Devlet Bahçeli Türk siyaset sahnesinin nev-i şahsına münhasır enteresan simalarından. Uzunca bir zamandır görünür olduğu siyaset sahnesinin kalın perdeleriyle kamufle edilmiş farklı bir dünyada da aktif olduğuna dair rivayetler ise muhtelif. Bu yüzden, siyaset sahnesinde görevlendirildiği günden bu yana aldığı kritik kararların hangilerinin kendi iradesiyle, hangilerinin sır perdesi gerisindeki yoldaşlarının talebiyle alındığı tartışmaya açık.
Tartışmaya gerek duyulmayan ise, Bahçeli’nin kritik dönemlerde Türkiye’nin temel yönelimini etkileyecek beklenmedik kritik manevralar yapabilen bir figür olması. Bize “Belki de bir Bahçeli var Bahçeli’de Bahçeli’den içerû!” dedirten de bu özelliği zaten. Gözlemlerim Türkiye siyasi tarihi açısından son derece önemli olan en az dört kritik dönemeçte Bahçeli’nin sıradışı hareketine işaret ediyor.
KÖKLÜ BİR CHP’Lİ AİLE, İYİ BİR EĞİTİM
1 Ocak 1948’de Osmaniye’de doğan Bahçeli, sol ideolojiye sahip köklü bir ailede yetişmiş. Bahçeli’nin babasının CHP’li ve İsmet İnönü hayranı olduğu biliniyor. İyi bir eğitim alan Bahçeli, ilk öğrenimi sonrası Adana’da Özel Çukurova Koleji’nde yatılı okumuş. Lise eğitimi için İstanbul’da Emirgan Akgün Koleji’ne yazılmış. Lise ikinci sınıfta Etiler’deki Özel Ata Koleji’ne geçmiş. 1967 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni kazanmış ve 1971 yılında dış ticaret bölümünden mezun olmuş.
Bahçeli, gençlik dönemlerinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi genel başkanı Alparslan Türkeş’in seminerlerine gitmeye başlamış. 1967’de üniversitede öğrenci iken Ülkü Ocakları kurucusu ve yöneticisi olarak görev almış. 1970-1971 yıllarında Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Sekreterliği görevinde bulunmuş. Siyasi faaliyetlerini aktif bir şekilde yürütürken akademik çalışmalarını da devam ettirmiş.
1980 DARBESİNDE BAHÇELİ’YE DOKUNAN OLMAMIŞ
12 Eylül 1980 askeri darbesinde kendisine hiç kimsenin dokunmadığı Bahçeli, cezaevine giren pek çok arkadaşının davalarıyla yakından ilgilenmiş. MHP Genel Başkanı Türkeş’in göreve çağırması üzerine 17 Nisan 1987’de öğretim üyeliğinden istifa eden Bahçeli, 19 Nisan 1987 tarihinde yapılan Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) Büyük Kurultayı’nda parti yönetimine seçilmiş ve Genel Sekreterlik görevine getirilmiş.
Türkeş 4 Nisan 1997’de kalp krizi sonucu vefat edince Bahçeli, 1997 yılında gerçekleştirilen olaylı iki Olağanüstü Kongre sonucunda MHP’ye genel başkan seçildi. 6 Temmuz 1997’den beri, yani tam 20 yıldır, MHP genel başkanlığı görevini sürdürüyor. 1999-2001 yılları arasında Bülent Ecevit liderliğindeki koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak yer alan Bahçeli, 2002 seçimleri hariç, 1999-2017 arasındaki tüm seçimlerde Meclis’e girdi. 2002 seçimlerinde partisi baraj altında kalınca genel başkanlık görevinden istifa etti, ama 2003 yılında yapılan kongrede genel başkanlığa tekrar seçildi.
MHP’nin 1 Kasım 2015 seçimlerinde yüzde 11,90’a gerilemesinin ardından 547 delege olağanüstü kurultay taleplerini MHP Genel Merkezi’ne iletmiş, fakat Bahçeli, kurultay çağrılarını reddetmişti. Muhalifler partinin olağanüstü kurultaya götürülmesi talebiyle Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde dava açmış, 19 Haziran 2016 tarihinde bir kurultay yapılmıştı ve parti tüzüğündeki ‘olağanüstü kurultaylarda genel başkan seçimi yapılmasını’ engelleyen madde değiştirilmişti. Fakat, yapılan bu değişiklikler Yargıtay’ın kararıyla durdurulmuştu.
BEKLENMEDİK ANLARDA BEKLENMEDİK KRİTİK HAMLELER
Bahçeli’nin 1999 yılında müstakbel ortaklarının bütün hakaretlerini göğüsleyerek koalisyon ortağı olması, 2002’de sürpriz bir şekilde AKP’nin önünü açacak erken seçim sürecini tetiklemesi, 2015’te koalisyon ihtimalini ortadan kaldıracak ne varsa yapması ve nihayet son zamanlara kadar Erdoğan karşıtlığı ile bilinen Bahçeli’nin 180 derecelik bir manevrayla Erdoğan’ın siyasi ihtiraslarının en büyük destekçisi haline gelmesi açıklanması kolay olmayan hamleler olarak göze çarpıyor.
Bahçeli liderliğinde MHP, 1999 seçimlerinde oy oranını ilk kez yüzde 17,98’e çıkararak ikinci parti oldu. Ecevit liderliğindeki koalisyon hükümetinde yer alan MHP, böylece 21 yıl sonra ilk kez hükümete girdi. DSP Kurucusu Rahşan Ecevit’in sert eleştirileri ve ağır hakaretlerine rağmen Başbakan Yardımcılığı görevini 18 Kasım 2002 tarihine kadar sürdürdü. DSP-MHP-ANAP koalisyonu kurulurken Rahşan Ecevit, “Çocukları örgütlediler, hatta silahlandırdılar. Ya bizden olacaksın ya canından dediler” sözleriyle MHP’yi ağır bir dille eleştirmiş, “MHP ile koalisyonu içime sindiremiyorum” ve “Katillerle koalisyon kurmam” demişti. Bunun üzerine Bahçeli, özür dilenmesini talep ederek biraz naz yapmış, ama istediği özrün gelmesini beklemeden koalisyondaki koltuğuna oturuvermişti. Bahçeli, bu konuda 1999’da alamadığı tavrı 2006’da almış ve AKP’ye karşı sağ-sol ittifakı arayışını sürdüren Rahşan Ecevit’in görüşme teklifini reddetmişti.
AKP VE ERDOĞAN’IN ÖNÜNÜ AÇAN SÜREÇTEKİ ROLÜ
Mayıs 2002’de Başbakan Ecevit rahatsızlanmış, ilerleyen yaşının etkisiyle sağlık durumunun düzelmemesi üzerine görevine devam edip edemeyeceği yönünde tartışmalar başlamıştı. Tartışmaların DSP içine yansımasıyla Temmuz ayı içinde DSP grubunun sandalye sayısı istifalarla yarı yarıya düşmüştü. Bu gelişmeler yaşanıyorken Bahçeli, 7 Temmuz 2002 günü yaptığı bir açıklamayla 3 Kasım 2002 tarihinde erken seçim yapılmasını istedi. 16 Temmuz 2002’de koalisyon hükümetini oluşturan üç partinin genel başkanları arasında yapılan toplantıda 3 Kasım’da erken seçim yapılması kararı alındı. Yapılan seçimlerde MHP yüzde 10 barajı altında ve Meclis dışında kaldı. Bahçeli, seçimlerin ardından yaptığı açıklamada “Başarısızlığın tek sorumlusuyum” açıklamasını yaparak geçici bir süreliğine genel başkanlık görevinden istifa etti.
Bahçeli, gözlemciler ve siyaset bilimcilerin açıklamakta güçlük çektiği bir diğer tuhaf manevrayı ise 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası yaptı. Sandık sonuçlarının belirginleştiği ilk anlarda yaptığı bir açıklamayla koalisyon ihtimallerinin hepsine “hayır” diyen Bahçeli, Türkiye’yi Erdoğan ve AKP’nin siyasi ihtiraslarına ve karanlık oyun planlarına mahkum etti. “MHP, şerefi ve haysiyetiyle, ilkeli ve dürüst davranışıyla, politikalarıyla Meclis’te denetimi esas alan bir ana muhalefet partisi görevini üstlenmeye hazırdır” diyen Bahçeli, CHP’nin “Olası bir CHP-MHP koalisyonunda, isterse Bahçeli’nin Başbakanlık görevini üstlenebileceği” önerisini ise “beni koltukla kandıramazsınız” diyerek ve bu teklifi “ahlaksız teklif” olarak niteleyerek reddetti. Tüm siyasiler gibi ana amacı iktidara gelmek olması gereken Bahçeli’nin bütün analizleri aciz bırakan bu tuhaf tavrı Davutoğlu’nun bile “Her söylenene hayır diyen lider mi olur?” tepkisine yol açmıştı.
‘BÜTÜN O KÖPÜKLERİ İTİNAYLA YALAYACAĞI YENİ SÜREÇ BAŞLIYOR’
Neticede Bahçeli, yıllarca Erdoğan’ın sert ve ayrıştırıcı konuşma metinlerini yazan AKP milletvekili Aydın Ünal’ın “Ağzından köpükler saçarak konuşan siyasetin zavallısı Devlet Bahçeli için, bütün o köpükleri itinayla yalayacağı yeni bir süreç başlıyor.” şeklindeki ağır hakaret dolu çıkışını eylemleriyle fazlasıyla haklı çıkardı. Demokratik süreçler gereği partiyi muhaliflerine kaptırmamak için Erdoğan’ın anti-demokratik desteğine ihtiyaç duyan Bahçeli o güne kadar ağır sözlerle eleştirdiği Saray’a hızla yanaştı. Kontrolündeki yargıyı kullanan Erdoğan, Bahçeli karşıtı parti içi muhalefetin gayretlerini hukuksuz bir şekilde boşa çıkardı. Bu hamleden sonra MHP’yi Saray’ın arka bahçesine çeviren Bahçeli, yakın geçmişteki tüm siyaset ve keskin söylemlerinin aksine bir yöne savruldu.
Erdoğan’a asgari “Türkiye’yi bölmeye çalışmak, etnik bölücülük konusunda sicil sahibi olmak, Türkiye’yi ayrıştırma ve bölme projelerini İmralı, Kandil ve Barzani’nin desteğiyle hayata geçirmek için çalışmak, İmralı canisi ile rol paylaşmak, işbirliği içinde olmak, kol kola girmek, aynı çizgide olmak; kimliksiz ve kişiliksiz siyasetin temsilcisi olmak, hayâsızlık, ahlaksızlık, namussuzluk, edepsizlik; çürümüş bir zihniyete sahip olarak, etrafa mide bulandıran koku yaymak, ahlak bunalımına girmek, ahlaki ve vicdani bütün ölçülerini kaybetmek, seviye ve seviyesizlik ölçüleriyle tarif edilemeyecek bir çukura düşmek, utanç verici bir kişi olmak, teröristleri kucaklamak, alçaklık, yalancılık, riyakârlık, yalanlarla Türk milletine hakaret etmek” sıfatlarını layık gören Bahçeli gitmiş, yerine Erdoğan’ın emirlerine amade, siyasi ihtiraslarına ve komplolarına nefer yazılan yeni bir Bahçeli gelmişti. Bu keskin dönüşüm ve manevrayı açıklamakta da gözlemciler ve siyaset bilimciler doğal olarak aciz kalacaktı.
BAHÇELİ KONUSUNDA AKŞENER VE ZEYBEK NE KADAR HAKLI?
Yakın zamana kadar “başkanlık sistemi önerisi”ne karşı çıkan, parlamenter sistemden yana olduğunu defaatle açıklayan Bahçeli’nin yerini çoktan güçler ayrılığını tamamen ortadan kaldırarak Erdoğan’a diktatör yetkileri veren frensiz ve kontrolsüz başkanlık sisteminin taşeronu olan bir Bahçeli almıştı. İnsanın pek inanası gelmiyor ama, Bahçeli’nin “kurultayı engelleyerek Akşener’in tutuklanması için Saray’la anlaşıp karşılığında başkanlık sisteminin getirilmesi sözü verdiği”ne dair Meral Akşener’in iddiaları belki de gerçeğin ta kendisini yansıtıyordur. Belki de durum Akşener’in iddia ettiğinden daha karmaşık ve kurumsal bir ‘background’a dayanıyordur. Kim bilir?
Bildiğimiz tek şey Bahçeli’nin dün “ak” dediğine bugün “kara” dediği ve bu tavır değişikliğine makul ve ikna edici bir açıklama getirme ihtiyacı bile duymamasıdır. Erdoğan’ın fiili diktatörlüğünü yasal güvenceye alacak anayasa değişiklikleri için AKP’lilerden daha fazla canla başla çalışan, referandum sürecinde de aynı yönde gayret göstereceğini şimdiden ilan eden Bahçeli’nin hangi saik ve motivasyonla bu tuhaf tavra girdiği merak konusu olmaya devam ediyor.
Kim bilir, Ülkü Ocakları’nın kurucusu Namık Kemal Zeybek’in bu konuda da bir açıklaması vardır belki. Belki de Zeybek’in sarfettiği şu şok edici sözler Bahçeli’nin tuhaf tavır değişikliklerini de açıklıyordur: “Devlet Bahçeli Ülkücü Asistanlar Derneği Başkanı idi. ‘Onu da alalım’ dedim. ‘Tanımıyorum ama böyle bir zat duyuyorum’ dedim. Ramiz Ongun’un itirazı oldu. Dedi ki ‘O MİT görevlisidir, olmaz.’ ‘Alpaslan Türkeş bunu bilmiyor mu?’ diye sordum. Biliyormuş. ‘Onu uzaklaştırırsak bilmediğimiz bir görevli gönderirler. Ben onu değerlendiriyorum’ dedi. Ben bu hadiseye rağmen ‘MİT de bizim’ diye düşündüm. Sonradan şunu anladım; bir insanın bir partili olup MİT’te çalışması başka bir şey, MİT adına o partiye girip, o partili gibi görünmesi başka bir şey.”