Filmin en büyük hayal kırıklığı, hiç şüphesiz, tüm olay örgüsü boyunca Marwan’ın eylemlerinin arkasındaki gerçek motivasyonları açıkça belirtme ve açıklama konusundaki başarısızlığı. Bar-Joseph’in kitabında verilen ve dolayısıyla anlamada bir tür boşluk oluşturan, olay örgüsüne dair gerçekten önemli bir dizi detay ve nüans filmde yer almıyor.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
2018 yapımı The Angel, Soğuk Savaş boyunca ortaya çıkan en tartışmalı ve gizemli casus karakterlerinden biri olduğu düşünülen Ashraf Marwan’ın son derece ilgi çekici ve karmaşık gerçek hikayesini anlatıyor. Bu oldukça etkileyici Netflix yapımı, Uri Bar-Joseph’in kapsamlı ve iyi araştırılmış “The Angel: The Egyptian Spy Who Saved Israel” adlı eserinden ilham ve temelini alıyor. İsrailli yönetmen her ne kadar Mısır tarafından “yanlı” olarak itham edilse de kendince “dengeli” bir hikaye anlattığınıdüşünüyor. Vromen, kendince bu filmle hassasiyet ve karmaşıklık açısından anlatıda eşit bir denge ve incelik yakalamaya çalışıyor diyebiliriz.
Önce filmin arka planına ve tarihsel bağlamına bakalım. Ardından yönetmenini biraz daha yakından tanıyacağız.
1967’de gerçekleşen Altı Gün Savaşı’nda Mısır’ın derin ve ezici yenilgisinden ve bunun sonucunda Sina Yarımadası’nın kritik kaybından büyük ölçüde etkilenmişti. Nasır’ın kızıyla evli olan ve daha sonra Sedat’ın kilit danışmanı haline gelen Ashraf Marwan, bu karmaşık dönemde Mısır siyasetinin tam merkezinde yer alırken aynı zamanda İsrail adına gizli hizmetler vermeye başladı.
Dr. Howard Blum, “The Eve of Destruction” adlı eserinde Marwan’ın bu karmaşık tarihteki kritik rolünü şöyle değerlendiriyor: “Marwan, İsraillilere savaşın tam olarak 5:20’de başlayacağını söyledi, Mısır’da ‘hamsa wa tilt’ yani “beş ve üçte bir” olarak bilinen saat. Yine de İsrailliler kültürel farklılıklar nedeniyle bu zamanlamayı yanlış anlayarak bunun akşam 6:00 olduğunu varsaydılar. Bu kritik kültürel yanlış anlama, sonunda Savaş’ın seyrini ve gelişmelerini etkileyecek bir dizi sonuca yol açtı.”
Casusluk olaylarında ve devletlerarası ilişkilerde mesele bu kadar basit olabilir mi? Bilemiyorum…
Zıt bakış açıları söz konusu.
Türkçe olarak ifade edecek olursak Eşref Mervan’ın gerçekte kim olduğuna dair tartışma bugün hala sürmekte ve şiddetle yaşanmakta. İsrail istihbarat tarihçisi Ahron Bregman’ın bu konudaki görüşleri enteresandır mesela: “Başlangıçtan itibaren Marwan, Mısır’ın böyle bir girişimi yürütmek için gerekli uçaklar ve Scud füzelerini edinmeden savaşa girmeyeceği algısını açıkça doğrulayan bir dizi belgeyi İsraillilere temin etmeyi üstlendi. Bununla birlikte, çoğu kişiyi hazırlıksız yakalayan bir değişiklikle, Sedat sonunda fikrini değiştirdi ve bu gerekli silahların yokluğunda bile savaşa girişti.”
Bregman, Marwan’ın Sedat’ın politikayı değiştirdiğini bildiğinden oldukça emin ama şöyle demeyi de ihmal etmiyor: “… ancak bu çok önemli bilgiyi İsraillilerle paylaşmayı ihmal etti.”
Tüm diğer görüşlerin aksine, eski Mossad şefi Zvi Zamir çok kararlı ve güçlü bir şekilde şunu beyan ediyor: “O, herhangi bir istihbarat servisinin alma şansına sahip olduğu en önemli istihbarat bilgilerini bize sağlayan olağanüstü ajandı. Son dakika ve zamanında yaptığı uyarı olmasaydı, İsrail gerçekleşenden çok daha büyük kayıplar yaşayabilirdi.”
Bu perspektiften bakıldığında Marwan tam bir vatan hainidir, diyebilmek mümkün.
Ancak olaya bir de Mısır’ın bakış açısı var.
Baştan söyleyeyim, Mısır’ın Marwan’a bakışı kendi içinde çok çeşitli hatta kimi zaman taban tabana zıt.
Şöyle ki, resmi Mısır makamları, özellikle Başkan Hüsnü Mübarek, Marwan’ı “gerçek bir vatansever” olarak tanımlamış ve onun İsrail için casusluk yaptığı iddialarını reddetmiş. Mısır makamlarına göre, Marwan’ın verdiği bilgiler aslında Mısır’ın stratejik aldatma planının bir parçasıydı ve İsrail’e verilen yanlış saat bilgisi bunun ispatıydı. Mısırlı akademisyenler ve tarihçiler ise Marwan’ın rolü hakkında farklı yorumlarda bulunuyor.
Emad El-Din Aysha’ya göre Marwan, Sedat’ın talimatıyla İsrail’i yanıltmayı amaçlayan bir stratejik araçtı. Mohamed Heikal ise onu hem Mısır hem de İsrail istihbaratını manipüle eden bağımsız bir aktör olarak değerlendiriyor. Mısır ordusundaki bazı üst düzey yetkililer de Marwan’ın Mısır’ın çıkarları için çalıştığını savunuyor.
Aslında bu tartışma günümüzde bile halen devam etmekte. Mısırlı akademisyenler onun rolünü üç farklı perspektiften değerlendiriyor. Milliyetçi perspektif onu bir kahraman olarak görüyorr, eleştirel perspektif kişisel çıkarları için her iki tarafı da kullandığını savunurken, pragmatik perspektif ise onun rolünün karmaşıklığını kabul ediyor. Popüler kültürde de Marwan’ın hikayesi sadakat ve ihanet meselesinden ziyade karmaşık siyasi dengeler içinde hareket eden bir aktörün hikayesi olarak ele alınmakta.
Bu kadar tarihsel arka plan yeterli… İsrailli yönetmeni biraz yakından tanıyalım.
1973’te İsrail’de doğan ve Hollywood’da çalışmalarını sürdüren bir film yönetmeni, senarist ve yapımcı olan Ariel Vromen’in kariyerinin en dikkat çeken filmleri arasında “The Iceman” (2012) ve “Criminal” (2016) sayılabilir.
The Angel (2018) filmi öncesinde Vromen’in en çok tanınan filmi, Michael Shannon’ın başrolünü üstlendiği “The Iceman”di. Film, ünlü seri katil Richard Kuklinski’nin gerçek hikayesini anlatır ve eleştirmenlerden olumlu değerlendirmeler almıştır.
The Angel’a gelene kadar daha çok gerilim ve aksiyon türünde filmler yöneten Vromen, bu filmle birlikte tarihsel bir drama denemesi yapmış. Netflix için çektiği The Angel, yönetmenin en iddialı projelerinden biri olarak kabul ediliyor ki bence haksız bir kabulleniş değildir bu.
Vromen’in, karakter odaklı anlatımı ve gerilimi ustaca kullanmasıyla tanınıyor. Özellikle gerçek hikayeleri perdeye aktarmadaki başarısı dikkat çekici. The Angel’da da bu özelliklerini görmek mümkün; film, karmaşık bir tarihi olayı ve tartışmalı bir karakteri dengeli bir şekilde ele almaya çalışmakta.
İlginç olan İsrail kökenli bir yönetmen olarak Vromen’in The Angel gibi hassas bir Orta Doğu konusunu ele alması olsa gerek. Tam bir aşağısı sakal, yukarısı bıyık sarmalı…
Şimdi filme geçebiliriz.
The Angel’da Vromen, karakter gelişimine büyük önem veren bir olay örgüsünü tercih ediyor ve bu nedenle klasik casusluk filmlerinde bulunan aksiyona dayalı yapıdan bilinçli olarak uzaklaşıyor. Bu açıdan, Terry Stacey’nin görüntü yönetmenliği, 1970’lerin Kahire ve Londra’sının atmosferini mükemmel bir şekilde yakalayarak, izleyiciyi bu iki çok farklı mekana yolculuğa çıkarıyor. Türk besteci Pınar Toprak’ın müzikleri ise aynı derecede hayati öneme sahip, film boyunca bulunan gerilimi mükemmel bir şekilde tamamlayıp güçlendiriyor.
Vromen gerilimi yavaş ama ustaca inşa ediyor ve izleyiciyi büyülenmiş halde tutmak için tasarlanmış bir şekilde çözülmesini sağlıyor diyebiliriz. Anlatmaya çalıştığı hikayeye yardımcı olmak için mekan atmosferini büyük avantajla kullanıyor ve 1970’lerin başındaki çok farklı havayı ustaca yakalayıp canlandırıyor.
Oyunculara gelecek olursak…
Marwan Kenzari’nin adaşını canlandırırken ortaya koyduğu merkezi performansı, izleyicilerin dikkatini çeken ve övgüsünü kazanan filmin en çarpıcı ve güçlü unsurlarından biri. The Hollywood Reporter’ın ifadesiyle: “Kenzari, izleyicileri büyüleyen ve anlatının karmaşık süreçlerini etkili bir şekilde çıpalayan istisnai derecede etkileyici bir başrol performansı sergiliyor. Karakterinin riskli girişimlerine eşlik eden karmaşık ve komplike duyguları ustaca aktararak, izleyicilerin onun mücadelelerinin ve zaferlerinin derinliğini tam olarak kavramasını sağlıyor.”
Filmin en büyük hayal kırıklığı, hiç şüphesiz, tüm olay örgüsü boyunca Marwan’ın eylemlerinin arkasındaki gerçek motivasyonları açıkça belirtme ve açıklama konusundaki başarısızlığı. Bar-Joseph’in kitabında verilen ve dolayısıyla anlamada bir tür boşluk oluşturan, olay örgüsüne dair gerçekten önemli bir dizi detay ve nüans filmde yer almıyor. Ayrıca, çoğunlukla İngiliz fotoğrafçı Diana Ellis karakterini içeren bazı yan hikayelerin, büyük resimde tamamen gereksiz görünen şekilde fazla vurgulandığını da belirtmek gerek.
Mısırlı eleştirmen Emad El-Din Aysha’nın The Levant adlı büyük eserinde fikirlerini formüle ettiği keskin sözleriyle: “Film, Mısır-İsrail savaşını çok temel fikirlere indirgiyor ve İsrail tarafına fazla odaklanıyor. Marwan’ın karmaşık karakteri ve eylemleri daha kapsamlı bir analizi hak ediyor.”
Film aynı zamanda Arap-İsrail çatışmasına eşlik eden bazı kültürel boyutların bir ayna görevi görüyor. Bunun çarpıcı bir örneği, açıkça Batı kültürel özelliğini derinden Arap bağlamında ifade ettiği için kullanımı bağlamında eleştirilen “Kurt Geldi” masalı metaforudur. Emad El-Din Aysha’nın belirttiği gibi: “‘Kurt Geldi’ hikayesi Arapların kolayca aşina olacağı bir şey değil; bir Avrupa masalı, Arap hikayesi değil. Bu tür kültürel hatalar filmin özgünlüğünü dağıtıyor.
Söz konusu filmin tarihselliği hakkında da süregelen tartışmalar ve müzakereler var. Uri Bar-Joseph’in akademik kitabında belirttiği gibi: “Marwan’ın sağladığı bilgiler son derece önemliydi ve İsrail’in yaklaşan savaşa ilişkin yaptığı parlak hazırlıkta hayati bir rol oynadı. Yine de filmin bu çok önemli bilgilerin hem niteliği hem de kapsamı konusunda bazı dramatik özgürlükler ve yaratıcı değişiklikler yaptığını belirtmek gerekir.
Bütün bunları dikkate alırsak, son tahlilde The Angel, karmaşık bir tarihi olayı tartışmalı bir karakterle birlikte sinema evreninde canlandırma çabasında ancak sınırlı ölçüde başarılı olabiliyor. Evet, casusluk türüyle ilişkili kalıplardan saparak konusunu daha da geliştiren bir hikaye anlatmada samimi bir çaba gösteriyor, denebilir ancak, tematik olay örgüsündeki karmaşıklık ve gerekli tarihsel hassasiyetler, filmin bazı önemli noktaları oldukça yüzeysel ele almasına neden oluyor.
Marwan’ın gerçek benliğinin ne olduğuna ve onu yönlendiren temel motivasyonların neler olduğuna dair tartışmalar muhtemelen her zaman büyük ölçüde çözümsüz kalacak. Bununla birlikte bu film, bu gizemli figürün büyüleyici hikayesini aksi takdirde ulaşılabilecek olandan çok daha geniş bir izleyici kitlesine ustaca taşırken, aynı zamanda Orta Doğu’nun yakın tarihindeki hayati ve şekillendirici bir dönemi de spot ışığı altına alarak önemli bir görev ifa ediyor.
PORTRE: ASHRAF MARWAN
İki varoluş arasında sıkışan bölünmüş bir kahraman!
1944’te doğup 2007’de hayata veda eden Ashraf Marwan, 20. yüzyılın belki de en gizemli ve anlaşılması güç istihbarat figürü olarak tarihe geçti. Zamanın kudretli Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’ın damadı ve Enver Sedat’ın en yakın danışmanı olarak Marwan, Mısır’ın siyasi ortamında çok özel ve son derece güçlü bir konum elde etmişti. Böyle bir karakterin ayrıca İsrail istihbarat servisi Mossad’ın en büyük ve en önemli kaynaklarından biri haline gelmesi bu karakteri ilginçleştiren en önemli unsur. Marwan’ın yaşadığı çifte yaşamının karmaşıklığı ve 2007’deki şüpheli ölümüne ilişkin iddialar, onu Orta Doğu’nun yakın tarihindeki en tartışmalı figürlerden biri haline getiriyor.
Peki kimdir bu iki düşman devletin ikisinin birden kahraman olarak görüp, her iki ülkede de (İsrail-Mısır) heykeli dikilen kahraman Marwan?
Kahire’nin hareketli metropolünde varlıklı ve nüfuzlu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Marwan bir mühendis, üstelik dünyanın en kaliteli üniversitelerinden birinde zorlu bir alan olan kimya mühendisliği eğitimi almış. 1966’da belki de bir tür kariyer planlaması olarak tasarladığı, kişisel yaşamında büyük bir karar alarak: büyük lider Nasır’ın kızı Mona ile evlenerek kaderini Mısır’ın en etkili ve popüler ailesiyle birleştirmiş. Ancak bu evliliğe rağmen, Marwan’ın kayınpederi Nasır ona karşı tamamen şüpheciydi, öyle ki Marwan sürekli gözetim altındaydı. Böylesine kapsamlı bir güvensizlik atmosferi, sonraki yıllarda Marwan’ı olduğu kişi yapan önemli bir faktör olmalıydı.
1970’te Marwan, İsrail Büyükelçiliği’ni arayarak onlar adına casusluk yapabileceğini söyledi. Bu teklif her ne kadar başlangıçta ciddiye alınmasa da sekiz ay sonra MOSSAD onunla yeniden iletişime geçti. “Melek” kod adını kullanan Mossad operatifi, en önemlisi Mısır’ın askeri ve siyasi meseleleri olmak üzere uluslararası ilişkiler konusunda da bilgi sağlayan vazgeçilmez bir istihbarat varlığı haline geldi. Hakkında kitap yazan Bar-Joseph’e göre, Marwan sayesinde Mısır, İsrail için “açık bir kitap” gibiydi.
Marwan’ın Mısır/İsrail ilişkileri tarihine en önemli katkısı 1973 Yom Kippur Savaşı öncesinde geldi. İsrail’e savaştan birkaç saat önce yaptığı uyarı orduyu kurtardı. Ancak, verdiği zamanlama bilgisindeki 4 saatlik tutarsızlık, onun çifte ajan olduğuna dair bazı şüpheleri güçlendirmişti.
Bir karakter olarak Marwan, büyük riskler alma konusunda doğuştan gelen bir yatkınlığa sahip çok boyutlu biri olduğunu defalarca ispatladı; bu özellik, kim olduğunu tanımlamada büyük rol oynayan kumar tutkusuyla yakından ilişkiliydi. Ayrıca, belirgin narsistik eğilimleri karakterine başka bir boyut katıyordu. Büyük prestij ve tanınma arayışında olan gerçek bir inanan olarak Marwan, sadece zeki değil, aynı zamanda çevresindekileri etkileyen karizmatik bir çekim gücüne de sahipti. Dillere olan olağanüstü yatkınlığı ve geniş ağında sürdürdüğü büyük sosyal bağlantıları hem istihbarat toplamada hem de ticari girişimlerinde ona iki ek avantaj sağlıyordu.
1981’de Enver Sedat’ın suikaste uğramasından sonra Londra’ya taşınan Marwan, burada başarılı bir iş adamı olarak hayatını sürdürdü. Enteresandır futbol tutkusu da büyüktü. Örneğin ünlü Chelsea Futbol Kulübü’nün hissedarlarından biri olmuş ve daha pek çok alanda ticari faaliyetlerde bulunmuştu. Ancak 2002’de kimliğinin deşifre olmasıyla işler onun için değişmeye başladı.
27 Haziran 2007’de Londra’daki dairesinin balkonundan düşerek son derece şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti. Ölümü, tıpkı yaşamı gibi tartışmalıydı. İntihar mı etti, yoksa bir suikastın kurbanı mı oldu? Bu soru hala cevapsız durduğu gibi, Mısır ve İsrail devletleri birbirlerini Marwan’a suikast yapmakla suçluyorlar!
Marwan’ın niyetleri ve sadakati, birçok gözlemciyi yorum ve tartışmaya sürükleyen tartışmalı konu. Bir yanda İsrail onu, sağladığı bilgilerin ne kadar kritik olduğunu kabul ederek “en değerli kaynakları” olarak görürken, diğer yanda Mısır onu, ulusuna olan bağlılığını ve adanmışlığını vurgulayarak “gerçek bir vatansever” olarak tanımlıyor. Büyük ihtimalle gerçek, bu iki kutbun aşırı uçları arasında bir yerde. Sonuçta o, barış için yorulmak bilmeden çalışan bir idealist mi, yoksa keskin bir kişisel çıkar ve kazanç duygusuyla her iki tarafın çıkarlarını ustaca yöneten becerikli bir manipülatör mü emin olamıyoruz. Ve ne yazık ki, Marwan’ın gerçek bağlılığının gizemi etrafındaki bu baş döndürücü sorulara nihai cevapları asla alamayacak gibiyiz!
Cemal Abdülnasır ve eşi, iki kızı ve kocalarıyla. Eşref Mervan en sağda Mona’nın yanında duruyor.