AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM
Mahmoud Khalil’in tutuklanması ve sınır dışı edilme süreci, ABD’de hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve ifade özgürlüğü gibi temel demokratik değerlerin sorgulanmasına neden olan önemli bir gelişme. Columbia Üniversitesi mezunu ve Filistin yanlısı protestoların önde gelen isimlerinden biri olan Khalil, herhangi bir suç işlemediği halde gözaltına alındı, yeşil kartı iptal edilerek sınır dışı edilmek isteniyor. Bu durumun hukuki ve demokratik açıdan ele alınmasında yarar var.
Hukukun üstünlüğü, kimsenin keyfi olarak cezalandırılamayacağı, tüm işlemlerin yasalar çerçevesinde yürütülmesi gerektiği anlamına geliyor. Ancak Khalil’in vakasında, yürütme erkinin geniş yetkiler kullanarak yargıyı devre dışı bırakmaya çalıştığı söylenebilir. Trump yönetimi, Khalil’in sınır dışı edilmesini eski bir yasaya dayandırıyor. Bu yasa, Dışişleri Bakanı’na, bir yabancının ABD’de bulunmasının dış politikaya ciddi zarar verebileceği gerekçesiyle karar verme yetkisi tanıyor. Daha önce pek kullanılmayan bu madde, şimdi ifade özgürlüğünü kısıtlamak için devreye sokuluyor.
ABD Anayasası’nda yürütme, yasama ve yargı erkleri birbirinden bağımsız. Amerikan siyasal sisteminin gücü de kuvvetler ayrılığı ilkesinin işleyişinden geliyor. Ancak Khalil olayında, Trump yönetimi yargının yetkisini aşmaya çalışıyor. Khalil’in yeşil kartının idari bir kararla iptal edilmesi, mahkemelerin devre dışı bırakılmak istendiği yönünde eleştirilere yol açıyor. Neyse ki ABD Bölge Mahkemesi Yargıcı Jesse M. Furman, Khalil’in hukuki süreç tamamlanana kadar sınır dışı edilemeyeceğine karar verdi. Yani yargı, yürütmeye karşı hâlâ bir denge unsuru olarak çalışıyor. Ancak Trump, mahkemeleri ve yargıçları, Kongre’nin azil yetkisini kullanarak tehdit ediyor.
Örneğin, Trump, Washington D.C. bölgesinin en üst düzey federal yargıcı olan James Boasberg’i sert sözlerle eleştirerek, onu “radikal solcu bir çılgın” olarak nitelendirdi. Yargıcın, Yabancı Düşmanlar Yasası kapsamında çete üyelerinin sınır dışı edilmesini durduran kararına tepki gösteren Trump, X hesabından şu ifadeleri paylaştı:
“Bu radikal solcu yargıç, kışkırtıcı ve sorun çıkaran biri. Ne yazık ki Barack Hussein Obama tarafından atanmış, ama kendisi seçilmiş bir başkan değil. Halk oylamasını açık ara kaybetti, yedi kritik eyaletin hiçbirini kazanamadı, 2.750 ilçeye karşı sadece 525 ilçede kazandı, yani aslında hiçbir şey kazanmadı!
Ben ise birçok sebepten dolayı, ezici bir halk desteğiyle kazandım. Yasa dışı göçle mücadele, bu tarihi zaferin en önemli nedenlerinden biri olabilir. Ben sadece seçmenlerin benden yapmamı istediği şeyi yapıyorum. Bu yargıç, tıpkı karşısına çıkmak zorunda kaldığım diğer sahtekar yargıçlar gibi, görevden alınmalı!
Biz, ülkemizde vahşi, şiddet yanlısı ve akli dengesi bozuk suçluları istemiyoruz. Birçoğu akıl sağlığını yitirmiş katiller! Amerika’yı yeniden büyük yapalım!”
Trump, çoğunluğun desteğini aldığı için hukukun dışına çıkabileceğini düşünüyor. Oysa mahkeme kararını temyize götürme hakkı varken, yargıcı azletme seçeneğini kullanmak istiyor ki bu da Senato’da üçte iki çoğunluk gerektiriyor ve uygulanması oldukça zor.
ABD Anayasası’nın Birinci Maddesi, ifade özgürlüğünü koruma altına alıyor ve bireylerin siyasi görüşleri nedeniyle cezalandırılamayacağını açıkça belirtiyor. Ancak Khalil’in tutuklanmasının tamamen siyasi olduğu yönünde ciddi şüpheler var. Trump yönetimi, Khalil’i “terörist faaliyetlere” destek vermekle suçlasa da, ortada herhangi bir suç isnadı bulunmuyor.
Mahmoud Khalil’in tutuklanması, ABD’nin Yemen’e yönelik yeni hava saldırılarının ve İsrail’in Gazze’yi yeniden bombalamaya başlamasının hemen öncesinde gerçekleşti. Bu durum, ABD yönetiminin yalnızca dış politikada değil, iç politikada da sert bir duruş sergilediğini ve Filistin yanlısı sesleri bastırmaya çalıştığını düşündürüyor. Khalil gibi aktivistlerin hedef alınması, hükümetin Orta Doğu politikalarına yönelik eleştirileri susturma çabası olarak görülebilir.
Mahmoud Khalil’in başına gelenler, ABD’de hukukun ve demokrasinin geleceği açısından da önemli bir sınav. Eğer mahkemeler yürütme erkine bu kadar geniş yetkiler tanırsa, gelecekte hükümet, muhalif görüşteki diğer göçmenleri de kolayca sınır dışı edebilir. Bu da sadece göçmen haklarını değil, ABD’nin temel demokratik değerlerini tehdit eden bir gelişme olur.
Bu dava, basit bir sınır dışı edilme vakasından çok daha fazlası. Eğer ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü korunmazsa, ABD’de yaşayan herkes için ciddi sonuçlar doğurabilir. O yüzden bu süreci yakından takip etmekte fayda var.