‘Aç-kapa’ ampulü patlatır; erken seçim kaçınılmaz  

NECİP BAHADIR | YORUM

TÜİK’in sepetine bakarsanız ‘enflasyon düşüşe geçti’ ve ‘en kötü’ geride kaldı. Sepeti karıştırınca rakamların gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmadığı ortada. Devletin resmi kurumu açıkça ‘yalan’ söyledi. Enflasyon için baz aldığı rakamlar ne çarşıya uydu ne pazara, ne de markete.

5800 lira kiralık ev hangi şehirde, hangi mahallede acaba? Gecekondu arasan bulamazsın bu fiyata. Belki köylerde… O da zor da. Zaytung işi şakaya vurdu; “Ev kirasının 5 bin 800, zeytinyağının 144 Türk Lirası olduğu TÜİK binası tatilcilerin yeni gözdesi oldu; ‘Otel de 150 lira falandır herhalde…”

Enflasyon rakamları sadece bilgilendirme amaçlı olsa neyse… İktidar emekli ve asgari ücrete zam oranlarını TÜİK’i baz alarak yapıyor. Vahim olan bu. Hani Mehmet Şimşek gerçekçi olacaktı? Rakamlarla oynanmayacak, neyse o denecekti? Şimşek’i de takan yok! Zaten yalnız bir bakan ya da o da Ankara kriterlerine teslim oldu.

AKP’nin ne AB, ne de evrensel kriterler umurunda. Onun için varsa yoksa keyfiliğin diğer adı olan ‘Ankara kriterleri’… Bu kriterlere göre rakamlarla da oynanır, yalan da söylenir. Eskiden ‘pembe’ olurdu yalanlar. Şimdi ‘ak yalanlar’ moda. Muhafazakar AKP rakamlara bile yalan söyletmeyi başardı. Siyasal İslamcılık falan hikaye. Konuşurken Hazreti Ömer, siyaset yaparken ‘Turist Ömer!’

Sözde başka eylemde başka.

Amacım ekonomiyi yazmak değil, geçim derdinden seçime sıçramak… Daha önce söyledim mi bilmem, rakamlarla aram pek iyi değildir. Ama ‘geçim’ deyince sözün önünü alabilmek de mümkün değil. Geçim meselesi öyle böyle değil, ülkenin en büyük sorunu bugün. Geçip gitmek olmaz. Emekli ıstırap içinde, asgari ücret alan sabit gelirli de… Eskiden yangın sadece mutfaktaydı. Şimdi bütün bir haneye sıçradı.

Hani 2024 ‘Emekliler Yılı’ olacaktı!

TÜİK veya AKP iktidarı yangını söndürmek için su sıkacağına habire körüklemekte… Bıçak kemiği de kesti. Vatandaşın nefes alacak mecali kalmadı. İktidara mesajını da verdi aslında. Hem de anlayacağı dilden… 31 Mart’ta Erdoğan’a, “Yeter artık!” dedi. “Soğan ekmek yerik, Reis’i yedirmeyik!” sözü devrini kapattı. Belli ki Erdoğan mesajı almadı ya da çaresiz, sokağın sesine cevap verecek imkanı yok, Hazine tam takır.

Hani 2024 emekliler yılıydı? 6 ay geride kaldı. Emeklilere AKP iktidarının bir jesti ve güzelliği oldu mu? AKP’den bu özel yılın hürmetine bir hamle geldi mi? Emekliler 2023’e göre daha mı mutlu? Halinden daha mı memnun?

Hayır…

Bugün emekli Erdoğan’ın yönetimi devraldığı 2002 öncesine arar durumda. Alım gücü o kadar düştü ki… ‘Emekli kesimin Cumhuriyet tarihinin en zor günlerini yaşadığını’ söylesek abartı olmaz herhalde.

Üç büyük işçi sendikası ilk kez 10 maddelik ortak zehir zemberek manifesto yayınladı. AKP’nin arka bahçesi TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ başkanları bile daha fazla dayanamadı. Erdoğan’la ‘papaz’ olmayı göze aldı ve ekonomi politikasını topa tuttular. En doğru tespiti DİSK Başkanı Çerkezoğlu yaptı; “Demokrasinin olmadığı yerde emeğin hakkı olmaz!”

Haksız mı? AKP bu konuda kaç defa uyarıldı. Ama duyan kim?

Mesele sadece ekonomi değil!

Sorun çok ağır. Mesele maaşlara zamla sınırlı olsa keşke. Enflasyon dizginlenmediği sürece maaşların artmasının en fazla bir hafta ömrü var. Zam oranı misliyle fiyatlara yansıyor çünkü. Büyük umutlarla ekonominin dümenine geçen Mehmet Şimşek de derda deva olmadı. Sokağa yansıyan yönüyle ekonomide Şimşek etkisinden söz etmek mümkün değil.

Geçimin ardı seçimdir. Eğer bir siyasi iktidar halkın geçim sorununa çözüm bulamıyorsa seçime gitmekten başka çaresi yoktur. Vatandaş ve ekonomi deneme tahtası değildir. “Bu politika tutmadı, başkasını deneyelim!” diyemezsniz, olmaz bu… Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur! Faizi düşürürsek enflasyon da düşer.” inadı siyasi felaketle sonuçlandı. Erdoğan bir özeleştiri bile yapmadan yeni politikaya geçti. Bedelini ise 80 milyon ödedi. Yeni politikalar, yeni iktidarla başarılı olur. Sorunun sebebi olanlardan çözüm beklemek beyhudedir.

AKP ‘iktidar ömrünü’ tamamladı!

AKP, ‘iktidar ömrünü’ tamamladı. ‘Son kullanma tarihi’ geçti. 31 Mart bu gerçeği bütün çıplaklığıyla dosta düşmana ilan etti. Erdoğan hala sandığın şokunu atlatabilmiş değil. Travmanın etkisi altında. Sağa sola yalpalamaları, ne yapacağını bilememeleri bu yüzden. Ne ‘31 Mart’ın dersi’ diyebileceğimiz adımlar attı, ne de partisini yeni döneme hazırlayacak hamleler yapt? Üç beş il başkanını istifa ettirdi. Bozgunun sebebi il başkanları mı?

Erdoğan hala hayal aleminde! 31 Mart sonrasının gerçekliğine uyanmadı. Kulakları tırmalayan ‘geçim çığlığını’ bile ninni gibi dinlemekte. Yaptığı TÜİK’in rakamlarına yalan söyletmek ve ekonomideki başarısız politikaların, faturasının emekli ve de asgari ücretliye ödetmek…

Buradan bir siyasi çıkış mümkün değil. Demirel’in dediği gibi ‘Tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur.’ Geçim çığlığının da önünde durulmaz, bir sel gibi yıkar geçer. Ne Erdoğan, dinler ne AKP…

İşte 31 Mart…

Kaderine doğru hızla ilerleyen Erdoğan’ın ‘31 Mart’ı’ bile arayacağını hep birlikte göreceğiz.

CHP Lideri Özgür Özel grup konuşmasında ‘Bütün Türkiye’ye sesleniyorum’ diyerek bir eylem başlattı; “Akşam saat 21.00’de ayağa kalk. Eğer zam istiyorsan, ışıkları yakın ve kapatın. Ya zam olacak, geçim olacak ya da hiç yolu yok seçim olacak.’

Bu eylem tutar. Çığlık ışık çığına dönüşür ve ampulü patlatır. AKP, bu ışık patlamasının önünde duramaz. Her geçen gün ömründen ve cepten gider. Sandık ötelendikçe, toplumsal muhalefet zemin bulur ve iktidar AKP’siyle MHP’siyle kar gibi erir.

Ateş davası MHP’yi teslim aldı!

Salı MHP’nin de grup günüydü. Bahçeli iki haftadır yok. Rahatsızlığından mı yoksa Sinan Ateş duruşmasında ortaya dökülen döküman ve gerçekler karşısında söyleyecek sözü olmamasından mı? Nasıl ekonomi ve geçim AKP’yi köşeye sıkıştırdıysa, Ateş davası da MHP’yi teslim aldı. Yargı yangından mal kaçırır gibi dosyayı daraltmaya ve kapatmaya çalışsa da Bahçeli’nin MHP’si kamu vicdanında mahkum oldu.

Cumhur İttifakı’nın artık topluma söyleyecek sözü kalmadı. Sözün bittiği yerde sandık devreye girer ve lisa-ı haliyle konuşur. Erdoğan bir süre daha direnecek ve sandığı taça atmaya çalışacaktır. Ama ‘bir süre’ daha. Dönem sonuna kadar uzatması siyasetin de sosyolojinin de doğasına aykırı. Son dönemde Anadolu topraklarının bilim duyarlılığını yitirdiğini ben de biliyorum elbette. Sandığın kendini kabul ettirme gücü olduğunu da, örneklerini okuyarak, yaşayarak biliyorum.

Sinan Oğan’ın açıklaması… 

Seçim sandık deyince Sinan Oğan’ın geçenlerde beni hayrete düşüren, gündemin yoğunluğundan dolayı yazamadığım bir cümlesi oldu; “Seçim gecesi Erdoğan’a haber gönderdim. Sakın seçimi 49 buçuktan 50 yapmayın…”

Ne büyük ifşaattır bu. Normal demokrasilerde bu söz kıyameti koparır. Bir açıklamanın satır aralarında kaybolup gitmez. Söyleyene ne demek istediği sorulur. Erdoğan 49 buçuktan 50’yi nasıl tamamlayacaktı? Erdoğan’ın esrarengiz biçimde seçim gecesi Ankara, İstanbul arasında mekik dokuduğunu hatırlıyorum.

Geçimden seçime biraz dağınık bir yazı oldu galiba. Ama fazla da yan yollara sapmadan, meramımı anlattım sanınırım.

Hem siyaset, hem de toplum giderek seçimi zorluyor. Başını CHP’nin çektiği muhalefet bunun farkında… Işığı ‘aç kapa eylemi’ de AKP’nin ampulünü patlatır. Haa, toplum iki büklüm vaziyette AKP’yi taşımaya devam ederse bedelini bu kez vicdanı ve cüzdanıyla değil, varlığıyla öder.

Nokta…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. 22 yilda bir arpa boyu yol katedemeyen bu milletten halâ aklı başında kararlar bekleyenlerin beyinlerinden kuşkulanıyorum.Tayyip kuşkusuz akıllı biri değil.Ama halkı Demirelden sonra en iyi tanıyan kişi.

  2. Sevgili yazarın her satırında “yakında” dediği ama bir türlü gelmeyen kavramı, adeta Türkiye’nin en uzun soluklu bekleyişi haline dönüşmüş durumda. İnsan, yazarın kalemindeki bu “yakında”‘nın bir türlü kesilip gitmediğine şaşırıyor; sanki bu “yakında”, her yazısında biraz daha uzuyor, biraz daha belirsizleşiyor. Şehir efsanesi gibi, her yeni yazısında “bu sefer gerçekten ‘yakında'” diyor ama biz hala bekliyoruz. Belki de Necip Bey’in “yakında” dediği, gerçekten bir yerlerde, belki de o mistik 5. boyutta var olan bir şeydir. Belki de “yakında” ile “sonsuzluk” arasında sıkışıp kalan bir kavramdır, kim bilir? Ama şurası bir gerçek ki, Necip Bey’in yazılarındaki bu “yakında”, artık Türk edebiyatının en bilindik ama en gizemli kelimelerinden biri haline gelmiştir. Her yeni yazıda, yazarın “yakında” diyen ifadesine biraz daha gülümsüyoruz, umutla bekliyoruz; belki de bir gün, “yakında” gerçekten yakın olur da görürüz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin