Yorum | Erhan Başyurt
Türkiye’de rejim resmen ve fiilen değişti.
Artık ‘Yeni Türkiye’ değil, ‘İkinci Cumhuriyet’ kuruldu.
Böyle kabul etseniz de etmeseniz de gerçek bu.
Değişen sadece siyasi yönetim anlayışı değil, siyasi rejimin tüm kodları değişti.
‘İkinci’ olması daha iyi olacağı anlamına gelmez ama artık 1923’te kurulan 1960’ta şekil verilen 1980 ve 1997’de balans ayarı yapılan Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet yok!
İkinci Cumhuriyet’in kurucusu birinci başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’dır…
İkinci cumhuriyet şayet siyasal islamcı bir devrim ise, şu an bir geçiş dönemindeyiz demektir.
Birinci cumhuriyetin yok ettiklerine adım adım dönüş yaşanacak demektir.
Yakında, parada, müfredatta, kürsülerde ve kutlamalarda izlerini görürsünüz…
***
Rejim değişikliği bir günde veya sürpriz şekilde gelmedi.
Göstere göstere, mehter marşıyla, davulla zurnayla geldi.
Ama bazıları kendisini ‘yesinler birbirlerini’ deyip kendilerini cezbeye kaptırmıştı ki, gerçekte altlarındaki halının çekildiğini göremediler.
Başarısız bir darbe girişiminin, başarılı bir ‘karşı devrim’ süreci için kullanıldığını fark edemediler.
Olmayan bir terör örgütünün peşinde, iktidarın dümen suyunda yol alarak, iktidarın kökten değişimlerinin hepsine gönüllü koltuk değneği oldular.
Şimdi de çıkmış, sanki rejim 9 Temmuz’da değişmiş gibi açıklamalar yapıyorlar.
Yuhhh! İngilizce deyimle, ‘‘good morning after supper…’’
***
Oysa aylardır yazıyor ve uyarıyoruz.
Adetim değil ama hiç değilse iki yıl önce kaleme aldığım bir kaç yazıyı hatırlatmak zorunda hissediyorum.
***
‘’Bu yolun sonu felaket’’ başlıklı 19 Ekim 2016 tarihli yazıda yani iki yıl önce halkı şöyle uyarıyoruz;
‘’Türkiye bir süredir ‘tek parti’ ve ‘tek adam’ dönemi uygulamalarına sahne oluyor.
17/25 Aralık ile başlayan süreç 15 Temmuz ile yeni bir evreye geçti. OHAL ve zayıf hükümet sayesinde, Cumhurbaşkanı artık ‘fiili başkan’ gibi davranıyor.
Aslında gerek yok ama halen ‘hukuki’ olarak da başkanlık sistemine geçiş için yol arıyorlar…’’
***
Bir hafta sonra yani 2 Kasım 2016’da ‘’Rejim değişiyor’’ başlıklı yeni bir yazı yayınlanıyor ‘’gerçeğe uyandıklarında çok geç olacak’’ diye de belirtiyoruz yine bu sütunlarda;
‘’Türkiye’de rejim değişiyor.
Başarısız bir darbe girişimi üzerinden başarılı bir ‘karşı darbe’ yapılıyor.
Sivil dikta rejimine ve seçilmiş diktatörlüğe adım atılıyor.
İnsanlar gerçeğe uyandığında korkarım artık çok geç olacak!..’’
***
‘’Diktadan önce son viraj alınırken’’ başlıklı 9 Kasım 2016 tarihli yazıda konuyu biraz daha ayrıntılarla ele almışız;
‘’Türkiye, hızla ‘seçimli dikta’ rejimine doğru yol alıyor.
‘Tek adam’ ve ‘tek parti’ sistemine doğru son viraja girildi.
Kendileri dışında seçilmiş herkesi ve tüm muhalifleri, yargıyı kılıç gibi kullanıp biçiyorlar.
‘Fetö’ paranoyası ve ‘kimin yaptığı belli olmayan başarısız bir cunta’ girişimi üzerinden, başarılı bir sivil darbe gerçekleştiriyorlar.
Hitler’in, Meclis’in yakılmasını muhalifleri yok etmek için kullandığı gibi, 15 Temmuz’da Meclis’in bombalanmasını da muhalifleri yok etmek için kullanıyorlar…
1990’lara bile değil, zamanda sancılı bir geriye yolculuk gibi 1940’lara dönüyoruz…
‘Türk tipi başkanlık’ sistemine, yani ‘seçimli dikta’ yönetimine geçiş öncesi iktidar gözünü karartmış ve hukuk dışı eylemlerine hız vermiş durumda, son engelleri de yok ediyor.
Kuzey Kore kadar özgür ve siyasi istikrarlı bir ülkeye doğru ilerliyoruz!
Son viraja gelindi. 7 Temmuz seçimlerinden 15 Temmuz darbesine kadar, kanla döşenen köşe taşlarını artık yargı eliyle tasfiyeler ve intikam operasyonları izliyor.
‘Kellim kellim la yenfa… Söyle söyle faydasız…’ durumu yaşıyoruz ama tarihe not düşmek ve gelecek nesillerin kınamasına maruz kalmamak için bir kez daha yazıyor, bir kez daha söylüyoruz…
Ne gidilen yolun ne de bu filmin sonu hayra alamet görünmüyor…’’
***
14 Aralık 2016’da ‘‘Tek Adam veya ‘seçilmiş diktatör’ rejimi!’’ başlığı altında yeni bir yazı kaleme alıp bir kez daha uyarıyoruz;
‘’AKP ve MHP’nin uzlaştığı başkanlık rejimine geçiş teklifi Meclis’e sunuldu.
21 maddelik teklif, 1940’lı yıllara ‘tek adam’ yönetimine dönüşü öngörüyor.
‘Seçimli diktatörlük’ de diyebilirsiniz.
Bu olağanüstü yetkilerle koltuğa 10 yıl oturan hiçkimse, o koltuğu sandık yoluyla terk etmek istemez…
Teklif, yeni Mussolini yeni Hitler çıkarmaya aday… Neden?
Birincisi, teklifte ‘Cumhurbaşkanı’ olarak ifade edilen ‘başkan’, yürütmede tek söz sahibi…
Bakanları o atıyor. İsterse o görevden alıyor. Tek başına kararname/kanun çıkarma hakkına sahip. Yürütmelik çıkarma hakkı bulunuyor. OHAL ilan edebiliyor. Yüksek yargı ve bürokrasiyi o atıyor… Büyükelçileri o atıyor. Orduyu o sevk ediyor. Uluslararası anlaşmalar yapabiliyor.
Yani ‘tek başına’ herşey…
İkincisi, başkan ya da ‘seçilmiş diktatör’ partisi ile bağını devam ettiriyor. Yani, milletvekillerini o belirleyebilecek. Seçimler, cumhurbaşkanlığı ile birlikte yapılacağı için, Meclis’te çoğunluğu da elinde bulundurabilecek…
Başkanlık sisteminin en başarılı uygulandığı ABD’nin aksine, Meclis’in yürütmenin icraatlarını ve atamalarını denetleme hakkı bulunmuyor.
Hepsi bu da değil. İhtimal ki, Meclis ile ‘başkan’ ters düştüler, ‘başkan’ tek başına Meclis’i fes edebiliyor.
Bu ne demek!
Yürütme de tek söz sahibi olan ‘başkan’, yasama üzerinde de tek söz sahibi haline geliyor.
Üçüncüsü, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin yarısını ‘başkan’ atıyor.
Kalan yarısını da ‘başkan’ın partisinin çoğunlukta olduğu ve ‘başkan’ın belirlediği vekillerden oluşan Meclis atıyor.
Aynı şekilde HSYK üyelerinin yarısını ‘başkan’ yarısını da Meclis atıyor.
Bu, yürütme ve yasamadan sonra yargı üzerinde de tek söz sahibinin ‘başkan’ olması demek…
Bu durumda yargının, yürütmeyi ve icraatlarını denetleyebilmesi imkânsız.
Yargının, tamamen siyasileşmesi daha doğrusu ‘başkan’ın emri ile hareket etmesi ve onun talimatlarına uygun kararlar vermesi söz konusu.
Yargı bugün getirildiği halden daha da siyasi bağımlı hale gelecektir.
Yargı bağımsızlığı böyle bir sistemde imkansız, yürütmeye yani ‘tek adam’a bağlı olacak…
Tüm bunlar ne anlama geliyor? Liberal ileri demokrasilerin üzerinde durduğu, kuvvetler ayrılığı ilkesi yok ediliyor. Yürütme, yasama ve yargı erkleri ‘tek adam/başkan’da toplanıyor.
Başkanlık sisteminin başarıyla uygulandığı ülkelerde, en önemli özellik, kuvvetler ayrılığı ve kuvvetler arasında ‘denge ve kontrol’ mekanizmasıdır.
‘Türk tipi başkanlık’ bu olmazsa olmaz ana prensibi yok ediyor. Ortaya ‘seçilmiş diktatör’ sistemi çıkıyor.
Orta Asya ve Ortadoğu ülkelerinde, benzer yetkilere sahip başkanların tamamı, iki dönem için seçildikleri halde, bir referandumla yeniden seçilme hakkını sadece kendileri için sınırsız hale getiriyor ve koltuklarını sandık yoluyla asla terk etmiyorlar…
Yeni sistemin ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için tüm bu yetkilerle ve koruma zırhıyla, ‘adaletsiz, merhametsiz, fikre ve inanca düşman, özgürlüklere tahammülsüz’ bir ismin ‘başkan’ seçildiğini düşünün.
Tüm bu yetkilerle, Meclis denetiminden yoksun ve yargı tarafından hesap sorulamaz şekilde yapacağı tüm icraatları düşünün. Sizi rahatsız etmiyorsa, bu teklifi onaylayın.
Sizi rahatsız ediyorsa, bilin ki ‘tek kişiye göre’ rejim değiştirilmez, sistem kurulmaz, yol yakınken hatadan dönün…’’
***
11 Ocak 2017’de tüm bu yazdıklarımı tamamlayıcı ve uyarılara devam eden bir yazı daha yayınlanıyor bu sütunlarda, ‘’Tek Adam rejimi ve karşı devrim…’’ başlığı altında;
‘’Belki daha açık ve net bir şekilde ortaya koymakta fayda var.
1924-1946 arası nasıl bir jakoben (tepeden inmeci) siyasal güce dayalı devrim ve dönüşüm yılları ise, AKP de aynı yöntemle ‘karşı devrim’ hazırlığında…
Devletin içini, TSK ve Emniyet’in içini, yargı, eğitim ve tüm kamu kurumlarının içini 2014’ten bu yana tedrici olarak bilinçli boşalttıklarının bir delili bugün yaşananlar.
7 Temmuz’la başlayan 15 Temmuz’la ikinci evresine giren kumpasın, son aşaması 20 Kasım’la başlayan referandum sürecidir.
Halkı ve kendinizi kandırmayı bırakın.
Meclis kürsüsünde ‘İtaat et, rahat et’ diyen Başbakan Binali Yıldırım gibi gerçekleri apaçık söyleyin…
Olağanüstü yetkilerle donanmış ve hesap sorulamaz tek adama biat rejimine geçiş yaşıyoruz…’’
***
Tüm bu yazıları bugün yaşananların iki yıl önce belli olduğunu, iktidarın ‘FETÖ’ operasyonları ile perdelediği ve bazı çevrelerin ‘dindar düşmanlığını’ istismar ederek, gerçek niyetlerini nasıl başarıyla gizlediği daha iyi anlaşılsın diye hatırlatıyorum.
Bu hatırlattığım yazılardan sonra da 24 Haziran seçimleri öncesinde de çok sayıda uyarı yazısı kaleme aldım.
Ancak gözler nefret veya aidiyet ile körleştiği için kimsenin gerçekleri duymaya veya görmeye niyeti yok!
Şimdi rejim yeni değişmiş gibi halkı kandırıyor ve kendilerini teselli ediyorlar.
***
İki önceki yazılardan hatırlatmalar yaptığım bu yazıya 24 Haziran seçimlerinden sadece iki gün önce yine bu köşede yayınlanan ‘’Türkiye halkına açık mektup’’ başlıklı yazıdan alıntılarla son verelim;
‘’Türkiye halkına seçime günler kala işte bu nedenle son bir uyarı yapmak istiyorum…
Söz konusu yetkiler, ne ABD Başkanı’nda ne de İngiltere Kraliçesi’nde yok!
Söz konusu yetkiler, ortaya ancak Hitler, Stalin, Saddam, Esed, Kim gibi bir lider çıkarır.
Kim seçilirse seçilsin, sistemde ‘denge ve denetim’, hesap verebilirlik ve şeffaflık tesis edilmezse, kuvvetler ayrılığı onarılıp, hukukun üstünlüğüne dönülmezse bu kontrolsüz güç seçilen kişinin diktatör olmasından başkan sonuç vermez.
Siyaset biliminde test edilmiş bir kuraldır, ‘Mutlak güç mutlak yozlaştırır’…
‘Tek Adam’ yönetiminde dünyada hiçbir örnek yoktur ki, refah artsın, ülkeye huzur gelsin.
Aksine, ülke fakirleşir, sermaye kaçar, yatırım gelmez, kriz üstüne kriz yaşanır ve sadece başaşağı çöküşte bir istikrar mevcut olur.
‘’OHAL’i 24 Haziran sonrası kaldırabiliriz’’ diyen iktidar, OHAL’den çok daha fazla yetkinin ‘Tek Adam’a tanınmış olmasından, ihtiyacı kalmayacağı için böyle diyor.
Yani sürekli bir OHAL dönemi başlayacak ve mevcut şartları bile mumla arar hale geleceğiz.
Türkiye halkı bundan böyle Saddam’ın, Esed’in, Stalin’in, Hitler’in ülkesindeki kadar özgür kalacak. Yani özgürlüğünüz olmayacak.
Türkiye’de muhalefet, artık ‘Tek Adam’ ile yönetilen ülkeler kadar güçlü olabilecek, yani etkisiz ve cılız ise yaşamasına izin verilecek.
Türkiye’de medya artık ‘Tek Adam’ yönetimlerinde olduğu kadar bağımsız ve tarafsız olacak, yani özgür ve güçlü bir muhalif yayın kalmayacak…
Tüm bu acı örnekleri çok daha artırmak mümkün ama gerek yok…
Hitler’in, Stalin’in, Esed’in, Saddam’ın yaptıkları ortada…’’