YORUM | PROF. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Abu Bakr al-Baghdadi (İbrahim Awad Ali al-Badri Samarrai) denilen aşağılık cihatçı terörist, ABD’nin yaptığı bir askeri operasyonla öldürüldü. Kimdi Baghdadi? IŞİD’in beyni olan ve binlerce masumun ölümünden sorumlu olan Baghdadi, 21. yüzyıl türü bir İslamcı fanatikti. Irak’ta doğdu, Bağdat Üniversitesi’nde İslam Hukuku ve Kuran eğitimi aldı. Bu alanda yüksek lisans ve doktora dereceleri vardı. IŞİD ve El-Kaide türü şiddet yanlısı İslamcı ideolojilere eğilim gösteren birçokları gibi, Baghdadi de sanıldığının aksine iyi eğitimli, zekâ ve entelektüel seviye bakımından yaşadığı toplumun üst eğitim gruplarına dâhil biriydi. Yine sanılanın aksine, bu tür profiller psikolojik sorunları olan canavarlar değil. İdeolojik olarak endoktrine edilen veya kendilerini endoktrine eden, savundukları ideolojiyi inandıkları dinin kaynakları temelinde inşa eden ve geniş kitleleri bu ideolojik yorumun doğruluğuna ikna edebilen normal insanlar.
Nasıl oluyor da, bu normal insanlar Baghdadi gibi cani, sadist, acımasız, barbar teröristlere dönüşüyorlar? Nasıl oluyor da, canice eylemlerini birincil kaynak kutsal metinleri veya güvenilir ikincil kaynak yorumları referans göstererek meşrulaştırıyorlar? Ve nasıl oluyor da, sıradan Müslümanlar bu fanatiklere inanıyor? Onların peşinden gidiyor? Taliban, El-Kaide, IŞİD, El-Nusra, El-Şabab gibi örgütler, ideolojilerini çok geniş kitlelere yaydılar ve adeta kitleselleştiler. Elbette bu ideolojilere inanan her Müslüman, terörist olmadı. Fakat radikalleşti, şiddet eşiği azaldı, Hristiyan ve Yahudileri nefret objesi olarak algılamaya başladı, diğer dinlerden olanları veya ateistleri yok edilmeleri gereken insanlar olarak tasnif etti.
İşin tehlikeli yanı şu ki, bunları yaparken diğer modern ideolojilerde olduğu gibi, rasyonel aklı kullanarak bir meşrulaştırma stratejisi izlemediler. İslam teolojisini, orijinal kaynaklarıyla kullanarak ve tarihsel-sosyolojik İslam toplumlarının uygulamalarını emsal alarak, izledikleri şiddet metodunu meşrulaştırdılar. Ötekileştirdikleri grupları ideolojik olarak “kendileriyle aynı değerde olmayan” insanlar olarak betimleyip, bu algıyı takipçilerine yaydılar. Aynı nasyonal sosyalistlerin (NAZİ) iki savaş arası dönemde ve İkinci Dünya Savaşı sırasında izlediği strateji gibi, karşıt görüş ve ideolojilerden olanları veya tasvip etmedikleri yaşam biçimlerini kategorize ederek hedefe aldılar. Rasyonel akıl yerine teolojik söylemleri (vahiye dayalı dini metinleri ve “Tanrısal kelamı”) ideolojik söylem ve eylemlerine temel aldıklarından dolayı, diğer modern ideolojilerden çok daha geniş kitlelere ulaştılar, insanları daha kolay etki alanlarına almayı başardılar.
Biz-öteki şeması, dost-düşman şemasına kolaylıkla evrildi. Ötekileştirilen grupların kendileriyle eşit olmayan insanlar olduklarına ilişkin dini retorik, bu hedef gruplara yönelik tedhiş eylemlerini kolaylaştırdı. İlahi otoriteye dayanan diskurları sayesinde, şiddet eşiğini en dibe indirerek, geniş kitlelerin faşizan ideolojilerine katılımını kolaylaştırdılar. Kendi söylemlerini benimsemeyen Müslümanları da hedefe aldılar. Baskı-şiddet-terör sayesinde, kendi yaşadıkları topluluklarda diskur tekeli kurdular. Bir başka ifadeyle, ana anlatıyı kendi ideolojik çizgilerine çektiler. Kendi versiyonlarını tek diskur haline getirdiler. İslamcılıkta çok kullanılan bir metot olan “farklı yorumların din dışı addedilmesi”, Türkiye’deki İslamcı akımlarca da sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Seçim dönemlerinde Türkiye’de “Müslümanların oy davranışlarını” izah etmeye çalışan birçok meslektaşıma bu yaptıkları kategorinin yanlışlığını anlatmaya çalışsam da başarılı olamadım. Örneğin CHP’ye oy veren bir seçmenin Müslüman olduğu ampirik gerçeğini bir türlü kabul etmiyorlardı. Onlara göre yalnıza İslamcı siyasi partilere oy veren biri Müslüman olabilirdi. Böylece Müslüman olanlar ve olmayanlar, İslamcılar tarafından kolayca kategorize edilerek, kendi ideolojilerinden olanların inandıkları değerlerin İslami değerler olduğu diskuru, kitlelerine kabul ettirilebiliyordu. Biz-öteki ayrımı üzerinden paralel toplumlaşıyorlar, yani kendilerini ana akımdan ayırarak, alt bir kimlik inşa ediyorlardı. İşte IŞİD türü şiddet yanlısı İslamcılarla, şiddeti – şimdilik – reddetse de ötekileştirme bağlamında aynı yöntemi kullanan AKP gibi İslamcı hareketler ve partiler, bu nedenlerden dolayı aynı akımın temsilcileri olarak görülmelidir.
Bugün Türkiye’de din, en önemli kültürel temellerden biridir. Kimlik inşasında ve “biz duygusunda” en önde gelen kaynakların başında gelen din, yukarıda ifade etmeye çalıştığım İslamcı strateji üzerinden, bir ayrışma ve kutuplaştırma aracı haline gelmiş bulunuyor. Tıpkı IŞİD’in kendisi gibi düşünmeyen Müslümanları ötekileştirmesi gibi, Ortadoğu ve diğer bölgelerdeki İslamcı hareketler, ılımlı ve rasyonel grupları dışlıyor, ötekileştiriyor, düşmanlaştırıyor. Bunu sadece Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde değil, diasporada da gözlemliyoruz. Sembollerin enstrüman olarak kullanıldığı bu strateji, çok efektif işliyor. Bireysel yorumunu veya kimliksel farklılığını koruyabilen az sayıdaki Müslüman dışında kalan ana akım çok büyük bir çoğunluk, Müslümanlıkla İslamcılığın eş anlamlı olduğu bir ideolojiye inanıyor artık. Örneğin başörtüsü veya hicap gibi semboller üzerinden, kültürel fay hatları somutlaştırılıyor. Kapalılar ve açıkların Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar şeklinde algılandığı bu ideolojik strateji, dindarları radikallerin kontrolüne sokuyor. Buna kadının konumu, fiziksel ceza, ataerkil sosyal kurumlar, dar-ül Harp ve dar-ül İslam konseptleri gibi enstrümanlar eklenebilir. Bu araçlar sayesinde, İslam’ın ideolojileştirilmesi hızla ilerliyor.
Ben bu ideolojik dinin din olmadığını, bir ideoloji olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Faşizm veya komünizm gibi, bu ideolojinin de eleştirel bir okumasının yapılması gerektiği kanısındayım. Özellikle yukarıda adı geçen ideolojilerin totaliter ve otoriter eğilimlerinden hareketle, İslamcılığın şiddete ve insan hakları ihlallerine eğilimli ideolojik öznesinin, faşist ve totaliterleşme eğiliminde olan tehlikeli bir ideoloji olduğu görüşündeyim. Bu bağlamda Müslümanlarla İslamcıların ayrımı çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Müslümanlar bir dine inanırken, İslamcılar bir ideolojiye inanıyor. Bu ideolojinin iktidar ilişkileri, uluslararası ilişkileri algılayışı, hukuk nosyonu, özellikle “ötekilerin hukukuna ilişkin” bakışı gibi birçok objektif alanın analiz edilmesini ve çözümlenmesini gerekli görmekteyim.
İslamcıların temel tarih okumaları, İslam ve inanmayanlar arasındaki “savaş durumu” yorumuna dayanıyor. Buna göre Müslümanların görevi, inanmayanlarla – şiddeti reddetmeyen – mücadeledir. İslam’ın doğuşundan 19. yüzyıla kadar kayıt altına alınmış siyasi tarih, bu ideolojik okumanın İslam ilahiyatına dayandığı düşüncesine oldukça inandırıcı bir argüman sunuyor. Haçlı Savaşları, İslam fetihleri, Hz. Muhammed’e atfedilen birçok – sağlamlığı konusunda güçlü bir ana akım inanış olan – hadisler gibi tarihsel kanıtlarla, bugünkü İslamcı mücadelelerini meşrulaştırıyorlar. Taliban ve IŞİD gibi fanatik örgütler intihar saldırıları, cariyelik – kadının köle olarak alınıp satılması – gibi korkunç uygulamaları, savaş hukukuna aykırı tecavüz ve katil uygulamaları gibi barbarlıkları meşrulaştırıyor. Bugünün uluslararası ilişkilerinin temel dayanağı olan ulus devletleri ve onların küresel politikalarını yine aynı tarihsel-dinsel çatışma anlatısı bağlamında okuyarak, mesela ABD gibi aktörlerin Ortadoğu’da olmalarını İslam-Hristiyanlık çatışması bağlamında okuyorlar. Bunu, cihatları için dayanak kabul ediyorlar. Ya da İsrail devletinin politikalarını Müslüman-Yahudi ilişkileri bağlamında okuyarak, yine bağlamından çıkartılmış bir ulus-devlet sorununu dini bağlama çekip, “davaları için” meşruiyet devşiriyorlar. Bu örneklerde, İŞİD ve AKP nasıl aynı İslamcı kulvarda hareket etmekte, göstermek istedim. Örnekler çoğaltılabilir. Mesela Boko Haram örgütünün Kuran dışındaki tüm kitaplara düşman olması (Boko Haram, books are haram, yani kitaplar haramdır demek) ve eğitimin İslam’ın altını oyduğu felsefesi gibi örnekler, somut olarak neyle mücadele edilmesi gerektiğini dosdoğru işaret etmiyor mu?
İslamcı ideolojiler, ister tedhiş kullansın, isterse kullanmasın, özünde şiddete açık, bireyin gruba indirgenmesini savunan, “bireysel tercih” hakkını gaspa eğilim gösteren, kısacası dibi olanın kamusal alanlarda dayatılmasını (bir öncü devlet veya parti aracılığı ile) talep eden tehlikeli totaliter düşünce akımlarıdır. Tıpkı sınıf çatışmasını ve işçi sınıfı diktatörlüğüne öncü parti devrimi yoluyla ulaşmaya çalışan komünizm veya sosyal Darvinci tarih okumasıyla bir grup insanın diğer grupları tahakkümü altına almasını savunan faşizm gibi, İslamcılık da kendi doğrularını tüm dünyaya yaymak isteyen bir siyasi fikirdir. Siyasi fikirler din kalkanı altında kendilerini savunamaz. Dinlerin siyasallaşması, onların sonunu getirir. Her dinin kendi doğruları vardır ve bu doğrular bireysel tercihler doğrultusunda kabul edilir veya edilmez. Dinleri devletlerin anayasası haline getirmek, dinlerin bu bireye olan mesajını ve bireysel tercihi ortadan kaldırır, bir ideolojinin zor kullanarak diğerlerine dayatılması sonucunu doğurur. Taliban’ın veya IŞİD’in yaptığı budur. Dünyaya ve kendi toplumlarına verdikleri zarar ortada! Diğer İslamcı akımların ana felsefeleri, metot ve stratejileri, bu örgütlerle benzerlik gösteriyor. Ötekileştirme ve “kimin hangi kimlikte olduğuna karar verme tekeline sahip olduklarına inanma” durumu, ortak zeminleridir.
Bu zihniyetlerle mücadele etmek için, dine sosyolojik bir bakış geliştirmek zorunludur. Diğer bir ifadeyle, dinlerin sürekli bir dönüşüm içinde oldukları, coğrafyanın, yerel kültürlerin, farklı etnik grupların, değişik felsefi meydan okuyuşların, pozitif bilimlerin, sosyal bilimlerdeki tartışmaların, insan hakları hukukundaki ilerlemelerin, cinsiyetler arası eşitliklerin artmasının vs. birçok sosyolojik, politik, ekonomik ve kültürel değişimin varlığının kabul edilmesi gerekiyor. Kaynakların değil, uygulamaların ve yorumların değişiminden söz ediyorum. Örneğin kafa kesmek veya uzuv kesmek gibi, kamçılamak gibi vücutsal cezaların uygulanması, miras hakkı gibi konularda yedinci yüzyıl yerel miras hakkı uygulamalarının 21. yüzyılda uygulanmaya çalışılması, kredilendirme olgusunun yüzdecilik olarak nitelenmesi – ama alternatif olarak üretilen sistemin ne tesadüfse aynı faiz oranlarında “kar payı” dağıtması – gibi fenomenler, sosyolojik din yorumuyla nelerin değişmesi gerektiğini, adaptasyon zorunluluğunu, modernleşme dinamiğinin baskısını ortaya koymuyor mu? Ya da kadınların sosyal yaşamda eşit partnerler olarak yer alması gerçeğine uyum sağlamak zorunlu değil mi? Müslümanların herhangi bir Batı başkentinde yerel insanlara İslam’ı anlatırken, bugünkü birçok uygulamada kadının sorunlu eşit olmayan konumunun, Müslüman olmayan kadınlar üzerinde nasıl bir etkide bulunduğunu görmüyor muyuz? Din, toplumsal olana ilişkin bir kurumsa, toplum değiştiğinde sosyolojik dinin de değişiminin doğan kabul edilmesi gerekmez mi? Bu konulara eğilmek salt ilahiyatçıların görevi ve sorumluluğu olamaz. Toplumun her kesimi, bu soru ve sorunlarla ilgilenmelidir, bunları tartışmalıdır, çözümler üretmeye gayret etmelidir.
Değişimden kaçmak olanaksız. Kafamızı kuma gömmek, İslam’ı İslamcıların inisiyatifine terk etmek sonucunu beraberinde getiriyor. Müslümanlar, IŞİD ve türevi islamofaşizmlere karşı koymak için, eleştirel düşünceden kaçmamalı. Baghdadi gibi ideologların etkisinin kırılması için, onların zihin yapılarıyla mücadele etmek, onları ortadan kaldıran askeri operasyonlardan çok daha önemlidir.
Allah ve Resulüne karşı Savaşan Meryemkulu îSaya inananlar AllahımMeryem(Fatima) Resûlullah Muhammedin de Mesih îSa olduğunu ÂNlasalar Barışırlar
SavaşBarış SB SİBEL ÂL~Î Muhammedîyye
Savaş dediği Nefsinle.Barış dediği de Seviş Benimle.. Rabbinle…
Kalbinde Muhammedim ve KeFe BillÂhi Şehîde
Dünya Fatima Ahit Ahiret Güneş Emîna
Venüs MeryEmîne Mars Zehra
DünyanınÖzü var ya Çekirdeği işte Ó Güneşin de Venüsün de Marsın Merkür Uranüs Neptün Jüpiter Satürn Plüto Özü de ÂYNı
ÂllahımAdınıÂNanHerBirZerre gibi
AtÂNKÂlplerdeKÎ
BELE
Çağdaş Siyasal İdeolojiler alanında adı diğer ideolojilerle beraber listeye konulan ‘İslamcılık’ ideolojisinin literatürdeki adının değiştirilmesi ile başlanabilir mi işe? İçi kof bir meta olsa bile markasındaki kelime her zaman alıcı bulmayı kolaylaştırıyor sanırım. ‘İslamofaşizm’ güzel bir isimlendirme örneğin ama yine de içinde İslam var.
Merhaba TEKrar etmez ÎNŞAllah Asr Döngüsü bundan böyle döndüğü gibi daha önce..Sevgili HizMert Gönüllüsü ve HakSevdalısı KardAŞKlarım… Allaha Yemîn ederim AllahKitap değil derdi bu çiğatçı çetelerin..dertler para sadece! bu normal birşey günümüzde… kimin derdi değil ki pere.. Tamam şu belli ki Allah test ediyor müslümanları yani inananları KÎtÂBı KÛr*ÂN ile… ÂYetler öyle RaBBÂNi KÎ kuantum fiziğe giderken kimi eti kemiği keser parçalar kimileri..Teleskopla Yıldızları seyreder gibi Sahabelere bakar kimi mikroskopla İman arar tende dokuda… başını kaldırıp etrafına bir baksa! yanar onunla birlikte..kendini gördüğü ayna… Şu yüzden diyorum Kî; o adamları turizme yönlendirme ve Kûr*ÂN SulTÂNın buyurduğu gibi Nîsa ile Îslamı YÂYmak gerekli.. Bırakın 4Eş takılsınlar eğer Eşler RâZıysa ve BirBirlerinden HâBerDârSâd… Avustralyalı Kadınlar sokaklarda eylem yapıyor koca istiyoruz diye..çok eşlilik vesaire…bir çözüm bulsunlar diye..Avrupa Amelika da öyle veSaore…Herotizmi SEVi ile endoktrine edebiliriz Vicdanlı ve Dürüst medya ile Nesillere savaşla değil.. Herotik MuhammedîSalar MâsuMeryemleri mutlu edecek ve İslamı YÂYcak…yani Nâm~ÎCeLîLiMuhamMed
Sevgi ile MuhaBBeT
Zikr Müzik Ritim And Blues
neyim var KÎ! RÂBtan gâri
Öpüyorum çok Sarılma Duygumu da yolluyorum KÂBul ederseniz LütFen
bir de Hazreti Kabil ile şunu söylemek istiyorum *O KardAşkı Habil kazansın diye uyduruk BirBuket sundu HÂKka ÂBilik Sevgisi Şefkat ve Babalık Hissi Koruyucu Merhameti ile* veSelam
ÂYine MerHaBÂ