“Sürekli iç çatışma, kaos, komşu ülkelerle düşman, dünyaya kapalı, Avrupa Birliği ve insan haklarına karşı, iç etnik çatışmalar ve naylon terör örgütleri ile uğraşan ve ekonomik yönden zayıf bir devlet imajı oluşturulmaya çalışılarak, devlet otoritesini içte ve dışta zaafiyete uğratmak. Ülkeyi yönetilemez hale getirmek, böylece terör örgütünün daha rahat yönetip yönlendireceği siyasal iktidarlar oluşturmak, gizli amaç ve prensiplerinin dışına çıkan tüm siyasal iktidarları değişik yöntemlerle kontrol altına almak. Bu başarılamadığı takdirde, yasama ve yürütme organlarını devirip, kendi ideolojik amaçları doğrultusunda devlet yönetimini ele geçirmek.”
Yukarıdaki satırlar AKP’nin çıkarttığı af ile sanıkları salıverilen, ardından 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalı sonrasında kıyılan nikahla üstü kapatılan Ergenekon davasının iddianamesinde geçiyor. Örgütün adı ne? PKK mı? Çaya çorbaya suç yaftalanan, milyonlarca masumu tutuklamak için uydurulmuş ‘fetö’ mü? Değil. Ergenekon, bu örgütün adı.
ERGENEKON’UN ÖRGÜTLERİ YÖNETME TAKTİĞİ NEYDİ?
Ergenekon’un temel belgelerinden “Ergenekon Yeniden Yapılanma, Panzehir ve Fabrikatör” dokümanları bu ilişkiyi fazlasıyla deşifre ediyordu. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın iddianame ve mütaalaya kaydettiği bilgilere göre, Ergenekon örgütü terör gruplarının ve eylemlerinin kontrol altında tutulması için ‘naylon terör grupları’ oluşturulmasını istiyor, bunların da istedikleri zaman eylem ortaya koymasını sağlıyordu. Ergenekon iddianamesinde yer alan bilgilere göre, örgüt bunu 2005-2008 döneminde uyguladı da.
Bu terör konsolidasyonu sağlayan örgüt listesi sadece PKK’dan oluşmuyordu, DHKP-C, İBDA-C, Hizbuttahrir, hatta son dönemde türetilen Devrimci Karargah bu listelerde vardı. Ergenekon sanıklarının ve özellikle ordu içindeki isimlerin bu örgütleri yönetme merakı iddianamelerde birçok şekilde yer aldı.
ÖNCE İNFİAL UYANDIRICAK SALDIRILAR ARDINDAN PROVOKASYON
Ergenekon davası ve sonrasında da terör örgütlerini, eylemlerini yönetme, yönlendirme taktiği uygulandı. Daha çok da PKK kullanıldı. Örneğin Dağlıca, Gediktepe, Silvan saldırılarında onlarca asker şehit edildi. PKK’nın eylemlerinden sonra milliyetçi tepkilerin organizasyonu hiç ihmal edilmedi. Vatandaşların haklı tepkisi kanalize edildi cenazeler öncesi ve sonrasında. Balıkesir, Bilecik, Bursa’daki provokatif olaylar, yollarda taşlanan Güneydoğu ve Doğu illerinin otobüsleri, Mersin, Adana’da Kürt-Türk çatışma prova ve provakasyonları yapıldı. Önce şehitler geldi, ardından milliyetçi hassasiyetler üzerine oyun kuruldu. Sonra da Kürt vatandaşlara ya da Kürt hareketinin siyasi ve kurumsal yapılarına veya kişilere yönelik saldırılar gerçekleştirildi.
BATIYA TAŞINAN ‘TÜRK-KÜRT’ KAVGASI, YÜKSELEN OYLAR
2008’de Ege Bölgesi’nde Balıkesir, İzmir, Manisa, Aydın’da Türkler ve Kürtler arasında çatışma ortamı oluşturacak onlarca hadise yaşandı. 1 Ekim 2008’de Balıkesir Ayvalık ilçesi Altınoluk beldesinde 2 kişinin ölümü 7 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bir husumet, ilçeyi savaş alanına çevirmişti. Güneydoğu kökenli vatandaşların hedef olduğu eylemler oya da tahvil edildi nihayetinde. Örneğin 2009’da MHP yerel seçimlerde bu illerde tam bir oy patlaması yaşamıştı. Manisa, Balıkesir, Afyon, Bursa, Uşak’ta yüzde 15 ila 20 arasında oylarını artırmıştı. Manivela işliyordu, sistem şöyle çalışıyordu: Önce şehitler geliyor, ardından tepki büyütülüyor, sonra oylar…
KÜRTLERİ KORKUT, SİYASİ OLAN SUSSUN, SİLAHI OLAN KONUŞSUN
Bunun tersi de denendi. Yani Kürt vatandaşları korkutma ve konsolide etme eylemleri yapıldı. 7 Haziran seçimleri öncesinde Selahattin Demirtaş’ın ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözüyle başlayan süreçte önce İmralı’da AKP’nin MİT eliyle yürüttüğü Abdullah Öcalan ile görüşme masası devrildi. Ardından terör tırmandı. 7 Haziran seçimlerinden iki gün önce Diyarbakır’da miting meydanında patlayan bombalar yüzünden 5 kişi hayatını kaybederken, 400 kişi yaralandı. IŞİD’li saldırgan hapse gönderildi. Hemen öncesinde Adana, Mersin’de patlatılan bombalar vardı. Bombalı saldırılardan sonra meydanlara çıkalım çağrıları cevapsız kalmıştı. Diyarbakır’da HDP’nin kalbinde insanlar tepki vermek istemedi. Kürt vatandaşlar tuzağı görmüştü.
İÇ SAVAŞ TUZAĞINI GÖREN ESNAFLARIN BASİRETİ
10 Eylül 2015’te Kırşehir’de terör protestoları şiddet eylemine Gül Kitabevi, bir tatlı salonu, çiğköfteci ve konfeksiyon mağazası tekbirlerle ateşe verilmişti. Halkın, iç savaş provokasyonu yapıldığını keşfedip, Kürt esnaflara destek çıkması tam bir basiret örneği olmuştu. Bu yüzden olaylar karanlık ellerin istediği istikamette daha fazla büyütülemedi.
Son dönemde metropollerde ardı ardına bombalar patlatılıyor. Kırsaldaki PKK’nın eylemlerinin haricinde şehirlerde farklı bir strateji izleniyor. Asker, sivil, polis; hedefte her kim varsa kitlesel infial uyandıracak büyüklükte saldırı yapılıyor. Bu tür terör saldırılarında PKK’nın kolu olarak bilinen ve Kürdistan Özgürlük Şahinleri ismiyle maruf TAK öne çıkıyor.
KOKTEYL TERÖR SÖYLEMİ, TAK VE ÖTESİ…
Örneğin önceki hafta Beşiktaş’ta yapılan ve 44 kişinin şehit edildiği ikiz terör saldırısını TAK üstlendi. Kayseri’deki saldırının da failinin TAK olduğu ileri sürüldü. Yine 11 kişinin şehit edildiği 6 Kasım’daki Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne yönelik eylemi de önce IŞİD üstlendi, sonra TAK’ın üstlendiği duyuruldu. İdeolojileri farklı hatta birbirine düşman iki örgütün aynı hedefe nasıl saldırdığı, ya da olayı üstlendiği hala soru işareti. Ancak Türkiye tarihinin en büyük terör saldırısı olarak kayda geçen 108 kişinin hayatını kaybettiği Ankara Gar Saldırısı sonrası bazı mihrakların ürettiği ‘kokteyl terör’ kavramı, kafa karışıklığının ya da derin işbirliğinin sadece örgütlerde değil, halen ülkeyi yöneten hükümette de olduğunu gösterdi.
PKK’nın yan kolu veya yaptığı eylemleri üstlenmek istemediğinde kullandığı yapı diye adlandırılsa da terör örgütü TAK 2002’den sonra ortaya çıktı. Bu yönüyle Ergenekon davalarından sonra türeyen ve şimdilerde sessizliğe gömülen Devrimci Karargah örgütüyle benzeşiyordu. Sadece PKK ve Apocu eylemciler değil, aynı zamanda radikal silahlı sol örgütlerle teması olduğu kendi mesajlarından ve söylemlerinden de anlaşılıyordu. TAK, PKK’nın aksine metropollerde, turistik bölgelerde sivillere askerlere yönelik bombalı saldırı, intihar saldırıları, sabotaj ve kundaklamalar yaptı.
DERİNLERİN VE PKK’NIN METROPOL TERÖRÜ ORTAKLIĞI
23 Mayıs 2007’de 7 kişinin şehit olduğu 107 kişinin yaralandığı Ankara Ulus Anafartalar saldırısı, İstanbul Halkalı’da, İzmir’de asker servislerine ve kışlalarına yönelik eylemler, 17 Şubat 2016’da devletin kalbini hedef alan Genelkurmay ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı servislerine yapılan saldırı (29 şehit 61 yaralı) 7 Haziran 2016 tarihli İstanbul Vezneciler saldırılarını (12 şehit, 36 yaralı) TAK üstlendi. Ankara’da Eylül 2011’deki saldırıdan sonra TAK’a havale edilen eylemdeki patlayıcı yüklü aracın Türk İntikam Tugayı (TİT) tarafından temin edildiği iddia edilmişti. Kürt silahlı hareketi adına eylem yapan örgüte lojistik destek sağlayan Milliyetçi bir başka örgüt!
DARBELERDEN ÖNCE SÜRÜLEN TARLALARI, ŞİMDİ KİMLER SÜRÜYOR?
Bütün bu örgüt değiş tokuşları ve taktikleri aslında hiç de yabancı değil, başta zikrettiğimiz Ergenekon iddianamesi ve örgütün temel belgelerindeki detaylar bize bugünlerde yükselen terör dalgasının arkasındaki mantığı da gösteriyor. Ergenekon’un ne kadar aktif olduğu bilinmese de örgütlerin öğrendiği bu yöntemleri harfiyen yerine getirdiğini söylemek yanlış olmaz. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu, 1980 öncesi sağ-sol, ülkücü-komünist, Alevi-Sünni çatışması şeklinde vatan evlatlarının birbirine kırdırıldığını anlatırken, ‘bizim tarlayı önceden sürmüşler’ tabirini kullanmıştı. Şimdi de tarlaları önceden süren bir akıl var.
PARAMİLİTER YAPILAR VE ÖRGÜTLERİN GİZLİ NİKAHI
Ülkücü görünümlü Osmanlı Ocakları’nı, AK Gömlekli paramiliterleri, SADAT gibi yapıları, Ergenekon ve Milliyetçilikleri ile maruf Sedat Peker’leri, TAK ve IŞİD gibi birbirine taban tabana zıt örgütleri bir arada tutan motivasyon nedir bilinmez. Şurası net ki; şartları olgunlaştırmak, Kürt-Türk, Alevi-Sünni gerginliği ya da çatışmaları için Anadolu’da topraklar kan akıtılarak bu eylemler ve ardından gelen provokasyonlarla tekrar sürülüyor maalesef.
‘KENTLERE BOMBA DEPOLADIĞINIZI BİLİYORUZ’ SÖYLEMİNDEN TANKLA ŞEHİR YOK ETMEYE
Bir de ne yaptığını bilmeyen, ya da bilse de korunan sözde istihbarat aklı var. 2010 yılında Oslo’daki MİT-PKK görüşmelerinde MİT Müsteşar yardımcısı Afet Güneş, karşısında oturan PKK’lı Sabri Ok’a “Kentlere bomba depoladığınızı biliyoruz. O durumlarınızı bile tolere ediyoruz” demişti örneğin. O bombaların onlarca kat fazlası Güneydoğu’ya depolanırken ses etmedi hükümet ve güvenlik bürokrasisi. Ne olduysa 7 Haziran süreciyle masa devrildi, o bombaların bulunduğu bölgeler kuşatıldı tanklarla. Bir yılı aşkındır Güneydoğu’da milyonlarca kişi göç etmek zorunda kaldı. Yüzlerce asker, polis şehit edildi. Halkının üstüne mermi sıkan, tank atışı yapan devlet olarak kayda aldı Kürt halkı bunu. Kobani’de, Halep’teki manzaralardan farklı değildi yaşanan. Tek fark, sessizlikti. Doğu’da da batıda da masayı devirip, siyaseti ve oyu devşirmek isteyenlerin yangına büyütmesine sessiz kaldı Türkiye. Hem de topluca.
‘BİZ İSTEDİĞİMİZDE BOMBALA!’
Ergenekon davasına giren ilginç bir diyalog da vardı. Fikri Karadağ, Muhammet Yüce arasındaki telefonlaşmada DTP genel merkezine, belediye başkanlarına tehdit mektupları, molotoflu saldırılar tek tek sıralanıyordu. Yine davadaki telefon tapelerinde Yüce, Karadağ’a “…Komutanım ben bir şeyler planlıyorum. DTP’yi bombalayacağım” diye eylem hazırlığını anlattığında Fikri Karadağ, “Sakın yapma, onlar istediğinde değil, bizim istediğimiz zaman yapacağız” cevabını vermişti. Kontrollü terör ya da provokasyon sadece Ergenekon’un taktiği değildi. 27 Mayıs darbesinden önce Ankara-İstanbul olayları, 5 Mayıs provokasyonu; 1 Mayıs 1977’den itibaren 12 Eylül darbesine kadar sağ-sol, Alevi-Sünni çatışması, yine 1990’larda Madımak provokasyonlarında aynı taktikler kullanıldı. Şimdi aynı film tekrar sürümde.
Güzel bir analiz olmuş. Üst-üste yaşanan terör olaylarını gördükçe direk Ergenekon bağlantısına veriyorum. Terörün patlamasının doğrudan Ergenekon tahliyesi ile ilgili olduğu kanaatindeyim.