YORUM | AHMET UYSAL
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
M. Akif Ersoy
Bir savcının elinde birçok üst düzey politikacının ve devlet çalışanının düşman bir devletten rüşvet aldığına dair çok sağlam deliller vardır. Ama açtığı dava sulandırılır ve bir karara bağlanamadan boşa düşer. Sanıklar ve politikacılar savcıyı cadı avı yapmakla itham ederler. Çok zaman geçmeden savcı aynı konuda çok daha kesin delillere ulaşır. Bir yıla yakın bu yeni belgeler ve tanıklar hakkında çalışmalar yapar. Bir önceki tecrübesinden, mahkemeden vatana ihanet kararı çıkartmanın çok zor olduğunu bilmektedir ama en azından kamuoyunun bu milli güvenlik tehlikesinden haberdar olması gerektiğini düşünür. Adalet bakanlığı belgeleri kamuoyu ile paylaşmasına izin vermeyince o da izinsiz şekilde bilgi ve belgeleri basına sızdırır. Bu kariyerinin sonu olur. İfşa ettiği politikacılardan önce kendisi vatan haini damgası yer ve hayatını zorluklarla devam ettirir.
Hikaye tanıdık geldi mi? Belki de… Ama muhtemelen hiç duymadığınız birisi hakkında. Bu olayın kahramanı olan savcı O. John Rogge. Resmi ünvanı ABD Adalet Sekreteri Özel Yardımcısı. Çok kısaca özetlediğim olaylar ikinci dünya savaşı yıllarında ABD’de yaşanıyor. Düşman devlet de Nazi Almanyası! Evet, ikinci dünya savaşı öncesinde ve savaş sırasında onlarca milletvekili ve senatör Nazi ajanlarından rüşvet alıyor, bunun karşılığında kongre kürsüsünde ABD’nin savaşa girmesine karşı konuşmalar yapıyor, Nazi ve antisemitizm propagandası yapıyorlar.
Kulağa ne kadar inanılmaz gelse de tamamen gerçek olan bu hadiseler ABD’de hafızalardan silinmiş gibiydi. Ta ki ünlü MSNBC spikeri Rachel Meadows, konuyu bütün detayları ile ele alan bir podcast yapana kadar. Ultra isimli sekiz bölümden oluşan podcast şu an Apple podcast listesinde 1 numarada. Son bölümde konuşan tarih profesörü ve Houston Üniversitesi tarih bölüm başkanı Nancy Beck Young, “şu an bu bölümde hoca olan bir çok kaliteli tarihçi bile bu konuyla ilgili çok az bilgiye sahiptir, sıradan halkın bilmesi ise imkansız” diyor.
Podcastte o döneme ait anlatılan hadiseler satılmış politikacılardan ibaret değil. On milyonlarca takipçisi olan Nazi hayranı bir rahip, silahlı terörist gruplar, bombalı eylemler, darbe planları da var. O kadar çok isim ve hadise’yi burada özetlemek bile mümkün değil ama gerçek belge ve ses kayıtlarının olduğu harika şu web sitesinde bütün detaylar mevcut.
Ultra’dan birçok önemli ders çıkartmak mümkün. Birincisi, ABD’de Trump ile görünür hale gelen aşırı sağcı hareketlerin aslında çok eski kökleri olduğu. Bu kökleri anlamanın günümüz ABD siyasetini anlamak için çok önemli olduğu bir gerçek. Mesela, o dönem Nazi destekçisi politikacıların oluşturduğu grubun isminin “Önce Amerika (America First)” olduğunu öğreniyoruz. “America First”, Trump’ın da hem seçimlerde hem de başkanlığı sırasında çok sık kullandığı bir slogandı. O zaman Nazi destekçisi olan bu grupların bugünlerde nasıl Putin yanlısı oldukları ise ayrı bir araştırma konusu. Podcast bu konuda şöyle bir ipucu veriyor: Bu gruplar her ne kadar “Önce Amerika” deseler de aslında “Önce Kariyerim” prensibiyle hareket ediyorlar.
Peki ABD’nin en büyük düşmanı olan Nazilerle işbirliği yapmış bu gruplar, özellikle savaştan sonra, nasıl varlıklarını sürdürebildiler? Bunun birçok sebebi var. En önemli sebeplerden birisi gerçeklerin reddi ve alternatif bir gerçeğin oluşturulması. Bu gruplar Yahudi soykırımının uydurma olduğunu ve aslında Hitler’in o kadar da kötü biri olmadığını anlatırlar. Bu komplo teorisinin hala yaygın bir şekilde dolaşımda olduğunu biliyoruz. (İşin ilginci bu komplo teorisi müslümanlar arasında da çok yaygındır.) Hitler’i temize çıkarmak için Yahudi soykırımını reddetseler de bu grupların hala aşırı antisemitik söylemlerinin olduğu da bir gerçek. Alternatif bir gerçeklik oluşturma ve insanları azınlıklara karşı düşmanlıkta birleştirme hala en etkili politik silahlar arasında.
Bu grupların eylemlerini sürdürebilmesinin bir sebebi de mahkemelerin bir sonuca varamamış olması. Sadece girişte bahsettiğim mahkeme değil, bombalı eylem yapan, silahlı paramiliter darbeci yapılar kuranların yargılandığı mahkemeler de sonuçsuz kalmış. Davaların sonuçsuz kalmasının en önemli sebebi ise “vatana ihanet”in politik bir suç olması. Nazilerle işbirliğinin vatana ihanet olması birçok kişiye şüphesiz bir gerçek gibi görünse de, gizli Yahudi Roosvelt’in Yahudileri kurtarmak amacıyla Amerikan gençlerini ölüme sürüklediğini düşünenler için öyle olmayabiliyor. Davanın savcısı Rogge da bu durumun farkında olduğu için, kariyerini bitirmek pahasına bilgileri kamuoyuna duyuruyor ve Nazi sempatizanlarına cezalarının siyasi ve entelektüel düzlemde verilmesini umuyor. Bu durum nispeten de olsa gerçekleşiyor. Skandala adı karışan vekil ve senatörlerin çoğu bir daha seçilemiyor. Nazi destekçileri tarihte kara bir leke olarak anılıyorlar. Ama yine de ABD toplumu bu konuyla tam olarak hesaplaşamadığı için aradan yüz sene geçse de aynı problemler ortamını bulunca hortlamaya devam ediyor.
Ultra’yı dinledikten sonra Türkiye yakın tarihinde yaşanan hadiselere bakışımın tamamen değiştiğini söyleyebilirim. Elbetteki demokrasi geçmişleri, kurumsal yapıları gece ile gündüz kadar farklı iki ülkeden bahsediyoruz. Ancak, tarih aslıyla değil misliyle tekerrür eder ve elbette ki bu tekerrürler tarihten ders alınmadığı içindir. Kendi adıma çıkardığım derslerin birisi iyimser, birisi de karamsar. İyimser olarak, o zaman iki asrı aşkın demokrasi tecrübesi olan ABD’de bile bunlar yaşanıyorsa Türkiye’nin bir asır bile olmayan demokrasi tecrübesinde yaşadıklarımız çok da kötü değil belki de diye düşünüyorum. Ancak ABD’de entelektüel seviyede yaşanan hesaplaşmaların Türkiye için henüz çok uzak bir hayal olması beni karamsarlığa itiyor.