Erdoğan bu ‘mucizeyi’ nasıl gerçekleştirdi? [Ahmet Dönmez, yazdı]

Hürriyet Gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi’nin kulis bilgisine göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Meclis’ten referandum kararı çıktığında evet oylarının oranı yüzde 35’ti. Yüzde 51,4 çıkması iyi bir sonuç. Sonuçları kimseye tartıştırmayın” demiş. Referandumdan sonraki ilk bakanlar kurulu toplantısına başkanlık eden Erdoğan, bu değerlendirmeyi orada yapmış. Dönem dönem kamuoyuna yansıyan anket rakamlarına bakılırsa bu oranlar yanlış değil. Peki acaba buna rağmen Erdoğan neye güvenerek ısrarla bu referandumu istedi? Kişisel karizması ile 4 ayda yüzde 16’lık bir sıçrama yaptıracağına emin miydi? Yoksa başka bir bildiği mi vardı? Evet vardı. Onun ne olduğunu da zaten 16 Nisan akşamı herkes gördü.

Aslında, “Erdoğan neye güveniyor bu kadar?” sorusunu, 24 Ocak 2017 tarihli bir haber-analizde sormuştum. Yani Erdoğan’ın “Evet oyları yüzde 35’ti” dediği günlerde. “AKP’lilerin referandumdaki ‘gizli oyları’ ne olacak?” başlıklı yazı şöyle başlıyordu: “Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’nin tek adamı yapacak Anayasa değişikliği referandumdan geçer mi, geçmez mi? Artık tartışma bu. Erdoğan’a göre cevap belli: Millet ‘evet’ diyecek. Daha 1 Kasım seçimlerinin ardından, 18 Kasım 2015 tarihinde A Haber canlı yayınında, ‘Eğer Meclis’ten geçerse milletimiz referandumda bunu onaylayacaktır’ demişti. Neye dayanarak bu kadar kesin konuşmuştu? Oysa aynı millet, AKP’nin ‘başkanlık’ vaadiyle gittiği 7 Haziran seçiminde ‘hayır’ cevabını vermişti. Bu yüzden de 1 Kasım’a gidilirken proje unutturulmuş, hiç bahsedilmemişti. Bütün anketlerde de başkanlığa destek düşük çıkmasına rağmen Erdoğan, neye güveniyordu acaba?”

BAŞKANLIK DİYORDUK, 15 TEMMUZ OLDU

Erdoğan, ondan sonra başkanlık konusunu biteviye gündemde tutmaya devam etti. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinin verdiği açık mesaja rağmen sanki millet başkanlık için yanıp tutuşuyormuş gibi konuşmalar yaptı. Örneğin 17 Şubat 2016 tarihinde, “Yeni Türkiye’nin inşası çerçevesinde yeni anayasamızı da çıkartacağız. Başkanlık sistemi de inşallah bu şekilde hayata geçecektir. Öyleyse haydi millete gidelim. Millet bu kararı versin” diye seslendi. Ama kendi partisi dahil hemen hiç kimse oralı olmuyordu. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türk tipi başkanlığa karşı olduğunu sağır sultan bile biliyordu. Zaten alaşağı edilmesinin en büyük sebebi de buydu. Ama bu da yetmezdi. Erdoğan’ın ham hayalinin gerçek olabilmesi için Allah’tan bir lütuf gerekti. Gökten ne yağmıştı da yer kabul etmemişti; nitekim tam o esnada 15 Temmuz darbe girişimi geldi. Artık Erdoğan sadece bir siyasetçi, sadece bir Cumhurbaşkanı değildi. İnsanların meşrebine göre mitolojik kahramanlıktan halifeliğe kadar değişik isimlerle niteleyebileceği bir ‘yüce liderlik’ makamına erişmişti.

12 Şubat 2017 tarihinde, anket sonuçlarıyla ilgili bir soruya karşılık, “Ben halkımızın henüz cumhurbaşkanlığı sistemini anlama konumuna geldiğine ihtimal vermiyorum. Bunu iyice anlatmamız lazım” dedi. İşte “Evet’ler yüzde 35’lerdeydi” dediği günlerdi. 39 gün sonra, 23 Mart’ta CNN Türk ve Kanal D ortak yayınında, “Sandıktan yüzde 52’nin üzerinde ‘Evet’ çıkmasını bekliyorum” dedi. Allah Allah! Ne olmuştu da 39 günde oylar yüzde 17 fırlamıştı? Dediği gibi ‘iyice anlatmıştı’ da millet ikna mı olmuştu? Hayır. Peki olağanüstü bir seçim kampanyası mı yürütülmüştü? Evet. Zaten adı üstünde ‘Olağanüstü Hal’ şartlarında gidildi sandığa.

davut spot

OLAĞANÜSTÜ ARSIZLIK KAMPANYASI

Hayır kampanyası ‘olağanüstü’ bir zorbalıkla bastırıldı. Muhalifler ‘olağanüstü’ bir şiddetle susturuldu. Medya, ‘olağanüstü’ bir arsızlıkla ‘Evet’ propagandasının tek sesli aracı haline getirildi. Valiler, kaymakamlar, hakimler, savcılar ve muhtarlar bile ‘olağanüstü’ bir yandaşlıkla ’Hayır’ verecekleri tehdit etti. Bu da yetmedi, ‘olağanüstü bir hava’ estiren Erdoğan, “Bu Haçlı ile Hilal’in savaşıdır” bile dedi.

Yani, ‘Hayır’ diyen bir halk, paketin içeriğine hiç girilmeden 39 günde ‘Evet’ diyecek hale mi getirildi? Bu önermenin içerisindeki gizli itirafa bir itirazım yok benim. Bu, kendisine oy veren kitlenin ne kadar ‘güdülmeye ve ütülmeye’ açık bir kitle olduğunun kabulü anlamına gelir. ‘Ver mehteri, ver hamaseti, biraz Haçlı, biraz Hilal; al sana diktatörlük’ öyle mi? Çok haksız değil, kabul ediyorum. Ama yine de yetmez. Yetmiyordu. Yetmedi de nitekim. O mucizenin gerçekleşmesi için başka bir şeye daha ihtiyaç vardı. Böyle, hani ne biliyim, ancak Woody Allen filmlerinde olabilecek absürtlükte bir mucize. Hem ‘olağanüstü’ bir şey olacak hem de sanki her şey olağanmış gibi, sanki yani böyle atı alan Üsküdar’ı geçmiş gibi bir hava estirecek mucize… Çiğ yenecek ama karnı ağrıtmayacak bir şey… Golü elle atacak ama hakem golü verecek… Hem abdestinden şüphesi olacak hem namazı sayılacak… Hem mühürsüz pusulalarla oy kullanılacak hem YSK kabul edecek… Hem hırsızlık yapılacak hem mahkeme “Helali hoş olsun” diyecek… O türden bir şey. İşte o oldu. Erdoğan hakemden de hâkimden de emindi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin