AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM
ABD Başkanı Donald Trump’ın geçtiğimiz günlerde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dair övgü dolu sözleri, Washington ve İsrail arasında Suriye ve Türkiye politikalarının merkezinde belirgin bir görüş ayrılığı olduğunu ortaya çıkardı. Bu ayrışma, özellikle İsrail’in Suriye’deki güvenlik kaygılarını yeniden gündeme taşıdı.
Trump, Erdoğan’la “mükemmel ilişkiler” içinde olduğunu belirtirken, Türkiye’nin Suriye’deki rolüne övgüde bulunarak onu “çok akıllı” biri olarak tanımlıyor. Trump’a göre, Ankara’nın Suriye’nin geleceğinde daha etkin bir rol oynaması sadece kabul edilebilir değil, aynı zamanda teşvik edilmesi gereken bir durum. İsrail açısından ise bu yaklaşım tam anlamıyla bir felaket.
İsrail, geçen hafta Türkiye’nin Suriye’deki askeri hareketliliğini yakından izledi. Özellikle Palmira yakınlarındaki T-4 hava üssüne yapılan son hava saldırıları, İsrail’in Ankara’ya kırmızı çizgilerini göstermeye yönelikti. İsrail yönetimi, net bir şekilde Türkiye’nin bölgede etkinliğini artırmasını istemiyor. Ancak Trump’ın bu konuda İsrail’in diplomatik manevra alanını daraltması dikkat çekiyor.
Trump’ın Türkiye’ye açık desteği ve Erdoğan’la kurduğu sıcak ilişki, İsrail’in Suriye politikalarında yalnızlaşabileceğinin işareti. Ancak Trump’ın ABD Başkanı olması her istediğini yapabileceği anlamına gelmiyor. İsrail’in ABD’deki imkânları Türkiye’den çok daha fazla.
Marco Rubio faktörü ve F-35 konusu
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan arasında 25 Mart’ta Washington’da gerçekleşen görüşmenin perde arkasına dair sızan bilgiler, temasların kamuoyuna yansıtılandan çok daha gergin geçtiğini ortaya koyuyor. Her ne kadar resmi açıklamalarda iki tarafın “yakın iş birliği” ve “istikrarlı bir Suriye” gibi temenniler dile getirilmiş olsa da, kaynaklar Rubio’nun özellikle Türkiye’nin Suriye’de artan askeri varlığı ve Hamas’la kurduğu temaslar konusundaki rahatsızlığını açık bir dille ifade ettiğini belirtiyor. Fidan’ın ise Türkiye’nin yeni Suriye politikasını anlatırken kararlı ve savunmacı bir tutum sergilediği, zaman zaman karşılıklı tansiyonun yükseldiği bildiriliyor.
Başkan Donald Trump her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kurduğu yakın ilişkiyi ve Türkiye’nin Suriye’deki lider rolünü överken, Dışişleri Bakanı Marco Rubio daha temkinli ve İsrail yanlısı bir çizgide duruyor. Bu çizgi aslında ABD devlet sisteminin çizgisi. Özellikle F-35 satışları, S-400 sistemlerinin Suriye’ye olası konuşlandırılması ve Hamas bağlantıları konularında Rubio’nun Trump’tan oldukça farklı düşündüğü biliniyor. Trump’ın parti içindeki denge politikası göz önüne alındığında, Rubio gibi güçlü bir ismi doğrudan karşısına alması imkânsız.
2024 seçimlerinde Trump’ın kabinesine katılan Rubio, dış politikada artan etkisiyle sadece bir bakan değil, aynı zamanda partinin ideolojik yönlendiricilerinden biri konumunda. Dahası, ABD Kongresinin hemfikir olduğu bir konu varsa o da İsrail öncelikli dış politika. Üstelik gerek Cumhuriyetçi Parti gerekse de Demokrat Parti’de Türkiye ve Erdoğan karşıtlığı had safhada. Dolayısıyla Trump’ın Türkiye lehine atacağı her adımda Rubio’nun ve Kongrenin onayını hiçe sayması imkânsız.
Mesela İsrail lobisine rağmen, ABD’nin Türkiye’ye F-35 savaş uçaklarının satışı imkânsız. İsrail bu satışı engellemek için yoğun bir lobi faaliyetinde bulunuyor.
Her iki ülkenin ABD için stratejik önemi tartışmasız olsa da, İsrail’in ABD siyaset, finans, istihbarat ve güvenlik elitleri içindeki derinliği, onu ABD için daha vazgeçilmez bir müttefik yapıyor. Türkiye’nin coğrafi ve askeri stratejileri, ABD için kritik olsa da, İsrail’in küresel güvenlik stratejileri üzerindeki etkisi daha büyük ve kalıcı bir etkiye sahip. ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde zaman zaman iniş çıkışlar olsa da, İsrail’in bölgesel güvenlik politikalarına olan etkisi ve güçlü lobisi, ABD’nin Orta Doğu’daki politikalarını belirlemede hâlâ hayati bir önem taşıyor.
Son tahlilde, Amerikan sağı, politik tercihlerinde İslamofobik reflekslerden tamamen bağımsız hareket etmiyor. Özellikle popülist sağın yükselişiyle birlikte, Müslüman dünyaya karşı duyulan güvensizlik ve önyargı, hem iç politikada hem de dış politikada etkili bir motivasyon kaynağı. Bu çerçevede, Türkiye’nin Erdoğan liderliğinde İslam dünyasında daha görünür ve iddialı bir aktör haline gelmesi, Batı’daki muhafazakâr ve Hristiyan temelli siyasi çevrelerde de ciddi rahatsızlık yaratıyor. Dolayısıyla, Washington’un olası bir Türkiye-İsrail çatışmasında salt stratejik değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel bir tercih yapma eğiliminde olması da şaşırtıcı olmayacaktır.
Evanjelik Hristiyanlar ve dini etki
Diğer taraftan Trump yönetiminin önemli güç bileşenlerinden biri olan Evanjelik Hristiyanların ABD’nin dış politikasındaki etkisi çok belirgindir. 2017 yılında, Başkan Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararının, Evanjeliklerin güçlü desteğiyle yapıldığı sır değil.
Evanjelikler, İsrail’in sınırlarının güvenliğinin garanti altına alınmasını, Suriye gibi stratejik bölgelerde İsrail’in güvenliğini tehdit edebilecek gelişmelerin engellenmesini ve Yahudi halkının özgürce yaşaması için gerekli tüm önlemlerin alınmasını talep ediyor. Bu nedenle, ABD’nin İsrail ile olan ilişkilerindeki yakınlık, büyük ölçüde Evanjelik Hristiyanların güçlü politik etkisinden kaynaklanıyor.
Yani Evanjelik Hristiyanların İsrail’i destekleme sebepleri, sadece modern politikadan kaynaklanmıyor; aynı zamanda derin dini inanç ve beklentilerle şekilleniyor. İsrail’in varlığı ve gücü, onlar için İncil’in kehanetlerinin gerçekleşmesinin bir göstergesi. Bu dini ve kültürel bağlar, onların ABD’deki politikayı şekillendirme gücünü artırırken, aynı zamanda Orta Doğu’daki denklemlerin nasıl işlediğini de etkiliyor.
Türkiye ile İsrail arasında Suriye’de İsrail’in zaferiyle sonuçlanacak bir savaş belki de Kutsal metinlerinin tam da işaret ettiği bazı inançlarla örtüşüyor da olabilir. O yüzden Trump’ın Erdoğan’ı cesaretlendiren açıklamalarına temkinli yaklaşmakta fayda var. Üstelik, Erdoğan’ın ve taraftarlarının da yine dini referanslarla böyle bir savaşta muzaffer olacaklarına dair inançları göz önünde alındığında kuşkusuz ilginç bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu da bana, 30 yıl önce yazdığım, “Armagedon – Türkiye/İsrail Gizli Savaşı”nın artık “açık” bir savaşa dönüşme olasılığını gösteriyor.
Gerek Trump, gerek Erdoğan gerekse de Netanyahu’nun kendi dinsel metinlerinden yola çıkarak kendilerine mesiyanik bir misyon yüklemeleri, bu tabloyu daha da ilginç ve tehlikeli hale getiriyor. Üç liderin de siyasi hamlelerini sadece stratejik çıkarlar üzerinden değil, aynı zamanda “tarihi bir görev” bilinciyle şekillendirmeleri, bölgedeki gerilimi dini anlamlar ve kutsal metinlerle daha da derinleştiriyor. Bu durum, olası bir Türkiye-İsrail çatışmasının sadece askeri ya da diplomatik bir mesele olmaktan çıkıp, taraflar açısından “kutsal bir hesaplaşma” olarak görülmesine yol açıyor. Böyle bir algı, Orta Doğu’daki dengeleri rasyonel zeminlerden uzaklaştırarak çok daha karmaşık ve öngörülemez bir sürece sürüklüyor.
Kıymetli bir yazı. İyi bir değerlendirme. Umarım okuyucusunu bulur.
Trumpun konumu ne olursa olsun.Türkiyenin İsraille savaşı göze alması bile bile intihar demektir.İsraili elinde Türkiyenin her tarafını vaurabilecek güçte silahlar var.Ve halk arasında sürekli yinelenen””KORKAK YAHUDİ”” imajının tersine İsrailliler sadece akıllı değiller.Çok da cesurlar.
Şimdilik bir İsrail Türkiye savaşı olası görünmüyor. Amerika’nın İsrail desteği ve Trump politikaları zamanla İsrail ve Yahudi düşmanlığını artıracaktır.
Amerika’nın Çin ile başı derde girdiğinde Türkiye ve Türk Dünyası daha önem kazanacaktır.
Erdoğan’ın olmadığı bir Türkiye liderliğinde Ortadoğu’da dengeler değişecektir.
Yazinin son kismi hatali. Erdogan dinsel metinlerden yola cikarak kendisine mesiyanik bir misyon yükleyemez cünkü yahudi oldugunu herkesten cok kendisi biliyor. O sadece armagedon savasina müslümanlari sokacak olan gizli yahudi olur en fazla. Israilin plani da bu gibi.