairenin kararını tanımadıklarını ve uygulamayacaklarını da ilan edebilirler.
İş kazaları ile hastalıklarla intiharlarla ölenler ölmüş, Meriç/Ege de boğulanlar boğulmuş, emeklilik yaşı gelenler emekli olmuş, bir kısmı yurt dışına göçmüş bu geniş mağdur kitlenin, hangi çözüm üretilirse üretilsin maruz kaldıkları haksızlıkları gerçek manada tazmin edebilmek maalesef mümkün değil. Bize düşen sadece ısrarcı takipçi ve demir leblebi olarak hukuki mücadeleyi sürdürebilmek.