[HABER-YORUM: DENİZ AYHAN]
ABD Başkanı Donald Trump’ın İslam dünyasından ilk ziyaret ettiği ülkenin Suudi Arabistan olması ve Riyad ile 110 milyar dolarlık bir silah anlaşması yapması, şüphesiz gerek Batı’da gerekse de bölgede yaşayan birçok kimsenin ‘bu silahlar nerede, kime karşı ve ne zaman kullanılacak’ sorularını gündeme getirmesine sebep oldu.
TRUMP SEÇİM KAMPANYASININ TERSİNİ YAPIYOR
Esasen, Trump’ın seçim kampanyasını, göreve geldikten sonra kurmaylarını hangi insanlardan seçtiğini ve akabinde yedi Müslüman yoğun ülkeden Amerika’ya turist gelmesini engelleyen yasaklamalarına baktığımızda; Trump için en hafif tabirle İslam’a mesafeli ya da İslam’la sorunlu bir lider tanımını yapmamız gayet mümkün. Hal bu iken, gerek Trump’ın Riyad ziyaretinde Suud Kralı’na ve yetkililere son derece sıcak davranması, gerekse de Suudi yönetiminin adeta yeni bir peygamber gelmişçesine Trump’a ilgi ve alaka göstermeleri, özellikle İran başta olmak üzere bölgede ki birçok aktörü rahatsız etmişe benziyor. Trump’ın Suudi Arabistan’dan hemen sonra Israil’e gitmesi ve burada İran’ın iflah olmaz bir ülke olduğunu alenen ifade etmesi, önümüzde ki günlerde ABD – Suudi Arabistan – İsrail üçlüsünün ortak tehdit gördüğü İran’a dair bölgede bir takım hareketliliklerin olabileceğini işaret etmekte.
Keza, Suudi Arabistan’ın Yemen’de İran’ın etki sahasını daraltmak için sonradan devreye girmesi; İran’ın ise Suriye’de Suudi Arabistan’ın etki sahasını perçinlemek ve mümkünse minimize etmek için Suriye denklemine silahlı olarak sonradan müdahil olması iki ülkeyi birbirlerine karşı yürüttüğü vekalet savaşı (proxy war) durumundan daha aktif bir savaş durumuna sürüklemişe benziyor. Iran gerek devrim muhafızları gerekse de Lübnan Hizbullahı’nı kullanarak Yemen ve Suriye’de Suudi etkisini kırmaya çalışırken; Suudi Arabistan ise El Kaide gibi cihatçı ve yer yer selefi grupları destekleyerek Suriye’de ve Yemen’de Şii etki sahasını daraltmaya çalışmakta. Israil açısından ise durum çok daha net. İsrail yıllardır bölgede sahip olduğu nükleer başlıklı silahları hiçbir şekilde tartışma konusu yapmadan, İran’ın nükleer çalışmalarından duyduğu rahatsızlığı her uluslararası ortamda dile getirmiş ve bu mücadelesinde çok güçlü bir desteği çoktan sağlamış durumda.
İRAN İLE MEZHEP SAVAŞI KAPIDA
Önümüzdeki yıllarda belki de aylarda ABD ve İsrail’in Suudi Arabistan üzerinden İran ile girişecekler mücadelede büyük ihtimalle bölgede ki mezhep temelli fay hatları tekrar kullanılmak suretiyle tansiyon yükseltilecek. Mezhep merkezli bu yeni kavganın önceki bölgesel çatışmalardan farklı olabileceğine dair bugüne kadar birçok uzman fikrine dile getirdi. Bu minvalden hareketle şunu belirtmek mümkün. Bölge’de hali hazırda bir takım mezhep tandanslı ve lokal çatışmalar zaten var. Örneğin, geçtiğimiz aylarda Pakistan’da Şii camileri hedef alınarak birçok Şii sivil Sünniler tarafından öldürüldü. Benzer şekilde, El Kaide bağlantılı gruplar Şii oldukları gerekçesi ile Irakt’ta birçok sivilin yaşamına son verdiler. Aynı şekilde, İran devrim muhafızlarının ve Lübnan Hizbullah’ının Sünni oldukları gerekçesiyle Suriye’nin kuzeyinde ve Irak’ın farklı bölgelerinde birçok Sünni’yi katlettiklerini de bilmekteyiz.
Fakat tüm bu çatışmalara rağmen, bölgesel ve topyekûn bir mezhep çatışmasından 2017 itibariyle bahsetmemiz mümkün değil. Böylesine bir savaşın olmamasının siyasal ve sosyolojik bir takım sebepleri olduğu gibi, ekonomik ve teknik bir çok boyutu da mevcut. Örneğin, Obama yönetimi ile son derece iyi geçinen Ruhanî yönetiminde ki İran’a Suudi Arabistan’ın açık bir şekilde savaş açması, sansasyonel eylemlerde bulunması pek mümkün olmazken, bugün ABD ile 110 milyar dolarlık bir silah anlaşması imzalaması ve Trump gibi bir liderin desteğini alması, Suudi Arabistan’ın önümüzde ki günlerde İran’a karşı cihatçı ve selefi grupları destekleme iştahını kabartabilir ve bağlantılı olarak aynı anda birçok yerde mezhep temelli patlamalara şahit olabiliriz.
TÜRKİYE NEREDE YER ALACAK?
Peki, Türkiye bu denklemin neresinde? Türkiye AK Parti iktidarları boyunca Suriye iç savaşının patlak vereceği ana kadar hep mezhepler üstü bir konumda kalmaya büyük gayret gösterdi. Sünni yoğun bir ülke olmasına rağmen bir tarafta Şii İran ile son derece ‘yakın’ ilişkiler geliştirebiliyorken, diğer tarafta Nusayri bir yönetim olan Esed hükümeti ile ortak kabine toplantıları dahi yapabiliyordu. Bu ülkelerle yakın ilişkiler geliştirmesi, Türkiye’nin bu ülkelerle sorunları olmadığı anlamına gelmiyor. Fakat, Türkiye bu ülkelere karşı Suriye iç savaşına kadar mezhepçi ve çatışmacı bir tavır almadı. Hatta öyle ki, 11 Eylül saldırısından sonra, George Bush yönetiminin Türkiye’ye ikazda bulunmasına rağmen, Erdoğan yönetimi bu ülkelerle ilişkilerine devam etti. Ancak, Suriye iç savaşının başlamasından itibaren Erdoğan yönetimi mezhepçi bir okuma ile bölgede ki cihatçı ve selefi grupları desteklemekten kaçınmadı. Hatta Erdoğan rejiminin desteklediği bir takım selefi ve cihatçı gruplar bugün Türkiye için milli güvenlik tehdidi olabilecek bir takım faaliyetler yürütmeye devam etmekteler.
Bununla beraber şunu ifade etmek mümkün. Türkiye özellikle son bir yıldır Rusya ile son derece çok boyutlu (ekonomik, askeri, stratejik, istihbari vb.) bir ilişkiler manzumesi geliştirmiş olsa da, ABD – Suudi Arabistan – Israil üçlüsünün İran’a karşı harekete geçirecekleri mezhep temelli her adımı tüm detayları ile desteklemese de, bu ittifakı karşısına alacak adımlar atmayacaktır. Dolayısıyla, Türkiye’nin İran ile olan münasebetlerinin önümüzde ki günlerde bugünkü mecrasından çıkarak daha sert ve yer yer hasmane üslupların kullanıldığı bir yöne evrilmesi son derece muhtemel görünmekte. 11 Eylül’den sonra önce Afganistan’ın daha sonra Irak’ın, ardından Suriye’nin istikrarsızlaşması nasıl Türkiye’yi birçok açıdan son derece menfi etkilemiş ve etkilemeye devam ediyorsa, İran’a karşı atılacak her adımın içerisinde Türkiye bulunsa da bulunmasa da Türkiye insanını dolaylı ve direkt olarak etkileyeceği son derece aşikar.