Hillary Clinton’ın 11 Eylül anma töreninde rahatsızlanması, hemen ardından Trump’ın Dr. Mehmet Öz’ün TV programına çıkıp “Turp gibiyim!” mesajı vermesi, seçime çok az bir zaman kala, en makul insanları bile “Acaba Trump kazanır mı?” sorusunu sormaya itti.
Neden olmasın?
Bugüne dek ABD’ye yönelik en sert eleştirileri içeren belgesel-filmlerin yapımcısı Michael Moore, geçen ay blog sayfasında “Donald Trump’ın neden kazanacağının 5 sebebi” başlıklı bir yazı yayınlamıştı.
Şöyle diyordu Michael Moore:
“Evet, dostlar, bu bir kaza değil. Yolda, geliyor. Ve eğer Hillary Clinton’un gerçekler, akıl ve mantıkla kazanacağını düşünüyorsanız, geçen yıl boyunca 56 ön seçimde, 16 Cumhuriyetçi adayın bunu denediğini, her türlü Trump’ı yerin dibine sokmalarına rağmen hiçbir şeyin Trump’ın trenini durduramadığını kaçırmışsınız demektir.”
Moore’a göre, (1) İngiltere’de Brexit’in gerçekleşmesini sağlayan seçmen profili, ABD’de de yaşıyor ve bu insanlar evrene, üst akıla ya da ne derseniz deyin o ‘karşı taraf’a bir mesaj göndermek istiyor.
Çünkü bu (2) “Sinirli Beyaz Adam”ın son savaşı. Hillary Clinton, 240 yıllık erkek-egemen beyaz adam hanedanlığına bir son vermek üzere. Bu öfkeli adamlar, Clinton’ın karşısında kim olursa olsun destekleyecekler.
Daha da fenası, (3) Hillary Clinton onlara bu fırsatı veriyor. Evet, iyi bir başkan adayı, tecrübeli bir siyasî aktör, ANCAK özellikle genç demokratlar arasında kötü bir şöhreti var. Üstelik, Irak Savaşı’na ‘evet’ oyu vermişliği, Libya’daki müdahalede başrolü çekmişliği var.
Clinton’a öfkeli insanlar (4), sandığa gitmeyebilir. Bu insanlar artık siyasette sahteliğe, kandırılmaya dayanamayacak durumdalar. Hillary’nin seçim kampanyasının ‘oy ütmeye’ yönelik olduğunu, koltuğa oturunca ‘şahin’ yüzünün görüneceğini düşünüyorlar.
1998’de Minnesota halkı, vali adayları arasında bulunan, eski Vietnam gazisi ve eski Amerikan güreşçisi Jesse Ventura’yı seçmişti. Moore’a göre (5) bu, Minnesota halkının hastalıklı bir siyasî sisteme karşı mizahın zaferiydi. Ventura’yı tercih eden Minnesotalılar genel manada siyasetçi sınıfına bir ders vermiş olduklarını düşündü.
Ve evet, Trump’ta da böyle bir ‘ŞAKA’ potansiyeli var.
İngiltere’de Brexit referandumu öncesinde, AB’den çıkma taraftarı eski adalet ve eğitim bakanı Michael Gove, “Bu ülkedeki insanlar, uzmanlardan bıktı!” demişti.
Bu sebeple BREXIT, değişen ve gelişen dünyaya ayak uyduramayan, daha az eğitimli, çoğu yakın zamanda işlerini ve düzenini kaybetmiş, orta yaş üstü olduğu için yeni meslek edinmesi neredeyse imkânsız, göçmenlerden nefret eden, politik sınıftan, medyadan ve akademik titri olan insanlardan sıkılmış kimselerin ‘çığlığı’ olarak yorumlandı.
Küreselleşme, Batı dışındaki toplumların yerel kimliklerine sıkı sıkıya (bazen absürt bir biçimde) bağlanmasına yol açtı. Batı’da ise değişim, “eski güzel günler” algısı oluşturdu.
Bu, bir algı. Bir çeşit hissiyat. Yanlış da olsa, öyle. Tıpkı 19. yüzyıldaki iptidaî milliyetçilik gibi. Haliyle bu algıya karşı, gerçekleri ne kadar söylerseniz söyleyin savaşamıyorsunuz. İnsanlar, yaşanan büyük değişim karşısında bir şeylere inanıp ona tutunmak istiyorlar. Değişimi tamamen durduramayacak olsalar da, “Biz buradayız!” deme ihtiyacı duyuyorlar.
Ve Donald Trump gibi demagoglar, bu yükselen dalganın üzerinde sörf yapıyor. İngiltere’de de, Amerika’da da ve tabi dünyada da. Haliyle 8 Kasım’da eğer ABD Donald Trump’ı seçerse, fazla şaşırmamak gerekir.