“Erdoğan’ı cumhurbaşkanı olarak görmüyorum, karşılaştığımızda yüzüne bakmıyorum. Saray’ı MHP korkusu sardı. 1100 odalı Kaçak Saray’da bir saat bile rahat uyku uyuyamıyor. AKP 7 Haziran’da yüzde 52’nin altına düşerse Erdoğan milletten güvenoyu alamamış demektir. İstifa etmesi gerekir.”
Bunlar Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran seçimlerinden iki hafta önce sarf ettiği sözler. Seçimlerde AKP tek başına iktidarı kaybetti. Yüzde 40,9 oy aldı. MHP, HDP 80’er, CHP 132 milletvekili çıkarttı. Muhalefet aritmetik olarak AKP’ye istediğini yaptırabilir, demokrasiyi rayına oturtabilirdi. Ama öyle olmadı. Seçimler öncesinde Erdoğan karşıtlığı ile oy olan ve kükreyen Bahçeli, HDP’yi bahane edip Saray’ın iklimine kendisini teslim etti kısa sürede.
MUHALEFET 7 HAZİRAN’I HEBA ETTİ
Oysa 7 Haziran’da seçmen, 17-25 Aralık’tan itibaren hukuk devleti ve demokrasiyi terk ederek tek adamlığa evrilmeye başlayan Türkiye’yi, Erdoğan politikalarından kurtaracak fırsatı altın bir tepside sunmuştu. Muhalefet, Meclis başkanını ve hükümeti belirleme adına elindeki yasama gücünü heba etti. Selahattin Demirtaş’ın Meclis başkanlığı, AKP dışındaki iktidar alternatiflerine dışarıdan destek açıklamaları gibi ‘siyasi hayatı pahası’na açtığı kapıları ne Bahçeli, ne Kılıçdaroğlu görebildi. CHP, Baykal’ın Meclis adaylığı ile bocaladı. Bahçeli ise ‘Devlet kapısı’ gibi direndi. Meclis kilitlendi.
BAHÇELİ’NİN GAYRİ RESMİ ZİYARETLERİ…
Deniz Baykal’ın Erdoğan’la resmi buluşmasına kadar, Bahçeli’nin gayri resmi temas iddiaları ipleri AKP’nin eline verdi. Dört bakanın rüşvet ve yolsuzluk dosyalarının açılması, özgürlükleri kısıtlayan yasaların geri döndürülmesi, Kürt meselesinin Meclis’te çözümü için fırsat da kaçırıldı. 7 Haziran’dan sonra ülke, tarihinin en kanlı saldırılarını yapan terör sarmalına teslim edilirken, yüzlerce şehit cenazesiyle yüz yüze kaldı.
Yüzlerce sivil, İstanbul’da Ankara’da, Diyarbakır’da yitirildi. Vatandaş adeta korkuya mahkum edilerek, Saray’ın hamlesiyle tekrar sandık başına götürüldü. Sonuçta AKP, daha doğrusu Tayyip Erdoğan 7 Haziran’da kaybettiğini geri aldı. Seçim öncesi mitingler yapan, Saray turları ile milletvekillerini tek tek belirleyerek AKP’yi yönetmeye devam eden Erdoğan, fiili durumla önce AKP’yi tekrar ele geçirdi. Ahmet Davutoğlu gitti. Binali Yıldırım getirildi.
PARTİ İÇİ MUHALEFETİ EL ELE YOK ETME HAMLESİ
MHP de değişimi parti içi demokrasi ile sağlamaya çalışan muhalefet harekete geçti neticede. AKP’nin ve Saray’ın gidişatını siyasi kanalda durdurmanın adreslerinden biri MHP idi. Vatandaş AKP’den şikayet ediyordu ve sorular hep şöyle bitiyordu: Tamam ama AKP’nin alternatifi kim? Meral Akşener ve MHP’li diğer başkan adaylarının Anadolu’da yakaladığı siyasi nabız tam da buydu. ‘Biz alternatifiz’ diyen bu siyasi çıkış umut oldu. Çünkü, 13 yıllık siyaset yorgunluğundan ziyade, rüşvet-yolsuzluk- hukuksuzluk, terör çıkmazı gibi hususlar ve daha ötesi Erdoğan’ın bitmeyen siyasi hırsı ile AKP’nin patinajları, milleti derinden sarsıyordu.
Sonra Bahçeli ile Saray’ın muhalifleri engelleme tiyatrosunun perdeleri açıldı birden. Yerel mahkemelerden çıkarılan mahkeme kararları ile Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Bahçeli’nin sağ kolu gibi sonuçları alıverdi. Yargıtay’ın son kararı ile kongre kararı alındı ama yine iş AKP’nin kolluk marifetiyle engellendi. Bahçeli, bunları eli kolu bağlı izlemedi. Aksine, ‘arka kapı diplomasisi’ ile Saray’ın suyuna gitti, ortaklık kurdu. Tuğrul Türkeş’i haklı çıkarttı. Akşener ve diğer rakipler AKP eliyle sistematik şekilde engellendi. Bahçeli-Saray dayanışması işe yaradı.
BAHÇELİ’NİN BAŞKANLIK ÇIKIŞI NE ANLAMA GELİYOR?
15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise oyunun yeni perdesi açıldı. Yüzbinlerin ihraç edildiği, binlerce insanın tutuklandığı yeni süreçte Bahçeli, Saray’a kredi açmanın ötesine geçti. 19 yıl boyunca kendi seçtiği isimlerle oluşmuş delegelerini de silmişti Bahçeli. Şimdi kendi mahallesinde gelen; demokrasinin hatta ülkenin geleceğinin yok edilmesine seyirci kalmaması yönündeki imdat seslerine kulağı tıkalıydı. Peki Bahçeli ne yapıyordu aslında? AKP ve Erdoğan rejiminin tek adamlık sevdasıyla adeta sivil darbeye dönen sürecinin ‘siyasi kazananı’ değil, ‘koltuk koruyanı’ olmayı seçiyordu.
11 Ekim’de bu misyon bir üst aşamaya taşındı. 7 Haziran’daki Meclis aritmetiğini dikkate almazken, bu kez Erdoğan’ın fiili durum oluşturduğundan dem vurarak, başkanlık teklifinin Meclise getirilmesini istedi. 367 ya da 330 oy ile geçmesi halinde başkanlığın referanduma götürülmesini teklif etti. Pası verdi, AKP de voleyi vurdu. Araya Erdoğan ve AKP’yi suçlayan cümleleri serpiştirse de mesajın özü netti: Getirin oylayalım, desteği verelim. Kamuoyu da böyle anladı.
TEK PARTİMDEN ETME BENİ CÜDA…
İktidarın ‘fetö’ diye uydurduğu ve hizmet hareketi başta olmak üzere demokratik muhalefetin bütün unsurlarını tek tek yok etme eylemleri en çok Bahçeli’nin mahallesinde yaralar açıyor oysa. O da mahallesinden gelen seslere, iniltilere, kulak tıkamaya devam ediyor. Dün yaptığı Meclis konuşmasında aldığı manevra da kurtarmıyor durumu. HDP’den sonra CHP’ye de mesafesini artırarak, Saray’ın biçtiği siyaset oyununun içinde milliyetçi camiaya da yeni bir kör düğüm atıyor Bahçeli.
MHP’nin başında Bahçeli olduğu müddetçe, demokratik siyaset kanallarının açılacağını, Erdoğan rejiminin dizginleneceğini, Kürt sorununun çözüleceğini düşünmek hayal olsa gerek. Dün partisi içinden çıkacak siyasi alternatifi öldüren Bahçeli, bugünlerde ‘payanda siyaseti’ ile kendini siyasi tarihe gömüyor. Erdoğan’ın başkanlık talebini halka götürelim diyor, ancak iş kendi seçtiği delegeleri ile genel başkanlık seçimine giremiyor.
Söylemde AKP ile didişen Bahçeli neden zulme ve antidemokratik temayyüllere ortak oluyor? Cevabı basit. OHAL, KHK, terörle mücadele, insan hakları, Avrupa Birliği gibi ana siyasi gündemlerde pozisyon alacak politik akıl MHP’de yok. Var olan aklın neredeyse tamamı ise muhalif kanatta. Ve Bahçeli’nin varlığının devamı için AKP rejimi eliyle susturulmuş durumdalar. İşin kötü yanı ise bitmeyen şehit cenazeleri ve Irak ve Suriye’de savaşın göbeğine çekilen bir ülkeyi faşizanca yönetmenin formülü de Bahçeli’nin yaklaşımlarında fazlasıyla var.
KOLTUK KORUMA SİYASETİ
AKP ve Erdoğan’ı her şartta kurtaracak ve aranan kan her defasında Bahçeli’den kolayca bulunabiliyor. Yarın idam cezası Meclis’e getirilsin dendiğinde de aynı hamaset siyasetiyle Saray-Bahçeli ikilisinin düetleri izlenebilir. 1999’da ülkeye teslim edilen PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın AİHM kararıyla idamının askıya alınmasında aldığı siyasi riskleri, bugün Bahçeli’nin almasını kimse bekleyemez. Çünkü Türkiye’de belki de son üç yıldır yaşanan temel gerçek koltuk koruma siyasetidir. AKP’nin içinde Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç vb isimlerin terk edemediği koltukları yüzünden demokrasi uçağı dağa taşa çakılmıştı. 1 Kasım seçimlerine kadar uçaktaki yolcular tehditle korsan bir demokrasiye taşınırken, şimdi kokpitte Erdoğan ve Bahçeli birlikte uçuyor. Bu yeni ortaklıkla uçağın nereye çakılacağı ise bilinmiyor.