Avrasyacıların önlenemeyen yükselişi ve Erdoğan rejimi

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN | @MehmetEfe_Caman

Erdoğan’ın kişisel diktatörlüğünü nasıl konsolide ettiğini ve bu rejimde TSK içindeki Avrasyacı subayların rolünü, daha önceki birkaç yazımda ele almıştım. Analizin bu bölümünde, konu edilen ilişkiler bütününün mevcut rejimin ve bu rejimin siyasi aktörlerinin geleceği açısından oynayacağı rolün üzerinde duracağım.

DERİN DEVLETİN YENİ STRATEJİSİ

Sistematik yaklaşalım konuya: 17/25 Aralık sonrası Erdoğan ve yakın çevresi yargılanmamak için yargı ve emniyet yapılarına gayri-kanuni olarak müdahale ettiler. Bu müdahalenin derin devletin tepkisini çekmesinden ve gerek askeri kanattan gerekse diğer devlet bürokrasisinden ciddi bir tepki gelebileceğinden korkuyorlardı. Derin devletin önünde iki olasılık vardı. Ya Erdoğan ve iktidarının gitmesi yönünde çalışacaklar, ya da Erdoğan’ın yolsuzlukların ortaya saçılması sonrası içinde bulunduğu zafiyetten faydalanacaklar, böylece siyasi ajandalarını Erdoğan’a dayatacaklardı. Birinci ihtimal geçmişte denenmiş, birçok kez kısa dönemli etkilerde bulunsa da, sonunda her zaman iktidardan indirilen siyasi güç, daha da güçlenerek iktidara yeniden gelmişti. Bunu en somut bir biçimde 28 Şubat deneyimiyle öğrenmişlerdi. Bu nedenle klasik veto rejiminin (William Hale) gereğini yapmadılar. İkinci yolu seçtiler. Yani rasyonel hareket ederek Erdoğan’ın zafiyetinden yararlanarak siyasi ajandalarını gerçekleştirmeyi seçtiler.

Bu yeni yaklaşım tarzının kendileri için birçok avantajı vardı. Neydi bunlar? Her şeyden önce, kendi tabanında karizması devam eden ve partisini çok etkin şekilde kontrol edebilme kabiliyetini haiz Erdoğan’ın, kendi siyasi ajandalarını kabullenmesi ve bunun gereğini yapması, toplumsal muhalefeti asgariye indirecekti. Dahası sıcak patatesleri kendileri tutmadıkları için, ayrıca bir avantajları olacaktı. En az bunun kadar önemli olan bir diğer nokta, Erdoğan’ın Gülen Cemaatini bitirme yönündeki ajandasıydı. Bu noktada, İslamcı Erdoğan’ın Gülen Cemaatini bitirme yönündeki ceberut siyasetinin muhafazakâr-dindar geniş tabanda daha az tepki çekeceğini hesaplamışlardı. Laik-Kemalist CHP tabanı yaşananları zaten “dinciler birbirini yesin” algısıyla ellerini ovuşturarak izleyecekti. Bu durumda Avrasyacı derin devlet 1990’lardan beri hedeflerinde olan bir düşmanı, yine hedeflerinde olan başka bir düşmana yedirecekti. Hem de bunu riskleri minimize ederek yapacaktı.

Yine bu önemli çıkarın yanı sıra, Erdoğan’ı bu süreçte Kürt sorununa siyasi çözüm odaklı yaklaşımdan vazgeçirterek, 1990’ların askeri çözüm odaklı çizgisine getirdiler. Bunun MHP’nin hoşuna gideceğini ve böylece siyaset sahnesindeki bir diğer önemli aktörün de müttefikleri arasına gireceğini öngörmüşlerdi. Bu yolla Erdoğan’ın İslamcılığındaki milliyetçi sosun dozunu arttırarak yine kendi ajandalarındaki sosyal mühendislik alanında bir araç elde ettiler. AKP tabanının ümmetçi İslamcılığını daha “yerli ve milli” bir milliyetçilikle sulandırdılar. Öyle ki 1990’larda bile uygulamasından çekinilen Güneydoğu’da kentsel alanların ağır silahlarla bombalanması stratejisini bir “sivil” iktidara yaptırdılar. Yine bu bağlamda 1990’larda Leyla Zana’lı Kürt siyasetine yaptıklarından çok daha ağırını Selahattin Demirtaş’ı ve onlarca Kürt milletvekilini tutuklatarak, neredeyse Kürtlerin yoğunlukta olduğu tüm şehir ve beldelerde Kürt belediye başkanlarını görevden alarak kayyumları onların yerine arayarak gerçekleştirtmiş oldular.

Bu avantajların yanı sıra, orta ve uzun dönemdeki etkisi yine en az yukarıda sıraladığım avantajlar kadar olmak üzere, TSK’yı yeniden dizayn etme imkânını elde ettiler. Öncelikle Ergenekon ve diğer darbe davalarında tutuklanan subayların çok önemli bir bölümü yeniden görevlerine döndü ve fonksiyonlara atandı. 15 Temmuz sonrasında ise Askeri Lise öğrencilerden orgenerallere/oramirallere kadar tüm TSK kadrolarını elden geçirdiler. Yüzlerce general ve amiral darbeci olma iddiasıyla TSK’dan ihraç edildi, işkence gördü ve tutuklandı. Binlerce kurmay subay (yani gelecekte TSK içerisinde yönetsel pozisyonlara gelebilecek personel) ayıklanarak ihraç edildi, birçoğu tutuklandı. Bu tasfiye edilen subayların çok önemli bir bölümü Türkiye’nin Batı yöneliminde bir ülke olarak kalmasını tercih eden NATO’cu subaylardı. Ortak özellikleri, Türkiye’nin siyasi geleceğini de demokratik bir hukuk devletinde görmeleriydi. Avrasyacılar ise daha önce vurguladığım gibi, NATO ve AB’yi Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası konumunda ayak bağı olarak görüyordu. Dahası, AB yolunda giderek demokratikleşen bir Türkiye’de asker-sivil ilişkilerinin diğer demokratik ülkelerdeki gibi olacak olmasından hazzetmiyorlar, eski vesayet rejiminin AB demokratikleşme reformları çerçevesinde son bulmasını ve TSK’nın (yani kendilerinin) siyasetteki etkisinin bitmesini istemiyorlardı.

ERDOĞAN’IN 2019 PROJEKSİYONU VE AVRASYACILARIN PLANI

Erdoğan’ın doyumsuz siyasi ihtirası ve 17/25 Aralık sonrasında onun perspektifinden baktığımızda son derece anlaşılır olan iktidardan inme fobisi, onu denize düşen yılana sarılır misali, Avrasyacı derin devletle ittifak kurmaya zorlamıştı. Erdoğan muhtemelen kontrolünü devam ettirebileceğini, siyasi pozisyonunu koruyabileceğini düşünüyor. Planlarını, büyük olasılıkla mevcut rejimin 2019’da anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesiyle beraber BAAS tipi bir polis ve muhaberat devletinde kurumsallaşması ve kendi kontrolünde olağan akışına devam etmesi üzerine kuruyor.

Avrasyacı derin yapının ise acelesi yok. Zaman kendi lehlerine işliyor çünkü. Orta ve uzun vadede TSK içerisinde kendi sadık kadrolarıyla kendi kemikleşmiş yapısını tesis etmeye, bu arada majör öncelikleri olan Kürt sorununda askeri çözüm, Batı’dan uzaklaşan dış politika çizgisi, Rusya, Çin ve İran gibi aktörlerle yeni silah envanterleri, askeri işbirlikleri, ekonomik ilişkilerin yoğunlaşması gibi konulara odaklanacaklar. Kıbrıs ve Irak Kürdistan Yönetimi gibi konularda kendi hassasiyetleri doğrultusunda politikalar takip edilmesi konusunda bastıracaklar. Planlarının bir sonraki aşaması için fişlemelerine devam edecekler. Türkiye’nin dışa kapalı ve anti-demokratik bir rejim olmasının ileride kurmayı düşledikleri sistem için gerekli olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu bakımdan Erdoğan’ın “kötü polisi oynaması” ve tüm hukuksuzlukları zaten demokrasiden fersah fersah uzak olan tabanına kabul ettirmesinden hoşnutlar. Kurmay zekâları, güçler ayrılığının sona erdirilmesi ve yürütmeye bağlı yargı mekanizması kurulmasının ileride kendi düşmanlarını takibata alıp elimine etmede ne kadar hayati bir rol oynayacağını hesaplıyor. Zamanı geldiğinde, cılız da olsa bir itirazla karşılaşırlarsa eğer, takip ettikleri uygulamaların ve kuralların kendileri (askerler) tarafından getirilmediğini, bilakis sivil bir yönetim tarafından yüksek bir demokratik çoğunlukla kabul edildiğini söyleyecekler. Sanırım o zaman, bugün gerçekleri görmek istemeyen, şakşakçılık yapan ve Erdoğan önünde iki büklüm duran, yeri geldiğinde tetikçilik, yeri geldiğinde dalkavukluk yapan İslamcı yazar (kasa) tayfası havuz ve akademisyenler gerçekleri bizzat yaşayarak öğrenecekler. Fakat çok geç olacak.

Kurmay zekâ için tüm ajanda bir satranç oyunudur. Önce etkili-etkisiz figürler stratejik noktalara konuşlandırılır. Karşı tarafa asla mevcut nihai plan sezdirilmez. Rakip, yapılan hamleler arasında bağı göremediğinden gidişatı okuyamaz. Her bir hamleyi kendi tekilliği içerisinde değerlendirir ve o hamlenin bütünsel plan içindeki rolü ve etkisini bilmediğinden, onu önemsemez. Oysa önemsiz görünen her hamle, oyunun sonuna bir adım daha yaklaştırır. Bugün öyle bir satranç oyunu söz konusu ki, oyunu kurgulayan ve yürütenler, karşı tarafa ortada bir satranç oyunu olduğunu dahi hissettirmiyor. Derin yapı, diktatörlüklerin kolluk gücünü denetimlerinde tutmakla doğru orantılı bir ömrü olacağını çok iyi biliyor. Peki, Erdoğan ve yakın çevresi bunu biliyor mu? Zaman, Erdoğan ve ekibi lehine ilerlemiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin