Yorum | Veysel Ayhan | @Veyhann
İnsanlar; yöneten ve yönetilen gruplarından oluşan kitlelerdir. Bizim konumuz yönetirken işinin ana unsuru, içinde bulunduğu kadro ile Allah’ın rahmetini, rızasını, hıfzını ve inayetini talep eden oluşumlar. Yani Hizmet kurumları.
Bu tür gönüllü Hizmet organizasyonlarında bir idarecinin en vazgeçilmez vasfı “sevgi” dolu bir kalbe sahip olmasıdır. İçinde “sevgi” taşımayan bir idareci otoritesini soğuk ve kopuk piyasa kurallarıyla kurar. Yönetici, altındaki personeli veya çalışanlarını kendi kardeşi, yakını hatta evladı gibi kucaklamıyorsa o oluşumu “gökler” kucaklamaz. Böyle bir kalp taşıyan yönetici alttakileri sevmediği için, işine gelince manevi iç argümanlara ve duygu sömürülerine; canı isteyince de piyasa kurallarıyla ceberut bir idareciliğe başvurur.
‘SEVGİ’ KADAR KARŞIDAN HİSSEDİLEN BİR BAŞKA DUYGU YOKTUR
Ama alttakiler üsttekinin bu ruh halini, kendilerini sevip sevmediğini kesinlikle hisseder. “Sevgi” kadar karşıdan otomatik olarak hissedilen bir başka duygu yoktur. En avam insan bile sevgisizliği hisseder. Hissedilince de yöneten ve yönetilen her iki taraf farklı buudlarda ve farklı dünyalarda yaşar. Ve ortada kardeşlik atmosferini yerle bir eden otorite sağlama zulmü başlar.
CEMAATLE NAMAZ; “SEVGİ”NİN OTORİTESİ
Yöneten ve yönetilenin farklı âlemlerde yaşadığı bu iklime rahmet inmez. “Allah’ın rahmeti cemaat üzerinedir.” Bunu namazla misallendirelim: İmam farklı yöne, cemaat farklı yöne doğru namaz kılmaz. İmam başka hayallerde cemaat başka ümniyelerde olmaz. İmam secde, cemaat rükû etmez. İmamın cemaati tecessüs, cemaatin birbirinin ‘sehif’ini yan gözle izlediği bir namaz, namaz değildir. Böyle bir namaz cemaatle yani “27” kat rahmeti celb edecek bir namaz olmaz. Böyle bir namazda Şeytan’ın rüzgârı fertler arasında ıslıklar çala çala, daireler çize çize ve kahkaha ata ata eser.
Hizmet bütünlüğünü, cemaatin uhuvvetini sağlayan en güçlü bağ sevgidir. Mantık, heyecan ve kitle psikolojisi güvenilir bir bağ değildir. Asli bağ ‘sevgi’dir. Tuğlalar arasındaki yegâne harç ‘sevgi’dir. Fertleri böyle bir harçla ‘bünyan-ı marsus’ gibi birbirine bağlı bir heyeti şeytanın hiçbir ordusu dağıtamaz. Şeytan o mabetlerin civarına bile yaklaşamaz. Şeytan’ın tozu dumana katıp dağıtacağı binalar, tuğlaları arası sanal harçlar olan, suni ve iğreti birlikteliklerden oluşan yapılarıdır.
SEVGİ MARKETTE SATILMAZ
Sevgi iradi değildir. İnsan ister, Allah kabul ederse lütfeder kalbe atar. Bu nedenle bir idareci kalbine bakmalı. Üç gramlık, kendi ve ailesinden ibaret bir kalbi varsa, altındakileri kendi öz kardeşleri gibi görmüyor, onların dertleriyle ilgilenmiyorsa, şefkatle her ihtiyaçlarına koşmuyorsa o idareciden hiçbir şey olmaz. Bu durum, gönüllülük esaslı tüm yapılarda, eğitim yuvalarında hatta öğretmen öğrenci ilişkisine kadar her noktada geçerlidir. Hemen her dairenin birliktelik harcı ‘sevgi’dir. Geri kalan sentetik tutkallar yatsıya kalmadan çözülür.
SEVGİ TESTİ
En kolay ve yanılmaz test şudur. Tüm çalıştığım arkadaşlarımı zihnimde önüme dizerim. Sonra bana dense “Ya bunlardan biri ölecek veya sen”. Kendimi her biri için ayrı ayrı feda edebiliyorsam ben arkadaşlarımı gerçekten seviyorum demektir. Gerisi laf-ı güzaf!
ELİNDE SOPA GÜNAH KEÇİSİ KOVALAMAK…
Bamteli’ndeki sözü tekrar hatırlayalım: “Bir insanın imanının vüsati (genişliği) mahlûkata şefkati nispetindedir.” Bu sebeple sevgisizlik benim iman zaafımı ifade eder. İman zaafı ise beni her hadisenin ardında Allah’ın hikmet eli olduğu gerçeğinden beni uzaklaştırır. Böyle bir kalp hayata pozitif bakamaz. Ufku dar, gözlüğü karanlık ve zihni kasvetli olarak yaşar.
Risale-i Nur terbiyesi almış her insan gördüğü güzellikleri Allah’tan, menfi ve menfi görünümlü olumsuzlukları nefsinden bilir. Neye şahit olursa olsun dünyayı bir matemhane-i umumi olarak görmez. Sürekli şikâyet etmez. Ben sabah şikayetle kalkıp akşam şikayetle yatıyorsam, sürekli dırdır ve isyan solukluyorsan, her gördüğüm insanda kusur buluyorsam, bu, benim sevgiden nasipsiz olduğumu gösterir. Elinde sopa, tek gündemi günah keçisi kovalamak olanların kalbinde hiçbir sevgi barınamaz.
‘PEYGAMBERLER YOLU’
İnsan öyle sevgi dolu olmalı ki Hocaefendi’nin ifadesiyle “Gönlünde herkesin oturabileceği bir sandalye olsun.”
Bir başka yerde şöyle denir: “İnsanların gönüllerini fethetmek için en kestirme yol sevgi yoludur. Ve sevgi yolu peygamberler yoludur.”
Sadece “işini yapıp maaşını alan bir devlet memuru” gibi isem işim bitmiş demektir. Ama ümidimi kesmemeliyim. Önceki yazıda dendiği gibi O dilerse bizi bir gecede insaniyet semasında bir sevgi burcuna ışığı bitmez bir kandil olarak asar. Bana düşen duadır.
Her gece telaş ve panikle seccademe koşmalıyım. İncir çekirdeği ile incir ağacı arası bir noktayı gaye-i hayal edinip, üç beş gramlık sevgiden ibaret kalbimi gök hediyesi “iman vüsatiyle” doldurmayı hedeflemeliyim.
HİÇ OLMAZSA
Ve her gece dualarımda altımda çalışanlar için “Allah’ım ‘şu, şu, şu… ‘ isimleri rıza’na yönelt, problemlerini gider ve onları bana sevdir”, “Rabb’im herhalde kalbimdeki bir marazdan dolayı şu ve şu arkadaşı sevmiyorum. Ne olur kalbi hastalıklarımı gidererek o arkadaşı da bana sevdir” demeliyim. Aksi halde önünde bulunduğum kadro ile aramda sevgiye değil korkuya dayalı bir otorite bağı kalır. Ve bu bağ da ne Allah’ın inayetine davetçi olur ne de bereket hasıl eder.
Hizmet ile ilgili her işin ‘besmelesi’ sevgidir. O sebeple Hizmet’te ‘kendini yenileme’ye ‘sevgi’den başlamak lazım.
Bunları bize değilde enaniyet kulelerinden inmeyen, vucudunun bir parçası olmuş ( adeta oksitlenme ile birbirine yapışmış çelik ve demir gibi ) makam mansıp koltuklarını bırakamayan abilere söyleseniz diyorum.
İki nokta arasındaki mesafeyi birleştiren düz çizgiye doğru denir değil mi? Bunu liseyi bitiren her okur, yazar bilir .Buna karşı gelebilmeniz için “iki noktanın arasını düz çizgi ile birleştirdiğinde buna sopa denir” gibi başka bir fikir ve o fikri ispat eden bir sıra matematik işlemi gerekli kurula sunmalısınız ki onlarca yıllık tanımlamayı yok sayıp sizin sunduğunuz verilerin geçerliliğini kabul etsinler.
Pozitif bilim dediğimiz, önermeler ve ispatlara dayalı bilim dallarından oluşur. Şimdi !!! Bu bilim dalları insanlık tarihini bulunduğu yerden daha ileriye taşır nasıl mı? Dünyada hiçbir canlı ve cansız sebepsiz ,amaçsız değildir. En küçük zerre dahi kapladığı yer ve fonksiyonu dahilinde gereksiz değildir. ”Cehennemin dahi gereksiz olmadığı gibi” Tam burada pozitif bilimle açıklanamayan sırrı çözülememiş lakin hiç bilmediğiniz tanıyamayacağınız noktalara geçelim.
Elle tutamadığımız ve gözle göremediğimiz adına duygu ,his ,önsezi vb…dediğimiz olgulara açık, net, kesin, olmazsa olmaz ,gerek şart gibi katılıkta tanımlamalar getirebilirmiyiz? Tam bu noktada insanlar yaptıkları tanımlamalara göre sınıfllara ve kategorilere ayrırlar kendi kendilerini.Birde yetmiyormuş gibi karşısındakini suçlarlar, “sen beni ötekileştiremezsin” diyerek.Kendi yaptığı gafı karşısındakinin üzerine yıkar. Misal ; elle tutulamayan gözle görülemeyen duyguları (sevgiyi) tanımlamak gibi.
Sevgiyi tanımlayabilirmiyiz?
Peki sevgiyi ölçebilirmiyiz?
Herkes kendi kabınca seviyordur belkide!
Makro alemi mikro alem cetveli ile ölçebilirmiyiz?
Barometreyi ,metre olarak kullanıp mesafe ölçebilirmiyiz?
Dumanı ölçebilirmiyiz?
İnsanı tartacağız ,sonra yakacağız , yanarken çıkardığı ne varsa hiç zayi etmeyeceğiz biriktireceğiz, sonra ? sonra ne yapacağız? Yanarken çıkardıklarını tartacağız . Finale geliyorum… Sonrada ilk başta tarttığımız sonuçtan yanarken çıkardıklarını çıkardığımızda sevgisini mi,ölçmüş olacağız acaba?
Hmmm oldukça ölçülebilirliği tartışılır bir mevzu bu” sevgi “.