Acıya dayanamamak!

YORUM | M. NEDİM HAZAR 

Çok takdir ederim acılara dayanabilen, kötülükle mücadele eden insanları.

Hatta kıskanırım.

İnanç engel olmasa belki bambaşka yollara savrulurdum bilemiyorum ama hatırlayın Yeşil Yol filmindeki iri kıyım John Coffey’in öyküsünü.

Onun haksız yere tutuklandığını ve ölüme mahkum edildiğini çok iyi bilen başgardiyan Edgecomb şöyle bir teklifte bulunur:

“Ne yapmamı istediğini söyle. Seni çıkarmamı ister misin? Kaçmana izin vermemi? Ne kadar uzağa gideceğini görmek için.”

“Neden böyle bir aptallık yapasın ki?” der John Coffey.

Edgecomb’un cevabı bir vicdanın acıdan kıvranmasının tezahürüdür: “Kıyamet gününde, Tanrının önünde dururken, bana neden onun gerçek mucizelerinden birini öldürdüğümü sorarsa, ona ne diyeceğim? Görevim olduğunu mu?”

Onu teskin eder Coffey, “Tanrı Baba’mıza bana iyilik yaptığını söyle! Artık sona ermesini istiyorum. Gerçekten yoruldum, patron. Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. Yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım. Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri olmamasından… İnsanların birbirine kötü davranmasından bıktım. Her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan usandım. Çok fazla var… Sanki her an için kafama cam parçaları batıyor.”

“Erdemlerin yıkımı” diyordu buna ünlü yazar Stefan Zweig. Yıkımların en fenasıydı bu doğru.

Sanırım doksanlı yılların ortalarıydı. İkinci kitabım “Gölge ışığın çocuğudur”u yazmış, bildiğim, güvendiğim insanlara ön okuma yaptırıyordum. Rahmetli Ayşe Şasa da bunlardan biriydi. Eksik olmasın ilk kitabıma önsöz yazma lütfunda bulunmuştu. Sonra bana “Biliyorsun değil mi?” diye sordu. Meraklı bakışlarımdan bilmediğimi anlayınca, “Gölge ışığın çocuğudur, Zweig’in otobiyografisinin son cümlelerinde geçer…”

Gerçekten bilmiyordum.

Dahası Zweig’in Dünün Dünyası isimli otobiyografisini de okumamıştım.

Bu vesile ile alıp en sondan okumaya başladım.

Şöyle diyordu Stefan Zweig:

“Her gölge, sonunda yine de ışığın çocuğudur. Ancak aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır.”

Emerson, “Hayatın uzunluğu değil derinliği önemlidir.” Der.

Daha önce bir vesile ile yine aktarmıştım, rahmetli Şasa da “Önemli olan Allah’ın huzuruna onurlu ve anlamlı bir öyküyle çıkmaktır” demişti bir keresinde.

Anlamlı ve onurlu bir hayat yaşayıp gitmişti Stephen Zweig…

Balzac hakkında belki de dünyadaki en kapsamlı incelemeyi (240 sayfadır ama yayıncılar kuşa çevirip 74 sayfasını görmemize yol açmıştır) yazan Merhum Cemil Meriç buna rağmen şöyle der; “Her mayıs Balzac’la yeniden doğarım. Dante için Vergilius ne idi bilmiyorum. Yarı yolda bırakan bir kılavuz… Balzac’la başladım yazı hayatına, Zweig ömür boyu yaşadı ve Balzac’ı, eserini tamamlayamadan öldü.”

Ve devam eder, “Ancak bizim dilimizdeki Balzac hakkındaki en kıymetli etüd Stefan Zweig’in Yücel Mecmuası’nda seri halde yayımlanan metnidir…”

Zweig’in en muhteşem özelliklerinden biri kaleme aldığı büyük beyinlerin biyografileridir. Vaktiyle İş Bankası Yayınları’ndan çıkan 3 ciltlik Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar, Kendileriyle Savaşanlar ve Üç Büyük Usta edebiyat tarihinde ulaşılmaz eşiklerdir.

Ve maalesef ölümü için de model olur bu büyük beyinlerden biri.

Zweig biyografisini kaleme aldığı Alman Şair Heinrich Von Kleist ve eşinin birlikte intihar etmesinden çok etkilenmiştir. Ve benzer bir yolu tercih eder ne yazık ki!

Bir soda şişesinin içine “Veronal” denilen zehri ilave eder ve bu şişeden 3 büyük yudum alır. Eşine şişeyi uzatırken “Yanıma gelmek arzusundaysan eğer bunu istediğin zaman yapabilirsin…” der.

Ona son olarak şu soruyu yöneltmiştir: “Beni seviyor musun?”

Arkamdan gel, demektir bu ve Lotte de öyle yapar.

Kleist tuhaflar tuhafı bir dehadır.

Alman yazar ve şair, eşi Henriette Vogel ile birlikte 1811’de Berlin’de Wannsee kıyısında intihar ederek yaşamına son vermesi, edebiyat tarihinin iz bırakmış olaylarındandır.

File:Grabstätte Bismarckstr 2-4 (Wanns) Heinrich von Kleist 1.jpg -  Wikimedia Commons

İki sevgili son gecelerini Berlin’de Gasthof Stimming pansiyonunda geçirir ve veda mektuplarını yazarlar. Daha sonra Wannsee’ye gelir, göl kenarındaki bir masaya oturarak kahve ve rom içerler. Tanıklar, bu esnada güldüklerini ve yürüyüş yaparken eğlenir gibi göründüklerini söyleyecektir. Öğleden sonra saat dört gibi Kleist yanlarında getirdikleri silahla Henriette’yi göğsünden vurduktan sonra kendi hayatına son verir. Henriette 31, Heinrich 34 yaşındadır. İkisi de olayın yaşandığı yerde, göl kıyısında ortak bir mezara gömülür.

Hitler ve Nazi Faşizminin kötülüğüne tahammül edemiyordu ünlü yazar. Önce İngiltere’ye, ardından Amerika’ya kaçmıştı. Hitler’in ülkesinde ona yalakalık yapan yandaşlar, “Niye kaçtı ki?” filan diyorlardı utanmadan. Bir yandan dünyayı olanca gücüyle kötülüğe batırıyordu Hitler. Ve maalesef toplumun büyük kısmı alkışlıyordu bu kötülüğü, yüceltiyordu. Erdem her gün bir darbe yiyor daha da yaralanıyordu.

Brezilya’da da huzuru bulamadı Zweig. Gazetelerde Hitler’in yaptığı kötülükleri okuyor, her gün birkaç dostunun ya öldürüldüğünü ya da zindanlara atıldığını işitiyordu. En son bir fotoğraf gördü gazetelerde.

On binlerce kitap yakılırken, en başta kendi kitaplarının yakıldığını okumuştu resim altındaki spotta.

Nazi Book Burning - YouTube

Ruhu artık taşıyamıyordu bu yükü ve o an karar verdi. Artık yaşamak istemiyordu kötülerin dünyasında.

Oturup şu mektubu yazdı:

“Özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluk yerine getirilmeyi bekliyor: Bana ve işimi yapmama huzurlu bir ortam sunan harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürlerimi sunmak. Her yeni günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim, ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışıncı yaştan sonra tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor. Ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum. Ki hayatım boyunca tinsel uğraşım en büyük haz kaynağım ve kişisel özgürlüğüm en yüce değerim oldu. Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.”

Stefan Zweig, Petropolis, 22 Kasım 1942

Daha sonra biraz yukarıda anlattığım şekilde zehri içerek hayatına son verdi.

Ancak kötülük uzun süre hüküm süremiyordu tarihte. Ona bu acıları tattıran adam, Zweig’in ölümünden üç yıl sonra 30 Nisan 1945’te eşi Eva Braun ile şakaklarına kurşun sıkarak intihar etmişti. Ve ne yazık ki kötülüğün bu seferki bitişini görememişti Zweig.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Yazar Zweig’ın yahut şair von Kleist’ın yaşadığı bunalımları belki de kat kat fazlasıyla yaşayan, onlar gibi, hatta onlardan daha çok “artık kötülerin dünyasında yaşamak istemeyen” insanların sizin bu yazınızı, ucuna kadar dolmuş ancak henüz taşmamış bardağı taşırabilecek son damla olarak görebileceği ihtimalini düşündünüz mü?

    • Yerden göğe derler ya öyle haklısınız! Mahzı hakk ve hakikat olan İslam’dan nasipsizlerle fazla meşguliyetin acı sonuçlarından biri. Gerçi “fena ve fani bir adamın baki ve güzel bir sözü” veya bir davranışı olabilir. Ama hangi nisbette. Bir kafirin bütün sıfatları kafir olmadığı ve bir müminin de bütün sıfatlarının mümin olmadığı gibi dahi akla geliyor. Bir de Genç Verter’in Acılarını okuyan çok sayıda gencin Almanya’da intihar ettiği de .

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin