ABD, diğer başkanlık rejimlerine de ilham kaynağı olmuş en başarılı başkanlık sistemidir. Genel itibariyle vatandaşlarının hak ve özgürlüklerine saygılı bir demokratik hukuk devleti olduğundan kimsenin kuşkusu yok.
İngiltere, “Birleşik Krallık” isminden de anlaşılacağı gibi bir krallık. Bugün başlarında sembolik yetkilerle donatılmış Kraliçe olan İngilizlerin ve ülkede yaşayan farklı din ve kültürlerden göçmenlerin dünyanın en özgür halklarından biri olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Şiarı temel hak ve özgürlüklere azami saygı olan ülke rejiminin, yüzlerce yıllık tecrübelerinin imbiğinden geçirerek içselleştirdiği tüm ilke ve değerleriyle, demokratik bir hukuk devleti olduğu konusunda da herkes mutabık.
İsveç ise bir krallık. Hem de ne krallık! Düşünün ki krallık ailesinin kökleri, görgüsüzlüğe değil, taa ikinci bin yılın başlarına kadar dayanıyor. Uzlaşıya ve paylaşmaya dayalı tıkır tıkır işleyen demokrasisinin ve kılı kırk yaran adaletiyle hukuk sisteminin sıhhatinden kimse endişe duymuyor.
Vatandaşlarının her türlü hak ve özgürlüklerini kutsal addeden İsveç, bu konuda yalnız değil. İsveç gibi birer krallık olan Danimarka’dan Norveç’e; İzlanda’dan Finlandiya’ya kadar bölgeye hakim olan uzlaşı kültürü İskandinavya denen bu soğuk beldede sıcacık bir demokrasi ve özgürlükler cenneti pluşturmuş durumda. Doğal olarak bu ülkeler hukuksuz, keyfi ve ahlaksız despotlarla başı zora giren çoğu insanın ulaşmak için akıllarından ilk geçirdikleri ülkeler haline gelmiş. Bütün insani gelişmişlik endeksleri de bu rağbetin boşuna olmadığını gösteriyor. Sözkonusu endeks ve sıralamalarda hep en tepede yer alan bu ülkeler demokrasi, şeffaflık, özgürlük, hak, hukuk ve adalet standartlarıyla dünyanın en kuzeyinden birer “aurora borealis” gibi ışıldıyorlar.
Almanya federal bir parlamenter rejim. Ulusal birliğini geç kurmuş olmanın sebep olduğu hırçınlıkla kendisinin ve dünyanın başını beladan belaya sokmuş bir ülke. 70 yıl öncesine kadar yaşadığı ve yaşattığı büyük acılardan sonra nihayet demokrasinin, hak ve özgürlüklerin, hukuk ve adaletin, çoğulculuğun, siyasi ya da etnik/dinsel azınlık haklarının korunmasının, gücün tek elde toplanmasını engelleyecek güçler ayrılığı sistemi ile kontrol ve denge mekanizmalarının önemini çok iyi anlamış durumda. Avrupa’ya lokomotif olan ekonomisi ve entelektüel/siyasi gücüyle önemli bir dünya aktörü olmayı da başarmış. Almanya’nın şu ya da bu yönünü eleştirenler bile demokrasisinin olgunluğunu, evrensel hukuk felsefesine kaynaklık eden birkaç ülkeden biri olan bu ülkenin hukuk sisteminin gelişmişliğini ve bunlar sayesinde halkının hak ve özgürlüklerin tadını en yüksek seviyede çıkardığını teslim edeceklerdir.
Avusturya da parlamenter bir federal devlettir. Demokrasisi konsolide olmuş, hak ve özgürlük standartları yerli yerinde, adalet terazisi sağlam bir hukuk devleti. Bu hasletleri sayesinde 8-9 milyonluk nüfusu ve küçücük coğrafyasıyla insanlık ailesine türlü katkılarda bulunabiliyor. Demokrasisine, hukukuna ya da ülkedeki hak ve özgürlüklerin durumuna ya da cüzi de olsa bazı rüşvet ve yolsuzluk iddilarına dair mevzular gündeme geldiğinde kimsenin aklına siyasal sistem tartışmalarını bir sis bombası gibi tartışmanın göbeğine atıvermek gelmiyor. Tıpkı benzer tartışmalarla bunalanların aklına ABD’de hemen parlamenter veya monarşik sisteme, İngiltere’de cumhuriyete veya başkanlık sistemine geçme düşüncesi gelmediği gibi.
Özbekistan üniter bir başkanlık sistemi. Esamisi olmadığı için demokrasisinden, demokrasi yokluğunun doğal sonucu olarak da hak ve özgürlüklerden ya da hukuk ve adaletten bahsetmemiz mümkün gözükmüyor.
Demokrasi, temek hak ve özgürlükler ile hukuk ve adaletten soyunmuş pek çok Latin Amerika ülkesi gibi Rusya da dejenere bir başkanlık sistemi. Her ne kadar Erdoğan ve ekürisinin ağzının sularını akıtsa da Putin’in yıllardır uyguladığı fiili “çarlık sistemi”ne bakıp Rus tarzı başkanlık sistemininin matah bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Buna isterseniz benzer yönetim tarzıyla bir de Kuzey Kore despotluğunu ekleyin. En despotik parlamenter sistemlerde bile akla hayale gelmeyecek her türlü hukuksuzluğun ve despotluğun fiili tek adam rejimlerine dönüşmüş bu yoz başkanlık sistemlerinde ne kadar kolayca ve aşikar yapılabildiğini görebilirsiniz.
Suudi Arabistan da İngiltere ve İsveç gibi bir krallık. Hem de ne krallık! Onca enerji zenginliğine rağmen dünyada görmemişlik ve görgüsüzlüğün, toplumsal katmanlar arasında sosyal adaletsizlik kol gezerken arsızca göze sokulan debdebe ve şatafatın sembolü durumunda. Bu ülkede de demokrasi olmayınca insan onurunun ayrılmaz parçası olan hak ve özgürlüklerden bahsetmek abes oluyor. Ya peki hukuk ve adalet? Krallık ailesinin tüm milletin hakkı olanı keyfince har vurup harman savurduğu bir yoz sistemde adalet ve hukuk mu olurmuş! Bakmayın siz adına “Şeriat rejimi” demelerine. Suçlu güçlüyse es geçen, suçlanan masum bile olsa sırf yoksul ve güçsüzse üzerinde tepinilen bir despotluğun adına “şeriat” denilse ne yazar! Zaten Suudi despotluğunun en büyük cürümü de bütün haksız, hukuksuz ve keyfi kepazeliklerini “şeriat” deyip örtme çabası değil midir?
Unutmayalım ki rejimler birer sistem oldukları kadar birer kılıftır da. Onlara can ve ruh veren, kıymet katan insana, insan onuruna, evrensel etik değerlere, hak ve özgürlüklere, demokrasiye, hukuka ve adalete verdikleri değerdir. Bir rejimin adı ne olursa olsun çağdaş insani, siyasi ve hukuki değerlerden yoksunsa oradan yoz bir despotluktan başkası çıkmaz. Mevcut halleriyle dibe vurmuş yoz despotların bu değerlere kıymet vereceğini ummak ise naiflikten öte ahmaklık olur. Bugün, Türkiye’nin 150 yılı aşan parlamenter bir demokratik hukuk devleti olma çabasını ve bu konuda biriktirdiği tecrübeyi çöpe çeviren Erdoğan rejimi ve AKP’nin derdinin daha fazla demokrasi, hak ve özgürlükler ile evrensel hukuk olduğunu kim söyleyebilir?
Temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı, şeffaflığın ve hesap verebilirliğin kurumsallaştığı, hukuk önünde herkesin eşit muamele görerek adalete ulaştığı gerçek bir demokratik hukuk devletine, İngiltere ve bazı Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, sembolik krallıklarla da, ABD’de olduğu gibi güçlerin kalın çizgilerle ayrılarak birbirini denetleyip dengelediği başkanlık sistemiyle de, Almanya’da olduğu gibi parlamenter sistemle de ulaşılabilir. Tam tersine yukarıda saydığımız kötü örneklerde görüldüğü gibi, gerçek kimliğini muhafaza etmiş parlamenter sistemler hariç, aynı sistemlerle katıksız despotluğa da ulaşabilirsiniz.
Erdoğan ve AKP, şayet iç kargaşalar, savaş, çakma darbeler ve suikastler aracılığıyla başkanlık sistemine geçmeyi bugüne kadar işlemiş oldukları vahim ötesi suçların üstünü bir daha açılmamak üzere örtmek için istiyorlarsa bildiğimiz anlamda hukuk ve demokrasiden arındırılmış bir rejim kurmalarından başka çareleri bulunmuyor. Çünkü biliyorlar ki, kurmak istedikleri sistemde demokrasi ve hukuka şu ya da bu şekilde yer verirlerse o hukuk bile er ya da geç ama bir gün mutlaka dönüp despotik uygulamalarını, savaş suçlarını, hırsızlıklarını, yolsuzluklarını, vatana ihanetlerini yargılar. Diyeceğim o ki, iyi ya da kötü hiçbir hukuk sisteminde Erdoğan ve ekürisi OHAL ve KHK’lerin yol açtığı acılar ve ahlar üzerine inşa ettikleri bugünkü hukuksuzluk ortamındaki kadar rahat edemez.
Kimbilir belki de demokrasiyi, hukuku taammüden katledip gömdükleri OHAL ve KHK mezarını allayıp pullayıp yeni rejim kılıfına sokarak yeniden önümüze de sürebilirler. Ne yaparlarsa yapsınlar şundan emin olun ki, işlemiş oldukları suçların devasalığı yüzünden Erdoğan ve yoz ekürisi ne bugünkü sistemde, ne de kuracakları muhtemel sistemde hukuk ve demokrasinin kırıntısına zerre tahammül göstermeyecek.
Ama yinde de yıkmak kolay, yapmak zordur. Tahripte çok iyi olduklarını yaşayarak gördüğümüz Erdoğan ve yıkım ekibinin yapmakta ve kurmaktaki yetenek(sizlik)lerini de pek yakında görürüz. Referandum için tarih bile verebildiklerine göre şunun şurasında ne kaldı ki? Bakalım hezimeti zafer, çöküşü yükseliş, günahı sevap, sevabı günah, zulmü adalet, adaleti zulüm, ahlakı ahlaksızlık, ahlaksızlığı ahlak, yıkmayı yapmak, yapmayı yıkmak gibi göstermekteki eşsiz başarılarını bu konuda da tekrarlayabilecekler mi?