EMRE OĞUZ
Avrupa’da Müslüman karşıtı aşırı sağcılar; ABD’de Meksika sınırına duvar örmek isteyen Trump yükseliyor. İngilizler spekülatif vaatlere kanarak AB’den ayrılmayı destekledi. Ortadoğu’nun hali ortada. Sahi ne oluyor? Dünya nereye doğru gidiyor?
Birleşik Krallığı Avrupa Birliği’nden koparan referandumun akabinde göçmen ve Müslüman karşıtı UKIP partisi lideri Nigel Farage, zafer konuşmasını yaparken Fransa’da Marina Le Pen, Hollanda’da Geert Wilders, İtalya’da Matteo Salvini, Danimarka’da Thulesen Dahl, Avusturya’da Norbert Hofer, İsveç’te Jimmie Akesson, benzer referandumların kendi ülkelerinde de yapılması gerektiğine dair açıklamalarını hazırlıyordu. Pandora’nın kutusu açılmıştı. Avrupa’nın aşırı sağcıları sevinç içerisindeydi. Aynı saatlerde okyanusun diğer tarafında ise Meksika sınırına duvar örmeyi ve Müslümanların ABD’ye girmesini tamamen yasaklamayı planlayan Cumhuriyetçilerin başkan adayı Donald Trump, İngiltere’nin AB’den ayrılmasını, “Muhteşem bir şey. Ülkelerini geri alan İngilizleri alkışlıyorum.” sözleriyle kutluyordu. Uzun lafın kısası, Batı cephesinin evrensel insan hakları ve özgürlüklerle ‘sorunlu’ bütün liderleri sonuçtan gayet memnundu. Artık iyiden iyiye otokrat tarlası haline gelmiş olan Doğu cephesinde ise bu anlamda yıllardan beri devam eden geriye gidiş hız kesmeden devam ediyordu.
ŞİDDETİN GETİRİSİ(!)
Hal böyle olunca insan merak ediyor; sahiden ne oluyor dünyada? Temel demokratik değerlerden olabildiğine uzak bu insanların ardı ardına kazandıkları zaferlerin sırrı ne? Avrupa’da sayıları katlanarak artan aşırı sağcılar ile ABD’de Trump gibi popülist bir şahsiyeti Cumhuriyetçilerin başkan adayı haline getirenler ya da Rusya’da Putin’i, Türkiye’de Erdoğan’ı yıllardır iktidarda tutan insanlar arasında nasıl bir ilişki var? Dünya nereye doğru gidiyor?
Uluslararası Ekonomi ve Barış Enstitüsü tarafından hazırlanan ve 163 ülkenin değerlendirildiği Küresel Barış Endeksi’ne göre son on yılda şiddet olaylarının dünyaya ekonomik etkisi 137 trilyon dolardı. Bu 2015 yılının toplam küresel üretiminden daha yüksek bir rakam. Öte yandan 2007-2016 yılları arasında dünyada ülkesinden ayrılmak zorunda olan ve mülteci durumuna düşen insanların sayısı ikiye katlanarak 60 milyona ulaştı. Bu ise Danimarka, İsveç, Norveç, Yunanistan, Finlandiya, Avusturya, Belçika, Litvanya ve Letonya’nın toplam nüfusundan daha fazla.
Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği ve Avrupa’da birçok şehrin harabeye döndüğü İkinci Dünya Savaşı sonrasında Winston Churchill, Konrad Adenauer, Alcide De Gasperi gibi liderler barışa giden yolun Avrupa uluslarını birbirine entegre etmekten geçtiğini düşünmüştü. Bundan aldıkları ilhamla 1951 yılında dünyanın en büyük barış projesi olarak tanımlanan AB’nin temeli atıldı. Aradan geçen yarım yüzyılda AB, Avrupalıları yeni savaşlardan koruyabildiği gibi her geçen yıl biraz daha gelişen refah sistemini kurmalarına da olanak sağladı. Peki şimdi ne oldu da; birçok üye ülkede ayrılık referandumları dillendiriliyor?
BANAL MİLLİYETÇİLİK
Geçtiğimiz günlerde Financial Times için bir yazı kaleme alan Columbia Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mark Mazower, dünya genelinde güvensizlik duygusundan beslenen bir milliyetçiliğin yükselişte olduğunu savunuyor. Mazower’a göre küreselleşme ABD dâhil dünyanın her tarafında insanlara kendini küçük hissettirdi ve bu, beraberinde bir çeşit güvensizlik hissi geliştirdi. Günümüz aşırı sağcılarının beslendiği kaynak işte bu his.
Diğer taraftan çok sayıda akademisyenin yaşananları açıklamak için başvurduğu kavram; toplumların bilinçaltında saklı koyu bir milliyetçilik söyleminin bulunduğu ve bu söylemin bir kriz anında gün yüzüne çıkması olarak özetlenebilecek ‘banal milliyetçilik’ İngiliz Profesör Michael Billig tarafından 1995 yılında ortaya atılmıştı. Billig, ‘banal milliyetçiliğin’ bir telefon donanımı gibi toplumun bilinçaltında yattığına inanıyordu. Bir kriz anında başkan arar ve söz konusu donanım telefonun çalmasına neden olur. Cevap veren milliyetçi kimliktir.
Avrupa’nın Farage, Wilders, Le Pen, Salvini, Hofer, Akesson gibi aşırı sağcıların tamamının Billig’in bahsettiği milliyetçilik donanımını mümkün olan her fırsatta kullandığına şüphe yok. Yapılan son seçimler, milliyetçi duyguları tetiklenmiş bir vaziyette telefona cevap veren seçmen sayısının katlanarak arttığını gösteriyor.
Bu durumda akıllara gelen soru şu; milliyetçilik neden şimdi yükseliyor? Harvard Üniversitesi’nden Dr. Yascha Mounk, milliyetçi hareketlerin yükselişini ‘popülist bir dönüş’ olarak tanımlıyor ve son 15-20 yıldır devam eden bir sürecin neticesi olarak görüyor. Mounk’a göre milliyetçi hareketler son yıllarda küçük azınlıklardan güçlü siyasi partilere dönüştü ve Macaristan gibi ülkelerde iktidarı eline aldı, Avusturya gibi ülkelerde küçük farklarla kaybetti. İngiltere’de ise Avrupa Birliği’nden ayrılmaya neden oldu. Son 30 yıl içerisinde orta sınıftaki ekonomik durgunluk milliyetçilik hareketlerinin yükselmesinin arkasındaki bir diğer temel neden. Orta sınıf artan refahtan hak ettiği payı almadığını düşünüyor. Mounk’un başka bir açıklaması ise insanların siyasi sistemi kontrol edebildiklerine dair inançlarının zayıflaması. AB gibi çok uluslu yapılar ve transatlantik anlaşmalar bu inanç zedelenmesini besleyen başlıca unsurlar.
OTORİTER POPÜLİZMİN BATI’DAKİ YÜKSELİŞİ
Harvard Üniversitesi’nden Pippa Norris ise yaşananları ‘otoriter popülizmin Batı’da yükselişi’ olarak tanımlıyor. Brexit’in akabinde Washington Post için bir makale kaleme alan Norris, son dönemde Batılı toplumların sosyal meselelerle ilgili kademe kademe artan bir şekilde daha liberal bir tutum takındığını belirttikten sonra, özellikle cinsiyet rolleri, LGBT hakları, çeşitliliğin desteklenmesi ve daha seküler değerlerin yaşlılar başta olmak üzere toplumdaki gelenekselci kesimi tedirgin ettiğini savunuyor. Norris’e göre bu insanlar, kendi anavatanlarında marjinalleşme ve geride bırakılma korkusuyla otoriter ve popülist partilere yöneliyor.
Son tahlilde cevaplanması gereken soru şu, kendinden olmayanı düşman olarak görmeye meyilli aşırı milliyetçi söylemlere karşı ne yapılabilir? Çözüm ne? Prof. Dr. Mark Mazower’a göre yükselişte olan milliyetçilere karşı çözüm, “onları siyasi ahmaklıkla ya da diğer bir deyişle popülizm ile karalamakta değil, alternatif ulusal refah vizyonları geliştirmekte’’ saklı.
Mülteci akını aşırı sağa yaradı
Bir dönem ABD Başkanı Obama’nın da danışmanlığını yapan Brookings Institution’dan Jeremy Shapiro’a göre, ‘‘Küreselleşmenin sebep olduğu tahribat ulusal kimliği çok daha önemli bir hale getirdi. Shapiro Huffington Post’a yaptığı açıklamada, bu durumu şu cümlelerle açıklıyor. ‘‘İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlar dünyaya barış ve huzur getirecek yapılar için asil bir arayışa girdi. Ancak modern insan ilişkilerinin en güçlü faktörü milliyetçilik. Bu, Avrupa’da ve dünyanın birçok başka yerinde net bir şekilde görülüyor artık.’’
Milliyetçi hareketlerin yükselişini açıklarken altı çizilen bir diğer konu şüphesiz mülteci akını. Son dönemde başta Kuzey Afrika ve Suriye olmak üzere dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan iç savaşlar ve karışıklıklar nedeniyle katlanarak artan mülteci sayısı orta sınıfın kendisini tehdit altında hissetmesine neden oluyor. Bilhassa Avrupa aşırı sağcıları bu durumu siyasal tabanlarını genişletmek için son derece etkili bir şekilde kullanıyor. Çoğu zaman duyarsız ana akım medyanın da desteğiyle arzu ettikleri kamuoyunu oluşturmakta zorlanmıyorlar.
III. Cihan Harbi ihtimali korkutuyor
Stratfor’un kurucusu George Friedman, mayıs ayında Bussiness Insider Dergisi’ne yaptığı açıklamada, ‘‘Dünyanın yeni bir savaşa hazırlıklı olması gerektiği’’ uyarısında bulunmuştu. Tarih boyunca her yüzyılda en az bir kere mevcut sistemin tümünü sallandıran büyük bir savaş yaşandığını belirten Friedman, “Avrupa’daki Yedi Yıl Savaşı, 19. yüzyılın Napolyon savaşları, büyük dünya savaşları, her yüzyıl bir şeyler olmuştur. Bu yüzyılda hiçbir şeyin olmayacağına iddiaya girmek ister misiniz? Bu bahse varım.” demişti.
Bununla birlikte Friedman, Avrupa ve ABD’de yükselişte olanın faşizm olduğu fikrine katılmıyor. Ona göre yaşanan ‘‘ulus devletin kendisini siyasi hayatın öncelikli aracı olarak yeniden ileriye sürmesi’’. Avrupa Birliği gibi çok uluslu yapıların risk altında olmasının nedeni artık ulusal çıkarlara hizmet etmediğinin düşünülmesi. Bunu ise faşizm olarak tanımlamak esasen faşizmi yanlış tanımlamak anlamına geliyor. Friedman’a göre yükselişte olan milliyetçilik.’’