Acı yarıştırmayı bırakma zamanı; yoksa…

ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM

Farkında mısınız?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptali ve hemen ardından da ‘yolsuzluk’ iddiasıyla tutuklanmasından sonra hem iktidar hem de muhalif kesimlerde ‘aydınlanma’ yaşanıyor. Dahası hem Erdoğan rejimi bileşenlerinin hem de muhalif kesimlerin adeta dili çözüldü.

Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan, soruşturmanın ilk günlerinde, “Şunu açık açık konuşmak mecburiyetindeyiz; ortada diploma sahtekarlığı dahil bir sürü pislik var. Sağdan soldan balya balya para fışkırıyor, yüzlerce milyarlık korkunç bir vurgundan bahsediyoruz.” dedi.

Uzun zamandır yazıyor ve söylüyorum. Erdoğan artık tıbbın konusu; gözünüzün içine baka baka, hiç rahatsızlık duymadan yalan söyleyebiliyor, hayali olaylardan bahsedebiliyor dahası kendi yaptıklarını -onca delile ve itirafa rağmen– rakiplerine yamayıp geçiyor. Üstelik bunu da aralıksız yapıyor.

Söz gelimi çarşamba günü partisinin grup konuşmasında İmamoğlu’na yönelik operasyona getirip, “Çalana değil, yakalayana kızıyorlar!” dedi. İster salonda ister ekran başında Erdoğan’ın konuşmasını izleyen herkes gayri ihtiyari gülümsemiştir. Çünkü Erdoğan’ın CHP’yi ve destekçilerini hedef alarak söylediği her şeyi bizzat kendisi yaptı.

Mesela diploması yok! Bunca yıldır diploma tartışmasını sonlandıramadı. Diplomanın orjinali ortaya konamadı. Erdoğan’ın bir tane bile üniversite arkadaşı bulunamadı. Transkriptini bugüne kadar gören olmadı! Erdoğan’ın cumhurbaşkanı ol(a)maması gerekirdi ama diplomanın izini sürüp sonuç alacak bir muhalefet yok memlekette.

Para kuleleri iddiasına ne demeli?

Erdoğan ‘para kuleleri’ deyince herkesin aklına uğruna ülkeyi yaktığı Reza Zarrab’ın dolar balyaları ile olan fotoğrafı geldi. Ayakkabı kutularından, banyo liflerinden veya çikolata kutularından taşan milyon dolarları kimin kime verdiği, kimin İranlı birinin ‘önüne yattığı’ şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlanmışken, Erdoğan’ın CHP’yi para kuleleriyle suçlaması da mizahın zirvesi olsa gerek!

Yolsuzluk bahsine hiç girmiyorum bile; zira Erdoğan rejimi bu işin kitabını yazı. Tabiri caizse uçanı kaçanı soyuyorlar. Bunu yazarken CHP’li belediyelerin çok temiz olduğunu iddia etmiyorum. Burada konumuz Erdoğan’ın siyaset tarzı.

İnsan ister istemez “Yok artık!” diyor ama Erdoğan seri katil soğukkanlılığı ile kendi suçlarını rakiplerine yazıyor. Düşünsenize; 17 Aralık 2013 büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu yapan güvenlik ve yargı bürokratları 11 yıldır hapiste. Dahası sadece polisler ve savcılar değil, eşleri ve çocukları da tutuklandı. Sırf görevlerini yaptıkları için bu insanlar yıllardır zulüm görüyorlar.

Reza Zarrab’ın kuryesi, Ankara’da rüşvet dağıttığını itiraf etmişti.

Malum olduğu üzere soykırım süreçlerinin en önemli safhası son aşamadır. Hedef grup ‘imha’ edildikten sonra katliamcılar herşeyi ‘inkar’ ederler. Erdoğan’da bunu yapıyor. Nasıl olsa yalanlarını yüzüne vuracak medya ve muhalefet bırakmadı ülkede.

Fakat burada muhalefetin ihanetini de hatırlatmak lazım. Yıllardır 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasından ortaya dökülen delilleri, görüntüleri, ses kayıtlarını tepe tepe kullanıyorlar fakat bir kez olsun polislerin dosyasına bakmadılar, cezaevine gidip “Bildiklerinizi anlatın bakalım!” demediler. Polisler bu kadar sahipsiz, desteksiz kalınca Erdoğan istediği gibi at oynatıyor.

HERKES HERŞEYİ BİLİYORMUŞ!

Muhalefette yaşanan dil çözülmesi ve aydınlanma da hayli ilginç. CHP lideri Özgür Özel ve Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır başta olmak üzere çok sayıda isim Erdoğan’ı eleştirirken ‘ayakkabı kutuları’ndan, ‘Zarrab’ın önüne yatan bürokratlar’dan, ‘sıfırlanamayan paralar’dan bahsetmeye başladı.

Hatta hızını alamayıp 15 Temmuz’a dair şüphe dile getirenler bile oldu. Yıllardır Erdoğan rejiminin ‘fetö’ sakızını keyifle çiğneyen muhalefetin gerçekleri dile getirmeye başlaması büyük bir gelişme. Sol-seküler mahalle Ekrem İmamoğlu soruşturması ve sonrasında yaşananlarla Türkiye gerçekleriyle tanışmış oldu.

17 Aralık operasyonunda rüşvet adım adım takip edilmiş, kayda alınmıştı.

Mesela Saray kontrolündeki medyanın sus pus olması, 7/24 kara propaganda haberleri yapması, meydanları dolduran yüzbinleri görmezden gelmesi muhalifleri rahatsız etti. Hatta çok konuşulan boykot, medyanın sansürü sonrası gündeme geldi.

Oysa ki Gülen Cemaati’ne yönelik ‘cadı avında’ medya yıllardır böyle. Hatta Özgür Özel ve Ali Mahir Başarır da bu infaz sürecine odun taşıdı. Ekranlarda kurulan dar ağaçlarında masum insanlar infaz ediliyor. 10 yılı aşkın süredir suçlanan insanlara bir kez olsun yer verilmedi, cevap hakkı tanınmadı.

İsmail  Saymaz’ın da aralarında olduğu gazeteciler meslektaşlarını bile linç etmekten çekinmediler. İmamoğlu’nun tutuklanması ile yıllardır kulaklarını tıkadıkları ‘cezaevinde çıplak arama’, ‘aşırı kalabalık koğuşlar’, ‘tabut ebatlarındaki hücreler’, hiçbir delile  dayanmayan kurgu iddianameler de nihayet muhalif kesimlerin gündemine girdi.

17 Aralık yolsuzluk soruşturması
17 Aralık soruşturmasını yürüten dönemin emniyet mensupları, cesaretlerinin bedelini esaretle ödüyorlar. Emniyet müdürlerinin büyük bir kısmı 12 yıldır tek kişilik hücrede tutuluyor.

Cemaat ve 15 Temmuz davalarına dair ‘üç maymunu’ oynayan çevreler şimdi “Böyle soruşturma-yargılama-tutuklama mı olur?” diye isyan ediyor.

TUTUKLANAN KIZ ÇOCUKLARINI DUYMAZSAN… 

Mesela, “20-21 yaşındaki çocuklar nasıl tutuklanır?” diye başlayıp, “Hukuk devletine darbe!” diye devam ediyorlar… Oysa ki bu ülkede liseli çocuklar beraber ders çalıştığı için tutuklandı. Dünyanın öbür ucundan duyulan ‘Kız Çocukları Davası’nı duymamış olamazlar değil mi? Ya da 15 Temmuz kumpası sebebiyle tutuklanan Harbiyeli çocuklardan haberleri olmamış olamaz değil mi?

Örnekleri uzatmak mümkün…

İmamoğlu dosyası sayesinde Kürtlerin ve Gülen Cemaati’nin uğradığı hukuksuzluklara duyarsız kalan hatta destekleyen kesimler Erdoğan rejimi gerçekleri ile yüzleştiler. Yanlış anlaşılamasın; “Oh olsun!” ya da “Biz zulme uğrarken yiyin birbirinizi diyordunuz, şimdi ne haliniz varsa görün!” demiyorum.

Asla da demem…

Bu anlattıklarım ‘tespit’ ve ‘tanıklık’ babından. Gelmek istediğim yer ise şu;
Türkiye tarihi haksızlığa uğramış gruplarla dolu. Ermeniler, Rumlar, Aleviler, Kürtler ve Gülen Cemaati… Herkesin ‘sarı öküzü’ farklı. Ancak bir yerde durup, ‘acı yarıştırmayı’ bırakıp çözüme odaklanmak gerekiyor.

Erdoğan’ın 19 Mart darbesi büyük uyanışa vesile olmalı. Yoksa sadece mağdurun kimliği değişecek, zalimler yeni kurbanlar bulmaya devam edecek.

4 YORUMLAR

  1. “Ancak bir yerde durup, ‘acı yarıştırmayı’ bırakıp çözüme odaklanmak gerekiyor.” Türkiye halkı olarak yapmamız gereken her şey bu cümlede özetlenmiş. Çözümün demokrasi olduğunu bilmeyen var mı?

  2. Son günlerde okuduğum, 19 mart sonrası süreci en derli toplu değerlendiren makale bu olmuş.

    Fakat geri dönüşün mümkün olabileceği eşikler birer birer ve inatla aşıldı. Başkası değil bunu bu toplum yaptı. Reisi bu toplum bu kadar pervasız hale getirdi. 17-25, 15/7 ve seçim süreçleri, trafoya giren kediler, diploma konuları vs ülkede afedersiniz şimendifer gibi seyrolundu.

    Ben artık şimdilerde sadece iyi ve güzel bir avuç insanımızın fereç ve mahrecini niyaz ediyor, onları nasıl rahatlatabilir, ferahlatabiliriz derdindeyim.

    Maalesef, bundan gayrısını, en azından bir müddet, sadece ama sadece izlemekle yetinmek gerektiğini düşünüyorum. He ben iyi bir örnek değilim, izlerken çay çekirdek de severim.

    Fakat önce yusuflar, abiler, kardeşler, bebeler, dedeler ve neneler kurtulmalı. Gerisi mi? Çiğdem-çekirdek-çay… hiç olmazsa teşehhüt miktarı..

  3. Tayyip bir ara Batıya yönelecek gibi oldu, Kılıçdaroğlu panik içinde ilk defa cemaatin zulme uğradığından bahsetti. Yani yaptığın zulümleri biliyoruz derken Tayyipi istediği rotaya çevirmeye çalıştığını gördüm. Özelde bunun gibi görev adamı. Rotadan sapma olursa derin mhp, derin chp, derin hdp devreye giriyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin