- Siyaset çamurunun edebiyatı kirletmesinden yakınırdı Selim İleri… Buluşsak yine siyasetin kaba sabalığından, insanların hoyratlığından, toplumun kıyıcılığından söz edecektik.
CAN BAHADIR YÜCE | YORUM
Bir sonyaz ikindisi, 2004 ağustos ayı biterken ya da eylül başı olmalı. Selim İleri’nin sadece iki kitabını okumuşum ama yaz sonlarına tutkun olduğunu biliyorum. (“Ağustos” adlı bir roman yazmak istediğini söyleyecek yıllar sonra.) Doğan Kitap’tayız, Her Gece Bodrum’un yeniden yayımlanışı üzerine söyleşiyoruz.
O gün tanışmıştık.
Bir süre sonra Selim Bey, Zaman’ın cumartesi ekinde İstanbul yazıları yazmaya başladı. (Selim İleri’nin İstanbul kitaplığının birkaç cildi o hafta sonu ekinin edebiyatımıza katkısıdır.) Ardından Kitap Zamanı çıktı, derken Selim İleri artık kültür sayfasında köşe yazarıydı. Selim Bey’i o sıralarda daha yakından tanıdım. Ölüm haberlerinde anılmayan, biyografisinden silinen o yaklaşık on yıllık yazı serüveninden hoşnut kaldığını biliyorum.
Ölümünün ardından birçok sıfatla (eleştirmen, senarist, romancı) anıldı. Bence Selim İleri kısaca ‘yazı işçisi’ydi. İlkgençliğinden yaşamının sonuna kadar süren bir tutkuyla, tepeden tırnağa… Bu adanmışlık disiplin gerektiriyordu. Bir televizyon kanalından hafta içi her akşam canlı program sunması için teklif geldiğinde, gece adrenalin yükselir, geç yatarım, sabah 7’de daktilonun başına oturamam diyerek bu teklifi reddettiğini hatırlıyorum.
Hep o emektar daktilosuyla yazdı (gazete yazıları arabayla evinden alınırdı). Şiire sonsuz saygısı ve hayranlığı vardı. Yalnız şiirle örülü bir düzyazı kurmak… Tutkusu buydu. O şiirsel dille özgün bir kurmaca dünya inşa etti. Romancının romanıydı onunki: Abdülhak Şinasi Hisar’ı, Nahid Sırrı Örik’i, Peride Celâl’i tanımayan okur bu dünyaya kolayca giremezdi. Böyleyken, seçkinci değildi—küçümsenmiş “piyasa” romanlarındaki incelikleri bıkıp usanmadan hatırlattı. İlle de romanlar… Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu o tutkuyu taçlandıran başucu kitabıdır.
Edebiyatımızda gölgede kalmış, unutulmuş değerleri görünür kılma çabasından vazgeçmedi. Neredeyse tek başına Nahid Sırrı’yı yeniden gündeme getirdi, Sevim Burak’ı benimsetti, Selçuk Baran’ı sevdirdi…
Selim Bey bazen beğendiği bir yazardan, gazeteciden bahsederken “bizim gibi” ya da “bizim meşrebimizden” derdi. Aynı meşrepten olmak—gönenirdim. Yazıya inananlar, yazıyla avunanlar meşrebi miydi bu? Bizi asıl buluşturan ‘Necatigil’ sevgisiydi. En çok etkilendiği şairin, örnek almak istediği insanın o olduğunu söylerdi. Acaba abartıyor mu, diye düşündüğüm olmuştur. Yıllar içinde aynı noktaya gelmişken, onu daha iyi anlıyorum. Bazı farkına varışlar da bekliyor bazı yaşları… Selim Bey’le Necatigil’i bugün oturup konuşabilmeyi isterdim.
Selim İleri’ye yalnızlığın, kırık inceliklerin, umutsuz aşkların yazarı demek onun yazınını daraltmak olur. Saz Caz Düğün Varyete, Kafes gibi daha politik, ince alay içeren romanları yadırgandığı, yıllarca basılmadığı için o tarafının köreldiğini söylerken belki de haklıydı. Mel’un’da görkemli bir dille ortaya çıkan o keskin, ironik yanı yeterince görülmedi.
Her Gece Bodrum’un ününden pek hoşnut olmadığını biliyorum. (Romanın şöhretinin azalışı galiba o eski Bodrum’un yok olup gitmesiyle de ilgili. Bence öteki Bodrum romanı, Cehennem Kraliçesi, başyapıttır.) Bir ad bulma ustası olduğunu söylemiştim Selim İleri’ye, hoşuna gitmişti. Gerçi Her Gece Bodrum adını Attilâ İlhan koymuştu ama edebiyatımızdan en sevdiğim bazı kitap adları Selim İleri imzasını taşıyor: Yarın Yapayalnız, Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın, Cumartesi Yalnızlığı, Yaşarken ve Ölürken, Dostlukların Son Günü…
Her Selim İleri okurunun gözde kitapları vardır. Ben Türkçe’nin ritmiyle Türk aydınının çıkmazını buluşturan romanlarını ayrı bir yere koyuyorum. Bu Yalan Tango’yu, Geçmiş, Bir Daha Geri Gelmeyecek Zamanlar serisini, Yaşadınız Öldünüz…’ü… Sanırım Hisar’ın, Nahid Sırrı’nın, Tanpınar’ın yalnızlığında kendi yaşantısından bir şeyler buluyordu.
Dışarıdan bakınca Selim İleri’nin kurmaca evreni kapalı devre gibi görünür. Roman kahramanları farklı kitaplarda boy gösterir. Bu sadık okurlarını kendine bağlamış ama yeni okurların o dünyaya girmesini zorlaştırmışır.
Toplumculuğu şematik olarak görmedi, yine de eseriyle yüzleşirken tereddütlerini yazmaktan çekinmedi. Romanlarındaki yaşlanmış yazarları toplumun acılarına duyarsız kaldıkları için hırpalarken (“kılın kıpırdamadı Fatma Asaf”) hem kendine çatıyor hem de ülkeden intikam mı alıyordu? Ölünce basılmasını istediği, sonra yayımlamaya karar verdiği son romanı Yalnız Evler Soğuk Olur’da bunun ipuçları var.
Siyaset çamurunun edebiyatı kirletmesinden yakınırdı Selim İleri. Bu yüzden son yıllarda güncel siyasete ilişkin tek tük söylediklerini duymazdan geldim. Tek gayenin artık kalp kırmamak olduğunu anlatırken… Buluşsak yine siyasetin kaba sabalığından, insanların hoyratlığından, toplumun kıyıcılığından söz edecektik. Yazıya inanmaktan başka elimizden ne gelir?
Yazının yarına kalacağına ilişkin, insana güç veren o inancı zaman zaman yitirirdi Selim Bey. Özellikle hastane günlerinden sonra neredeyse nihilizme varan bir umutsuzluğa bürünmüş görünüyordu: Yazmak boşuna bir çaba mı? Sanırım yine yazıya inanış çekip çıkardı onu o dipsiz kuyudan.
Ölümü nasıl yakıştırmalı Selim İleri’ye?
Cemal Süreya günlüğünde “Küçük bir çocuk gibi düşünürüm hep Selim’i…” gibi bir şey yazmıştı. Bunu Selim Bey’e hatırlattığımda çok sevinmiş, kitabı defalarca okuduğu halde bunu nasıl unutmuş olduğuna şaşıp kalmıştı. Ondan mı, hep genç düşünmüşüz Selim İleri’yi. Daha üç gün önce bir dostumla Selim Bey 75 yaşında diye konuşurken, inanmakta zorlanmıştık.
Şimdi ne çok anı: Yarısına kadar içilip söndürülmüş Parliament sigaralar, Madame Bovary’nin Varlık baskısı (Tahsin Yücel çevirisi), yağmurlu akşamlarda pastane camları, gece vakti umutsuz telefon mesajları, Kadıköy vapurunda uçuşan yeşil atkı, Hulki Aktunç’un ölümü, kahverengi deri çanta, Yeşil Ev’in gölgeli masalarında içilen çaylar, çaylar…
Yazmak umutsuz, boşuna bir çaba mı? Bazen öyle düşünsek de değildir. Ben bunu Selim İleri’den öğrendim.